Elinden ve Dilinden Emin Olmak Bu mudur?
Müslümanı en güzel tarif eden sözlerden birini söyleyin deselerdi, hiç şüphesiz ilk akla gelen hadis-i şeriflerden biri şu olurdu: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”(Tirmizi,İman,4/443, H.2628).
Emin olmak nedir? Meşru bir sebep olmaksızın insanlara zarar vermemek, onları ziyana uğratmayıp sıkıntıya düşürmemek, rahatsız etmemektir. Esasen, Arapça “slm” kökünden gelen bu kelimeyi; emniyet, barış, güven, dostluk, teslimiyet, itimat, dürüstlük, doğruluk, selamet, huzura erme, rahata kavuşma, mutluluğa ulaşma…gibi oldukça geniş bir yelpazede tanımlamak mümkündür.
Zaten Müslümanlık, insanı tüm bu özelliklere sahip kılması için vardır. Müslümanın nihaî hedefi de, bu özelliklere sahip olmaktır.
***
İslam dünyasında alim ve arifler, mürşit ve muallimler; Hz.Peygamber’in (a.s) belirttiği bu özelliklere sahip olması için talebe veya müritlerini yetiştirmeye çalışırlar. Tarihi geçmişimizdeki medrese ve tekkelerde, yüzyıllar boyu yapılagelen eğitim ve terbiyenin amacı da buydu. Fikirler ve zikirler, hep bu amaca hizmet ediyordu.
Gelin görün ki, geçmiş değerlerimizden çok şeyi kaybettiğimiz gibi, bugün bu özellikleri de kaybetmiş bulunuyoruz. Dün yaşanan bir olay, yukarıdaki hedefler için bir araya geldikleri düşünülen ve kendilerini zikir ehli olarak tanıtan bazı insanların, bu hedeften ne kadar uzak olduklarını maalesef göstermiştir!
Kamera kayıtlarından da anlaşıldığına göre, bir grup insan bir caminin alt katında zaman zaman bir araya gelip yüksek sesle zikir çekiyorlar ve zikirlerini de cami hoparlörüyle dışarıya duyuruyorlar. Ancak, komşular bu sesten rahatsız oldukları için karşı çıkıyor ve seslerini dışarıya vermemelerini istiyorlar!
Vay, siz misiniz karşı çıkan?!..
Sonuç, ne dervişliğe ne de müslümanlığa yakışıyor!.. Bağrışıp çağrışmalar, hakaretlerle başlayan kavga ve darp, birbirlerini yaralamalar, karakolluk ve adliyelik bir vak’a çıkıyor karşımıza!...
Şimdi ne demeli?
***
Diyecek çok şey var ama yerimiz kısa. Yine de söyleyelim:
A be kardeşim, odada zikrinizi yaptınız, size kimse karışmadı. Bunu hoparlörlerle dışarı vermenin âlemi var mı? Komşuların ya hastası var, ya beşikte çocuğu, kundakta bebeği var, ya çalışanı var, ya uyuyanı var, ya da istirahat edeni var! Bebek ağladı diye Peygamberin farz namazı bile kısa tuttuğunu bilmiyor musun?
Hadi, hafî zikri çekmiyorsun, celî zikri tercih ediyorsun, tamam ama kendi kulağının duyması sana yetmiyor mu da el-âleme zikrini duyurmaya kalkışıyorsun? Böyle bir ilâna hakkın var mı? Nihayet bu nafile bir ibadet!... Riyadan da mı korkmuyorsun!?..
Hani sen, bir Müslüman olarak hiç kimseye zarar vermeyecek, kimseye ezâ etmeyecektin? Elinden ve dilinden kimse rahatsız olmayacaktı Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek, derviş gönülsüz gerek... bunları da geçtim. Senin Peygamberin bu yaptığını yaptı mı ki, sen yapıyorsun? Hani, sen Peygamberine tabi olacaktın, ona uyacak, ona itaat edecektin!?
***
Müslüman, Allah Resulü’ne tâbi olandır. Allah, Peygambere uymayı, ona itaat etmeyi emrediyor.
Bu konuda pek çok ayet-i kerimeden üç tanesini aktararak sözü noktalayalım:
“Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik.”(Nisa,64). “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.”(Haşr,7). “Allah ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin…”(Enfal,46).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.