Ak Parti Vatan Toprağını Satıyor mu? (4-Son)
(2 Hafta önce, Mısır meselesine dair makalelerimiz dolayısıyla ara verdiğimiz yazı serisinin sonuncusunu yayımlıyoruz)
Tam 76 ülke bizden toprak satın alırken biz onların çoğunun toprağına ayak bile basamıyoruz. Çünkü “vizesiz olmaz” diyorlar; toprağı kıymetli olanlar(!) vizeyi öyle kolay vermiyorlar.
Hadi diyelim vize sorunu yok, mütekabiliyet de mevcut ve uygulamada da sorun çık(arıl)madı. Birkaç zenginimiz gitti o ülkelerden bir-iki parça arazi satın aldı. Bunun mutat vatandaşa veya memlekete ne faydası var? Ya da bunlar, Alman’a sadece Alanya’da satılan 15 bin; İngiliz’e sadece Didim’de satılan 20 bin; yine İngiliz’e sadece (küçücük) Kuşadası’nda satılan 5 bin taşınmazın karşılığı olur mu? Almanya’da sayısıyla öğündüğümüz köfteci-dönerci dükkânlarımız, Londra’daki birkaç lüks kat mülkiyeti mütekabil mi bunlara? (Bu rakamlar gayrı resmi olarak elde edilmiş yaklaşık rakamlardır. Tapulardan, su-elektrik aboneliklerinden yola çıkarak hazırlanmış da olabilirler. Doğrusunu, tam satış rakamları elbette devletin elindedir. Yanlışlık varsa düzeltilmesini bekliyoruz)
Tabii burada, özellikle bir kesim tarafından, meseleye sırf ticari açıdan bakarak “İyi de biz daha çok sattık ve daha çok kazandık. Niye onların aldıkları kadarını satın alıp da kazandığımız parayı geri ödeyelim?” diyenler olacaktır!.. Evet, düz ticari mantıkla doğru ama öyle basit bir ihracat, ithalat malzemesi değil ki bu?.. Alınan-satılan mal değil mülk!?
Mal ile mülk’ün manasında, anlayan için epeyce bir fark vardır: Mesela “Allah’ın mülkü” deriz de “Allah’ın malı” demeyiz ya da “Adalet mülkün temelidir” deriz de “Adalet malın temelidir” demeyiz, değil mi?
Olaya; vatan toprağının topyekûn tehlikede olduğu o zor günlerde,
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ
diyen İstiklal şairi M.A.Ersoy’un coşkusuyla bakanlar da olacaktır elbette. Peki, satılan toprakların altında yatanları hayal ederek vicdanı sızlayan bu insanların sıkışan yüreğini biz neyle rahatlatacağız? Mesela “Alıp götürmüyorlar ya!” cümlesi ya da “Ya kardeşim, bu işin başındakiler senin gibi Müslüman, en az senin kadar da Memleketini seven insanlar. Rahat ol. Vatanı satarlar mı hiç” söylemi endişelerini dağıtmaya yetecek mi?..
Sıkıntı tam da burada işte! Yoksa onların Müslümanlığına, vatanperverliğine, yaptıkları diğer önemli hizmetlere bir şey dediğimiz yok. Zaten kimsenin imanını, vatanperverliğini ölçmek de haddimiz değil.
Şimdi satışlara gelelim:
Türkiye’de 2003-2012 yılları arasında yabancılara toplam 137 milyon 192 bin 231 metrekare taşınmaz satıldı. (126 milyon 119 bin 800 metrekaresi ana taşınmaz, yani arazi-toprak), 11 milyon 72 bin 430 metrekaresi kat mülkiyeti.)
Tekrar ediyorum; eğer rakamlarda hata varsa yetkililer lütfen düzeltsinler. Biz de derhal burada dile getirelim ve hem onlardan hem de milletten özür dileyelim. Mahcup olmaktan çekinmiyorum, zira bu da gerçeğin bilinmesine sağlayacağı için güzel bir hizmet olacaktır.
Hata yoksa da bu beldelerin büyük ölçekli bir haritasını çıkarsınlar ve o toprakların altında yatanların torunları olarak bizlere hangi beğenilmeyen kıyının, hangi ücra köşenin, hangi köhne kenarın kaldığını açık yüreklilikle ve devlet adamı sorumluluğuyla göstersinler!
Bir de şu konu var ki akıl alır gibi değil. Bir cevap lütfeden olursa çok memnun olacağım: Tamam, sahilleri anladık; yılın 350 günü doğru dürüst güneş görmeyen ülkelerin vatandaşları bizim Alanya’nın, Antalya’nın, Didim’in, Kuşadası’nın güneşiyle yanmak istiyorlar, güzel. Peki, o zaman sormak gerekmiyor mu, “bu adamların Yozgat’ta, Kırşehir’de, Nevşehir’de, Kahraman Maraş’ta işi ne” diye.
2003-2012 arasında en fazla taşınmaz satılan ilimiz Yozgat! Evet, yanlış okumadınız Yozgat…
Bu ilimizde 9 milyon 615 bin 443 metrekare (Yüzde 98’i ana taşınmaz) Bu ilginç sıralamada Kırşehir (5.816.039 metrekare), Nevşehir (4.478.220 metrekare), Kahramanmaraş (4.129.774 metrekare) da üst sıralarda yer alıyor!
Şimdi sizlere; “hanginiz parasını, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Alanya gibi iller-beldeler dururken gidip de yerli halkın bile göç ettiği Yozgat’a, Nevşehir’e, Kırşehir’e yatırırsınız?” diye bir soru sorsam nasıl bir cevap verirsiniz? “Ben yatırırım” diyen olur mu hiç?.. “Enayi miyim?” diye çıkışmaz mısınız bana?.. Peki, siz değilsiniz de elin sağlamcı Alman’ı, tilki İngiliz’i mi enayi???
Geçen yıl çıkarılan ve mütekabiliyet esasını kaldıran yasanın yürürlüğe girdiği 18 Mayıs 2012 tarihinden 2013’ün Ocak ayının sonuna kadar (yaklaşık 7 ay) 9 bin 916 kişiye tam 4 milyon 525 bin 680 metrekare taşınmaz satıldı ülkemizde. Yasa işe yaradı yani, satışlar iyi. İyi de ne demek ekmek peynir gibi maşallah; önceki yılın aynı dönemine göre iki mislinden fazla!
Bu dönemdeki satışlarda da çok ilginç özellikler var:
En fazla satış bu sefer Mardin’de olmuş! Tamamına yakını ana taşınmaz olmak üzere 575 bin 859 metrekarelik satış gerçekleşmiş bu ilimizde. Yunanistan uyruklu 9 bin 703 kişi Türkiye’de toplam 2 milyon 160 bin 113 metrekare taşınmaz edinmiş (Tamamına yakını ana taşınmaz). Söz konusu taşınmazın 1 milyon 184 bin 974 metrekaresini 3 bin 23 Türk asıllı Yunan vatandaşı satın almış. Ve bu satışlar sadece 2 ay içerisinde (18 Kasım 2002’den 15 Ocak 2013) vuku bulmuş!
Yani bu durumda… kusura bakmayın, biraz sokak dili olacak ama “Ya ne oluyoruz arkadaş?” demeden edemiyor insan? Sahi sayın yetkililer neler oluyor? Bunların manası nedir? Bu konuya bakan, meseleyi inceleyen, takip eden, satışların böyle özellikler arz ettiğine dikkat çeken, bununla dertlenen ve bu dertle bir önlem alma ihtiyacı duyan elemanlarınız, birimleriniz var mı? Varsa ne yaptılar şimdiye kadar?..
Şimdi bütün bu rakamlardan ve özellikli alıcılarından sonra hala gözleri kapamak, kulakları tıkamak, kafayı kuma sokmak mümkün mü sizce; kör müyüz, sağır mıyız, deve kuşu muyuz biz?.. “İyi ama sıcak para giriyor ülkeye, ekonomik dengeler düzeliyor” kuru söylemi gönüllere su serpmeye yetiyor mu?
Yahudilerin 1914’te kurdukları fonlarla Filistin topraklarında ilk olarak 100 bin kişilik bir koloni kurduklarını, sonra bunu gün be gün büyüterek 1948 de devlete dönüştürdüklerini ve soykırım söylemini de iyi kullanarak devletlerinin varlığını ve meşruiyetini sağladıklarını düşündükçe… Unutmayalım, evet, o toprakların (eski) sahiplerinin de ceplerine sıcak para girmişti! Ama ya şimdi???
Böyle bir soykırım iddiası da malum, Ermeniler için mevcut. Onların kafasında Anadolu’nun büyük kısmı büyük Ermenistan’ın sınırları içerisinde! İlgili Bakanlığın açıklamalarına göre Ermeni’ye, iki ülke arasında diplomatik ilişki olmadığı gerekçesiyle mal satışı yok… İyi de başkasının adına (Türk ortaklı şirketler ve adi ortaklıklar aracılığıyla) alınan mallar ne olacak? Anlamı yok mu bunların hiç?
İngiliz, kendisinden binlerce kilometre uzaktaki(Güney Amerika’nın ucunda) Falkland adalarına donanma gönderip bilmem hangi kayalık için Arjantin’le resmen savaşa girişirken, binlerce vatandaşının satın almış olduğu topraklarla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti veya Türk vatandaşları ile çıkacak sorunları görmezlikten mi gelecek? “Beni ilgilendirmez, bu sizin iç işlerinizdir” mi diyecek? ABD’yi, AB’yi, Birleşmiş Milletleri filan devreye sokup burnumuzdan getirmeyecekler mi ödedikleri üç kuruş parayı?
Almanya’nın demir leydisi Merkel, üyeliğimiz için yaptığı tüm engellemeleri unutup AB Müktesebatından filan dem vurmayacak mı? Almanya’daki dükkan sahibi vatandaşlarımızı örnek vermeyecek mi? (karşılığı olmadığını yukarıda belirtmiştik)
Ya İsrail? Yahudi ortaklı şirketlerin satın aldığı bu araziler üzerindeki hükümranlıklarına en ufak bir bir halel geldiğini düşündüğünde, içeriden, dışarıdan, meşru, gayrı meşru her türlü enstrümanı kullanıp dünyayı ayağa kaldırmayacak mı?
Peki, onlar böyle şeyler yaparken biz onlara eşit bir karşılık verebilecek miyiz? Onların ülkelerindeki taşınmazlarımız için (o da varsa tabii!) aynı güçlü davranışı gösterebilecek, haksız uygulamalara aynı sertlikte müdahale edebilecek miyiz?
Asil Nadir olayını unutmayalım: Hem Kıbrıs vatandaşı hem de (bildiğim kadarıyla) İngiltere vatandaşı olan bu iş adamının, İngiltere’deki mal varlığı biraz palazlanınca başına neler geldiğini-getirildiğini, nasıl alaşağı edildiğini hatırlayalım. KKTC’nin ağabeyi bir devlet olarak haksızlığa uğrayan, Türkiye’de de yatırımları olan bu soydaş işadamına hiç bir yardımda bulunabildik mi? Mesela mallarının bir kısmını İngiliz maliyesinin elinden kurtarabildik mi? Türkiye’deki yatırımlarının da etkilenmesini önleyebildik mi?
Bu arada, KKTC’deki eski arazi sahiplerinin (Rumlar) Avrupa Mahkemelerinde açtığı ve savaş hukukundan doğan bir hak olmasına rağmen aleyhimize sonuçlanan davaları da hatırlayalım.
Bir de satılan bu toprakların altındaki maddi değerler meselesi var ki, o çok daha derin araştırmayı gerektiren başka bir yazı konusudur!
Kapitülasyonlara,1923’te imzalanan Lozan Antlaşması çerçevesinde son verilmişti. Buna karşılık (veya değil!) 1.Dünya Savaşı’nda yenildiğimiz ülkelerin yurttaşlarına “mütekabiliyet” ilkesi çerçevesinde taşınmaz edinme hakkı tanınmıştı. Bu hak (mütekabiliyetten de vazgeçmiş olarak) bugün de devam ediyor.
Şimdi biz bu makale serisinde yazdıklarımızla sanki 1923’ün de gerisine düşmüş gibi olduk. Hatta bir halt daha işledik (!) ki bu öyle kolay savunulur bir şey değil; Özal, Erdoğan bir yana Atatürk’ün uygun gördüğü bir anlaşma maddesini de yermiş olduk!!! Yani sonuçta hem Atatürk’e, hem Özal’a, hem Erdoğan’a karşı durmuş olduk! Eee bu durumda söylenecek şey, herhalde “kardeşim senin yatacak yerin yok” olsa gerek!
…Eski kafalı mı oldum ne!? Ama benim gibi düşünenlerin hepsi de mi eski kafalı!?.. Valla bu sorulara cevap verilmez, bu endişeler giderilmezse, inancım odur ki yakında eski kafalılar çoğunluk olacak ve yeni kafalılar kör sandıkları bu insanların arasında şaşı kalacak gibi geliyor bana.
Üç yıl önce “Allah Bu Memleketi CemaatÇİLİK’ten Korusun, Amin” başlığı altında dört makale yayımladığımda yoğun eleştiriler almıştım, “kardeşim sen sosyal bilimci misin, başka işin mi yok, bu işlerin zamanı mı şimdi” diye… Muhalif sayıldık, Cami duvarına pislediğimiz söylendi. Bu meyanda ufak tefek (!) bazı bedeller de ödedik tabii.
Ama o konudaki haklılığım geç de olsa anlaşıldı. Şimdi burada körden şaşıdan bahsederken o gün bana “sosyal bilici misin?” diye itiraz eden dostlarıma hatırlatmak istiyorum: Hiç olmazsa bu konuda peşim hüküm vermeyin. Zira otuz küsur senelik göz doktoruyum ve körlükten, şaşılıktan iyi anlarım!
…Vatandaş olarak Ak Parti hükümeti ve TBMM’den, ülkemizin yararına olduğu çok şüpheli olan bu düzenlemelerde; öncelikle rakamların net olarak açıklanmasını, ana taşınmazlar için yabancılara sadece belli süreler için kullanım hakkı tanınması ya da kiralama usülünün uygulanmasını, mütekabiliyet olmayan ülke vatandaşlarına tapu verilmemesini, yer altı-yerüstü tüm doğal zenginliklerimizin daha doğru biçimde kullanılmasını, bu kadar hassas konularda kanun çıkarılırken ya da hüküm verirken vatandaşın yeterince bilgilendirilmesini, gerektiğinde onayının alınmasını bekliyor ve talep ediyoruz.
Son sözü, Namık Kemal’e bırakalım (Hürriyet Kasidesi’nden):
Vatan bir bî-vefâ nâzende-i tannâza dönmüş kim
Ayırmaz sâdıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetten
Vatan bir vefasız alaycı sevgiliye dönmüş
Ona aşkla bağlı olanları gurbetin acılarından ayırmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.