Yener Dönmez

Yener Dönmez

Hz. Peygamber’in denetlediği Ordu

Hz. Peygamber’in denetlediği Ordu

Dün Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Başkomutan” sıfatıyla gerçekleştirdiği resepsiyonun davetlisiydik.

Bu sene pek çok yeniliğin yaşandığı 30 Ağustos Zafer Bayramı ilk kez tarihi misyon ve ruhuna uygun biçimde kutlanmış oldu.

Geçmiş yıllardaki, örtülü-örtüsüz, eşli-eşsiz garabetinin yerine haberlerimizden de ayrıntılı biçimde takip edeceğiniz gibi birlik ve bütünlük görüntüsünün hakim olduğu Türkiye’ye yakışan bir resepsiyon gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı’yla, Meclis Başkanı’yla, Başbakan’ıyla, Genelkurmay Başkanı’yla, bakanlarıyla, kuvvet komutanlarıyla, milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla dışarıya karşı “tek hedef, tek yürek” mesajı verilmiş oldu.

Bunlar güzel günler, özel anlar. Bu tarihe böyle geçecek.

Buhranlı A.N. Sezer dönemini, cumhurun vicdanını kanatan alternatif resepsiyonları hatırlatmak istemem ama geçmiş yıllarda düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonlarına eşleri başörtülü olduğu için milletin seçtiği Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’na, Başbakan’a, bakanlara, milletvekillerine eşsiz davetiye gönderilmesinin burukluğu hafızalardaki tazeliğini koruyor maalesef. Keşke o günleri hiç yaşamasaydık. Keşke bu ülkenin evlatları ötekileştirilip “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” muamelesi görmemiş olsaydı.

Geçen yıl Başbakan Erdoğan Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Çankaya Köşkü’nde düzenlenen resepsiyonda eşiyle birlikte katılmasına ilişkin soru üzerine, “Emine hanımla bizi buraya sokmayanlar utansın” demişti.

Ne hazin bir durum değil mi?

Ama olanlar oldu. Tüm bunlardan ders çıkarmaktan başka çaremiz yok.
Geçmişten ders almak için de her şeyden önce 30 Ağustos’a ve oradaki şuur, azim, irade, inanç, ruh ve kararlılığa bakmamız lazım.

Çocuklarımızı bu ruh ve şuurla geleceğe hazırlamamız gerekiyor.

Sadece 30 Ağustos tarihi mi?

Ağustos ayının bütünü bizim tarihimiz açısından çok özel bir öneme sahip.

Malazgirt, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık ve Mohaç Zaferleri, Belgrad ile Kıbrıs’ın fethi, Kurtuluş Savaşı’nın omurgasını teşkil eden Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz hep ağustos ayı içerisinde gerçekleştirilmiş.

Mukaddes değerler uğruna milyonlarca vatan evladı bu ayda şehadet şerbetini içmiş gözünü kırpmadan… Bu kutsal topraklar bu ruhla fethedilmiş, bu düşünceyle, bu iradeyle korunmuş.

Şair’in şu mısraları ne güzel ifade ediyor bu duygu ve düşünceyi: “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır; Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır!” Tıpkı İstiklal Marşımızdaki dizeler gibi: “Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda/Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda/Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Tarihimiz nice kahramanlık destanlarıyla dolu…

Ancak Mohaç’ta sabahlayan Budin’de akşamlayan bir ufuktan, zulme kalkan, mazluma halaskar olan bir anlayıştan, Malazgirt, Sakarya, Dumlupınar destanını yazan bir dönemden sonra kendi öz değerlerine hasmane tutumlar sergileyenler de oldu bu ülkede.

Ama adaletin tecellisi de, hatalardan dönülmesi de büyük bir erdem.

Geçmişimizi doğru öğretmemiz, iyi analiz etmemiz gerekiyor.

Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy anlatıyor:

“Her sabah Sultanahmed Câmii’ne erkenden giden bir zât vardı. Mihrâbın bir kenarında saçı-sakalı bembeyaz olmuş bu ihtiyar adam, ümitsiz bir şekilde durmadan ağlıyordu. Niyâhet bir gün yanına sokuldum, ‘Muhterem’ dedim. ‘Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun?’ Bana ‘Beni konuşturma. Kalbim duracak’ dedi. Çok ısrar edince anlattı: Ben Abdülhamid devrinde bir binbaşı idim. Anam-babam vefât edince sadârete bir dilekçe gönderdim. Dedim ki ‘Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezâretçiye ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum’. Sadâret benim dilekçemi padişaha göndermiş. Bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi. ‘İstifa kabul edilmedi’ deniyordu. Ben bir daha gönderdim.

Bizzat huzura çıkıp şifâhi görüşmek istedim. Ben o cehâlet ile padişahın huzuruna çıktım: ‘Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur’ dedim. Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Isrârıma da dayanamadı. Öfkeli bir edâyla, elinin tersi ile: ‘Haydi! İstifa ettirdik seni’ dedi. Ben dönüp işimin başına geldim.

Gece mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Yıldız Sarayı’nın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusunu teftiş ediyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri orada idi.

Abdülhamid edeple Fahri Kâinat Efendimiz’in arkasında duruyordu. Derken benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı.

‘Nerede bunun kumandanı?’ diye sordular.

Ya Rasûlüllah çok ısrar etti. ‘İstifa ettirdik’ dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) da: ‘Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik’ buyurdular. Ben ağlamıyayım da kim ağlasın?”

Evet değerli okuyucularım, tarihimiz böyle anlamlı, böyle yüce hatıralarla dolu.
Bu vesile ile aziz şehidlerimizi bir kez daha minnetle anıyoruz.
Ruhları şâd olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Yener Dönmez Arşivi