Mehter hiç yasaklandı mı?
İstanbul’dan Canan Gürol soruyor:
“Mehter ne zaman kuruldu? Cumhuriyet döneminde yasaklandığını duymuştum, doğru mu?”
Kayıtlara göre, Osmanlı Devleti’ne mehter Anadolu Selçuklularından geçmiş. Osman Gazi’nin kurduğu beylik; Bizans’a karşı önlemli zaferler kazanınca, Anadolu Selçuklu hükümdarı, 1284 tarihinde, Kara Balaban Çavuş’la bağımsızlık alâmeti olarak tuğ, âlem, tabl (davul), nekkâre (çiftenâra) ve beyaz bir sancak (yani mehter takımı) göndermiş.
Osman Gazi, bir ikindi vakti mehterin “nevbet vuruşu”nu çadırının önünde ayakta dinlemiş, o günden sonra da padişahların mehteri ayakta dinlemeleri gelenek olmuş…
Hadidi, kendi adıyla anılan tarihinde, “Padişahlar hâlen mehteri ayakta dinlemektedirler” anlamında: “Henüz var padişahlarda âdet/ Ayak üzre dinlerler, çalınsa nevbet!” diyor…
“Nevbet” nedir derseniz, mehterin aynı makamda birçok parçayı ard arda seslendirmesine “nevbet” denir. Önceleri günde beş kez her namazdan önce nevbet vuran “Mehterhane-i Hakanı”, Sultan II. Mehmed (Fatih) döneminde yalnız ikindi namazlarından önce çalmaya başladı. Bunun dışında cüluslarda, kılıç alaylarında, zafer müjdesi geldiğinde, arife divanlarında, şehzade ve sultanların doğum ve sünnet düğünlerinde de nevbet vurulurdu.
“Mehterhâne-i Hakanı” ya da “Mehterhâne-i Hümayun” seferde padişahın, padişah yoksa Serdar-ı Ekrem’in (başkomutan) çadırı önünde nevbet vururdu.
17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılda Topkapı Sarayı’nda “Demirkapusu” denen yerde, ayrıca Eyüp sultan, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Kavak, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar gibi semtlerde geceleri yatsı namazından sonra ve sabah namazı öncesinde nevbet vurulması âdettendi.
Savaşlarda mehter takımındaki sayı artırılır, onsekiz kata kadar çıkarılırdı. Onsekiz büyük davula aynı anda inen tokmaklardan çıkan sesi varın siz hayal edin: Kuşatılmış kalede yaşayanların morali sıfırlar, kuşatanların ise gücüne güç katardı.
Yüzyıllarca nevbet vuran Mehterhâne, “Yenilikçi Padişah” II. Mahmud tarafından 1828’de kapatıldı. Yerine Napolyon Bonapart’ın emekli bando subayı Giuseppe Donizetti’ye “Mızıka-i Hümayun” adlıyla Batı türü bir bando kurduruldu.
Mehterin yeniden canlandırılması, 1914 yılında oldu. Ama bu kez sembolik mahiyette idi ve sadece Askeri Müze’de yer alıyordu. Eski hali değiştirilmiş, icracılara ek olarak, bir tuğ takımı ile yeniçeri ortalarını sembolik olarak temsil eden askerler eklenmişti (bugünkü mehter takımları da böyledir).
Derken, başına bir felaket daha geldi: Hızlı batılılaşma sürecinin bir gereği olarak, 1935’te, tüm eski müesseseler gibi, o da yasaklandı.
Üstelik bu seferki yasak eskisinden çok daha şiddetliydi, özel kurumlar bile mehter kuramayacaklardı. Bir anlamda öldürülmüştü.
Mehterin ölüm hali 1952 yılına kadar sürdü. Rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in nefes vermesiyle bir kere daha dirildi. Askeri Müze bünyesinde kurulan mehter takımı, tekrar nevbet vurmaya başladı. Hâlâ vuruyor çok şükür.
Yalnız bir sıkıntı var: Önüne gelen mehter takımı kuruyor. Bir sürü acemi, üzerlerine bol yahut dar gelen kıyafetler içinde sahneye çıkıp eğitimsiz sesleriyle bas bas bağırıyorlar. Böyle birkaç “kakafoni”ye (kulağı tırmalayan uyumsuz ve âhenksiz sesler) denk geldim. Çok yorucu oluyor.
Hâlbuki mehter ciddi iştir (sema da öyle, ama ikisi de rezil ettik), o kadar ki, Mozart ve Haydn gibi meşhur Batılı bestekârlara ilham kaynağı olmuştur.
Ayrıca Alman bestecisi Beethoven, “Türk Marşı” adını verdiği bestesini mehterin bir cenk marşından adapte etmiştir.
Avusturyalı Bestekâr Mozart, bestesine kattığı “Allah Allah” seslerini yine mehterden almıştır.
Lütfen perişan etmeyelim.
NOT: Onbeş gün kadar bu köşede yokum. Haklarınızı lütfen helal edin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.