Doksan yıl önce doksan yıl sonra...
Doksan yıl önce, “Türkiye Devleti” doğmuş, Osmanlı Devleti ise altı asırlık varlığı ile tarihe intikal etmişti.
Büyük bir savaş, büyük bir tasfiye ile sonuçlandı... Bu tasfiyenin yeni Türkiye Devleti’ne vücut vermesini elbette olumlu bir başlangıç olarak okuyoruz. Fakat, büyük tasfiye resmine bakarak olumlu şeyler söylemek mümkün müdür?
Bu sene Lozan Andlaşmasının 90. yıldönümü idi. Yaklaşık bir ay önce... Lozan, birinci ve onuncu yıllarında nasıl kutlanmıştı, 90. yıldönümü nasıl geçti?
Andlaşma’nın hükümleri değişmedi, önemi de azalmadı, fakat geçen zaman içinde Lozan’la ilgili kanaatler değişti. Görülmeyenler, gösterilmeyenler görünür hale geldi.
İşin başında “isim” meselesi var...
Biz resmen “Lozan Konferansı” diyoruz. Fakat, milletlerarası literatürde gerçek ismi “Yakın Şark İşleri Konferansı”dır. Andlaşmanın başlangıcında zikredilen taraflar meseleyi yeterince açıklıyor. Bir tarafta kimler var? Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven devletleri. Ya diğer tarafta?
Türkiye! Denklem şaşırtıcı: Kimler galip, kimler mağlup? Diğerleri “devlet”. Türkiye ise, henüz devlet olarak tanınmamış bir “oluşum”. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni temsilen bir delegasyon var Lozan’da.
Andlaşmanın bizim için önemli meselelerinden biri bu: Devlet olarak tanınmak! Lozan görüşmeleri başlamadan, az önce devletsiz kaldık! TBMM hükümeti, Osmanlı Devleti’nin sona erdiğini (inkıraz bulduğunu) ilân etti. Biz bunu “saltanatın kaldırılması” olarak kutlarız!
Artık Osmanlı Devleti yok!
Bu ne demek? Osmanlı Devleti’nin kapsamında olan ülkeler, coğrafyalar üzerinde hukuken ve şeklen bütün haklar yok hükmünde demek. TBMM 1. Kasım’da bu kararı aldı, fakat Lozan müzakereleri önceden tayin edilen günde, 13 Kasım’da başlayamadı. Ne zaman başladı? Osmanlı Devleti’nin son hükümdarının İstanbul’dan ayrılmasından (17 Kasım) sonra! Demek ki, İngilizler Osmanlı Devleti’nin fiili sona erişini böylece kayda geçirdiler.
Türkiye’nin sınırları, statüsü bu anlaşmada tesbit edildi. Türkiye dışında kalan ülkelerin statüsü de belirlendi. Aslan payını İngiltere aldı, Fransa’ya hatırı sayılır bir hisse bırakıldı. İtalya’ya da bir şeyler kaldı. Hatta Anadolu’da ordumuz karşısında mağlub olan Yunanistan dahi müstefid oldu!
Türkiye’ye bitişik Irak ve Suriye ile sınırlar çizilirken, muhatap bu ülkelerin devletleri veya halkları değildi. Fransızlar ve İngilizlerdi. Lozan’la biz bu ülkeler üzerindeki İngiliz ve Fransız “mandat” idarelerini kabul ettik. Oysa Milli Mücadele boyunca, bu ülkelerde ve Filistin’de manda idaresini kabul etmeyeceğimizi beyan etmiştik.
90 yıl sonra, andlaşma ile statüsü belirlenmiş toprakların tamamında kan ve ateş var! Filistin, Suriye, Irak… Bu ülkelerde kan akmayan gün yok. Suriye ile birlikte düşünülen Lübnan da “müstakil” devlet oldu daha sonra. Ora da diğerlerinden farksız.
Ateş çemberi içindeki Türkiye’nin geleceğini düşünmek zorundayız. Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de ve Irak’ta barış olmadan, istikrar olmadan Türkiye istikrar içinde olabilir mi?
Bu soruya gönül rahatlığı ile hâlâ “evet” diyebilir miyiz?
24 Temmuz 1923’de Şark Meselesi bitti!
Peki bugünkü problem ne?
Bu gün “garp meselesi”, “batı meselesi” coğrafyamızın baş belâsı. Suriye’de iç savaş var. Çözümü Amerika’dan, Avrupa’dan bekleniyor! Çünkü bu sistemin sahipleri onlar! Bu coğrafyada son sözü onlar söylüyor. Doksan yıl önce başlayan süreç devam ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.