Suriye zaten Rusya ve İran’ın işgali altında değil mi?
Yazıya; “Esad’ın derdi, Solcu’ları ve Ulusalcı’ları niye gerdi?” diye başlasak, hiç de abartı sayılmaz... Gerçekten de; “Şam’da kimyasal bombayı kimler attı?” ya da “Suriye’ye müdahale” konuları “Solcu”ları ve “Ulusalcı”ları bu kadar niye ilgilendiriyor, kendilerini “karşı argüman” yetiştirmeye niye mecbur hissediyorlar, bir türlü anlayabilmiş değilim...
Önceki günkü “Solcu ve Ulusalcı” gazetelere bir bakın... Kimi, “Hıristiyan ülkeler Müslüman’ı vuracak, Tayyip alkış tutacak” başlığı atmış, kimi de “Müslüman’ı Müslüman’a kırdırıyorlar” demiş!..
Kimi; “Sırf Esad’a toz kondurmamak” için “BM heyetiyle görüştüğünü” iddia edip, onlara dayanarak “Kimyasal bomba yok” yalanını savurmuş, “Havadan ABD, karadan El Kaide vuracak” demiş!..
Anlayacağınız;
“ABD vurmasın!.. Hıristiyan ülkeler vurmasın” diyorlar... Vurmasın ki, “Esad diktatörlüğü” devam etsin!..
CHP DE ESAD’IN YANINDA!
Eh, “Solcu ve Ulusalcı gazeteler” bunları yazar da, CHP’den “farklı tavır” beklenir mi?..
CHP dediğin parti; CHP eski Genel Sekreterlerinden Tarhan Erdem’in ifadesiyle, “Öğleden Sonra Muhalefeti” yapan bir partidir!..
Öğleye kadar “gazete”leri okurlar, öğleden sonra da, bir “basın toplantısı” düzenleyip, demeci patlatırlar!.. Tabiî, “Solcu ve Ulusalcı gazeteler”de yazılanlar doğrultusunda!..
“Solcu ve Ulusalcı gazeteler” Esad’a mı destek çıkıyor, hiç kuşkunuz olmasın; CHP de, hemen aynı kulvara giriverir!..
Sırf, “AK Parti Esad’a karşı” diyerek, hemen “Esad’ın yanında” pozisyon alan “Solcu ve Ulusalcı gazeteler” ile onların siyasetteki “sözcü”sü olan CHP, Suriye’ye “heyet” gönderip “Esad’la hatıra fotoğrafı” bile çektirmişti!..
Şimdi de, “yoldaş ve candaş medya”nın ağzına bakıp; “Şam’da kimyasal silahı Esad’ın kullandığı ne malûm?.. 1500’ü aşkın insanın can verdiği o silahı muhalifler kullanmış olamaz mı?” gibi saçmalıklar, “CHP Genel Müdürü” başta olmak üzere bütün “CHP kurmayları” tarafından seslendiriliyor, iyi mi?..
Hem de;
Şam’da incelemelerini tamamlayan BM yetkilileri “Kimyasal saldırı yapıldığı kesin... Saldırı emrini de Mahir Esad’ın verdiğine dair kanıtlarımız var” derken!..
Hem de;
“21 Ağustos’ta gerçekleştirilen o korkunç saldırıdan birkaç saat sonra, Suriye Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkilinin, kimyasal silahlarla ilgili birim lideriyle yaptığı telefon görüşmesi dinlemeye takıldığı halde!..”
Hem de;
“Esad’ın askerlerinin, kimyasal başlıklı füzeleri monte ederken ve ateşlerken görüntülenen videoları” ortaya çıkmışken!..
Ve de; “kimyasal silah saldırısı”nda görev alan “Suriye ordu birlikleri”nin detaylı listesi ve “füzeleri nerelerden attıkları” kesin olarak belirlenmişken!..
HANGİ CHP?
Buna rağmen CHP, hâlâ “Esad’ı aklamaya” çalışıyor!..
Gerçi;
“Hangi CHP” diye soracak olursanız, ona da verecek hiçbir cevabımın olmadığını itiraf etmek durumundayım...
Gerçekten, “hangi CHP”
“Kılıçdaroğlu’nun CHP’si” mi, yoksa “Atilla Kart ve Rıza Türmen’in CHP’si” mi?..
Ya da, ya da;
“Süheyl Batum’un CHP’si” mi?..
CHP’yi “kim” temsil ediyor ve “CHP’nin resmî görüşü”nü hangisi yansıtıyor?.. Öyle ya, Süheyl Batum, meydan okurcasına diyor ki; “CHP’nin görüşünü öyle Komisyon Başkanı filan değil, Genel Başkan bile belirleyemez!”
Peki, kim belirler?..
Galiba Süheyl Batum!..
O zaman sormak lâzım değil mi; Kemal Kılıçdaroğlu ya da Atilla Kart veya Rıza Türmen ve Sosyal Demokratlar o partinin “bostan korkulukları” mıdır?!?.. Süheyl Batum “tek yetkili” gibi konuşurken, “diğerleri” niye susuyor?!?..
28 ŞUBAT’IN POSTAL YALAYICILARI
CHP’de durumlar böyle... Bir de; “28 Şubat süreci”nde “asker postalı yalamak”tan “dilleri kararan ve aşınan” eski ilâhiyatçılar var... Mehmet Nuri Yılmaz’lar var, Yaşar Nuri Öztürk’ler var... İhsan Özkes’ler var, Zekeriya Beyaz’lar var...
Onlar da diyorlar ki;
“Kur’an’a göre Müslümanlar karşı karşıya gelmemelidir!.. Haçlı Batı ile birlikte olmak, hem zulümdür, hem de şirk!.. Allah, Haçlı’ya destek verene de, sebep olana da mutlaka hesabını sorar!”
Dedikleri özetle bunlar...
Demek istedikleri ise şunlar:
“Halkı Müslüman olan Türkiye, Suriye’nin işgaline destek vermemeli, meydana gelecek zulme ortak olmamalıdır!”
Amenna, olmamalıdır!..
Gerçekten de;
“ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Hıristiyan ülkeler Suriye’yi işgal etmemeli, Irak’ta yaptıkları gibi, Suriye’de de Müslümanlara işkence yapıp, tecavüz etmemelidir!”
İyi, güzel de;
“Suriye’de son 2 yılda 100 binden fazla Müslüman’ı katleden, Şam’da kimyasal silah kullanıp 2 bin civarında bebek, çocuk, kadın, erkek ve yaşlıyı hunharca öldüren kimdir?”
Haçlı Amerika mı, İngiltere mi?..
Yoksa “Nusayri Esad” mı?..
Esad, o kimyasal silahı Rusya’dan mı aldı, yoksa İran’dan mı?..
ZATEN İŞGAL ALTINDA
Malum; son günlerde “Suriye; İngiltere ve ABD gibi Haçlı ülkeleri tarafından işgal edilmesin” gibi bir argüman var!..
İşte bu argümana cevap veren yazarımız Kenan Alpay, 29 Ağustos tarihli yazısında; “Suriye zaten işgal altında değil mi?” diye sordu ve bakın nasıl cevap verdi;
“Suriye’de Baas despotizmini ayakta tutan uluslararası ve bölgesel dengenin aktörleri aşikar: Askeri ve siyasi açıdan Suriye halkına diz çöktüren Baas/Esed rejimi; Rusya ve İran’a dayanıyor. Suriye halkını katleden ağır silahlar Rusya’dan, sahada savaşan profesyonel savaşçılar da İran ve Lübnan Hizbullahı’ndan temin edildi.
Bunların hiç biri sır değil.
Rusya’nın Tartus’taki askeri üssü de Kusayr başta olmak üzere ülkenin dört bir köşesinde Şebbihalarla omuz omuza çarpışan Devrim Muhafızları ve Hizbullah militanları da hiç tartışma konusu yapılmadı.
Tersine ülkesi ve halkıyla birlikte Suriye, Rusya ve İran’ın doğal nüfuz sahası gibi görüldü. Her halde ister severler, ister döverler, diye bakılıyor.
Oysa bütün bu yıkım ve kıyımlarda hiç tartışmasız Esed/Baas rejiminin “Üç Silahşörü” Rusya, İran ve Hizbullah’tı. Ama Türkiye’de hatta Batı’da bile yapılan analizlerde söz konusu “Üç Silahşörler”in Suriye’deki askeri müdahalesi “yabancı müdahale” kategorisinde mütalaa edilmedi.
Terslik işte tam da burada başlıyor: Neden Suriye halkı Baas cuntasına ve onu orada tutan Rusya ve İran tahakkümüne razı olsun?
Suriye halkının kaderi “Baas-Rusya ve İran Teslisi” üzerinden ilelebet ipotek altında tutulabilirmiş gibi siyasi analizler yapmak mantıkla bağdaşmaz.
Bu açıdan “Suriye’de yabancı müdahaleye karşıyız” söylemi despotizme yanaşık düzen duranlar açısından basit bir propagandadan ibarettir.
Aynı şekilde “Suriye’nin Batılılarca işgal edileceği” kehaneti özellikle Moskova ve Tahran’ı kıble edinenler tarafından Rusya ve İran’ın Suriye işgalini görünmez kılmak üzere devreye sokulan boş bir iddiadır.”
Çok doğru bir tesbit... “Suriye, Hıristiyan Batı ülkeleri tarafından işgal edilmesin” diyerek, sözümona “Müslümanlara yalakalık” yapanlar, aynı Suriye’nin; “Baas diktası, Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ı tarafından zaten işgal altında olduğunu” niye görmezden geliyor, niye gözlerden gizlemeye çalışıyor?..
Bu soruya, “samimi ve dürüst bir cevap” verilmeli değil midir?..
MASKELER BİR BİR DÜŞTÜ!
“Mustazafların sesi” durumundaki Doğruhaber’de geçen hafta ilginç bir yorum vardı... Hüseyin Kaya tarafından kaleme alınan “Darbenin gizli destekçileri” başlıklı yazıda özetle deniliyordu ki;
“Mısır’daki darbe ve darbeye karşı gösterilen tutumlar gerçekten de bir turnusol kâğıdı görevini gördü.
Kim nerede duruyor, daha iyi anlaşıldı.
Etnik önceliklerin, mezhebi önceliklerin, sermaye ve çıkar önceliklerinin, siyasi iktidar önceliklerinin insani ve İslami değerleri tümüyle örttüğüne şahit olduk.
Solcuların katliamı görmezden gelerek (ya da içten içe sevinerek) Muhammed Mursi’ye ve İhvan’a saldırmalarının anlaşılır bir tarafı elbette ki vardı. Türkiye’de solun ve liberallerin kahir ekseriyetinin İslam’a düşman olduğu Mısır cuntasına ve katliamlara verdikleri destekle ortaya çıktı.
Peki ya diğerleri…
Hüseyin Kaya, o “diğerleri”ni sayarken, “Türkiye’deki Caferiler’in lideri Selahattin Özgündüz”den de söz etmiş...
Demiş ki;
“İhvan, her karanlık odak tarafından suçlanıyor.
Kimileri “yanlış yaptı” diyor, kimileri “geri çekilseydi, zulme boyun eğseydi” diyor, kimileri de “eskiden iyiydi, şimdi kötü” diyor.
Selahattin Özgündüz adındaki âlimliği kendinden menkul biri “Bugünkü İhvan; Hasan el Benna’nın, Seyyid Kutub’un İhvan’ı değil” şeklinde açıklama yapıyor Cuma hutbesinde!..
Sahabeye hakaret ettikleri gerekçesiyle selefiler tarafından öldürülen dört Şii’nin cinayetinden Mursi’yi sorumlu tutarak şehid edilen dört bin insanı görmezden gelmenin mantığını kim izah edebilir? Oysa yine Mursi döneminde olaydan sorumlu kişiler yakalanmış ve yargılamalarına başlanmıştı.
Özgündüz için bunlar önemli değil tabii.
Şimdiki İhvan ile Hasan el Benna’nın, Seyyid Kutub’un İhvan’ı arasında bir fark yok!
Son mürşid Muhammed Bedii, yaklaşık yirmi yılını zindanda geçirmiş bir dâvâ ve aksiyon adamıdır.
Önceki mürşid Muhammed Mehdi Akif de öyleydi.
Hasan el Hudeybi de, Hamid Ebu Nasr da, Mustafa Meşhur da öyleydi.
Peki ya siz bay Özgündüz?
Sizde, İmam Humeyni’den ya da Ali Şeriati’den hiç ama hiçbir iz göremiyoruz.
Değişen İhvan değil, sizsiniz!
28 Şubat sonrası; önce kıyafetinizi attınız, sonra Atatürk övgülerine başladınız.
Adamlarınızla beraber attığınız “Türkiye laiktir, laik kalacak!” sloganlarını unutmadık.
Zalim Aliyev’i, zalim Maliki’yi, zalim Esad’ı övmeye devam edin!
Yalnız Allah için çalışmış ve şehid olmuş mübarek insanların ismini ağzınıza almayın, iyi durmuyor.”
KİM NEREDE, GÖRDÜK!
Evet; Hüseyin Kaya’nın da işaret ettiği gibi; gerek Mısır’daki darbe, gerek Suriye’deki katliam; bir “turnosol kâğıdı” görevi gördü ve “kimin, hangi çapta insan olduğunu” gözler önüne serdi... Tabiî, “kimin, nerede ve kimin safında yer aldığını” da!..
“Solcu”ları iyi tanıdık.
“Ulusalcı”ları iyi tanıdık...
CHP’nin, “Sözde ilâhiyatçılar”ın, İran’ın, Rusya’nın, Lübnan Hizbullahı’nın ve “Türkiye’deki Caferiler”in nerede durduğunu da çok iyi gördük!..
Hepsinin ortak talebi şu:
“İngiltere ve ABD gibi Hıristiyan ülkeler Suriye’yi işgal etmesin!.. Aksi halde Müslümanlara zulmederler!”
Ne demektir bu?.. Şu demektir:
“Bırakın, Suriye; Baas diktasının işgali altında kalsın!.. Halka zulmedilecekse Esad, Rusya ve İran zulmetsin!”
Var mı başka izahı?..
Bu memlekette “müftü”ler ne iş yapar?
Evet, “müftü”ler ne iş yapar?.. Görevleri “İman’ları pekiştirmek” midir, yoksa “İmam’ları sıkıştırmak” mı?..
27 Ağustos tarihli Akit’te demiştik ki; “Bodrum’da Torba Mahallesi’nde ezan sesini kısmadığı için birkaç kendini bilmez kokonanın saldırısına uğrayan imam Abdullah Ece’nin saldırganlar hakkında suç duyurusunda bulunmak istediği, ancak Bodrum İlçe Müftüsü Emin Arık ile İlçe Vaizi Dursun Boz tarafından şikâyetten zorla vazgeçirildiği ortaya çıktı.”
Okurlarımızdan gelen “telefon yağmuru”ndan anlıyorum ki; tek vukuat yeri Bodrum değildir...
Adı bende saklı “bazı müftüler”, imamlara baskı yapıp, “ezan sesini duyulmaz hâle getiriyorlar”mış!..
Hem de;
“Gezi’cilerin baskısı”yla kısıyorlarmış “ezan sesi”ni iyi mi?..
Anlayacağınız, müftü efendiler; “Cemaat”in değil, “Gezi Zekâlılar”ın sesine kulak veriyorlarmış!..
Ne günlere kaldık Ya Rabbi?..