Evlad-ü Iyal Kaygısı 2
Geçen yazımızda Kur’an’ın sık sık mü’minleri uyardığı bir ayeti konu edinmiştik:
“Ey inananlar! Eşlerinizden ve çocuklarımızdan bazıları size düşmandır. Onlardan sakının. Eğer affeder, hoş görür, bağışlarsanız muhakkak ki Allah da çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Mallarınız ve evlatlarınız bir sınav konusudur. Büyük mükafat ise Allah katındadır.”( Teğabun, 64/14-15.)
Orda geçenlerin üzerine şunları söylemek de gerekir. Bir mücahidin verdiği mücadele yüzünden başlarına bir şey gelebilir endişesiyle bizzat eş ve çocuklar Müslümanın yoluna dikilip görevini yapmasına engel olabilirler.
Hâtıb b. Ebi Beltea'nın böyle bir işe konu olacağını kim bilebilirdi? Demek ki çok ciddi bir duygubu! Mekke'nin fethedildiği yılda Peygamber (sav)'ın askerleriyle Mekkeliler üzerine yürüyeceğini gizli tutuyordu. Ama o yazdığı bir mektupta bunu düşmana bildirmek istedi. Olay Mekke fethine hazırlık esnasında olmuştur. Şöyle ki:
Ebu Süfyan Medine’den gittikten sonra Resuli Ekrem Efendimiz (sav) artık kat'î kararını vermişti: Sefere çıkılacak, Allah Teâlâ’nın izniyle Mekke fethedilecekti. Ancak bu Kureyş müşriklerinin üzerine yürüme kararını son derece gizli tutmak istiyordu. Bu, onun çoğu zaman başvurduğu bir tedbirdi. Bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla kan dökülmeden onu teslime mecbur etmek için başvuruyordu. Çünkü o, her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe memurdu, insanları imhaya değil. Teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoğunun gönlü İslâm'a kayabilirdi. Böylece de îman nîmetini elde etmiş olabilirlerdi! O hâlde, düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî gayesine daha uygundu.
Bu sebepledir ki, Mekke Seferinde de maksadını son derece gizli tutuyordu. Hattâ, Hz. Âişe Vâlidimize sâdece, "Yol hazırlığımı yap" demekle yetiniyordu. Ayrıca, bu seferde Efendimiz, gizliliğe daha çok ihtiyaç duyuyordu. Çünkü, Mekke-i Mükerreme gibi mübarek bir beldeye kan akıtmadan girmek, Kâbe-i Muazzama gibi yeryüzünün en şerefli ve faziletli binasını, kimseyi öldürmeksizin putlardan temizlemek istiyordu. Şu duası da bu niyetinin açık ifadesiydi:
"Allah'ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hâle getir! Beni, birdenbire görüp işitsinler!"
Hattâ, Kureyş müşriklerinin üzerine değil de Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için Ebû Katade Hazretlerini askerî bir birlikle İzam Vadisi tarafına gönderdi. Böylece, Mekke tarafına değil de, Necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.
İşte, bütün bu tedbirlere başvurduktan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, bir kısım ashabına Mekke üzerine sefere çıkılacağını haber verdi ve hazırlanmalarını emir buyurdu. O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, "Allah'a ve âhiret gününe inanan, Ramazan başında Medine'de hazır bulunsun!" diye haber gönderdi. Nebîyyi Ekrem Efendimizin bu davetini duyan birçok kabîle, Ramazan ayı başında Medine-i Münevvere'ye gelmeye başladı.
Gönülleri Allah ve Resulünün muhabbetiyle coşup taşan 10 bin mücâhid, Medine'de hazır bekliyordu. Bunların 700'ü Muhacirlerdendi. Beraberlerinde 300 at vardı. Ensâr'ın mevcudu ise dört bin idi. Onların da yanında 500 at vardı. Geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen Müslümanlar teşkil ediyordu.
Resûli Kibriya Efendimiz, Medine'de yerine Ebû Rühm Külsüm b. Husayn'ı vekil bıraktı. Bu haliyle İslâm Ordusu, hareket için Hz. Resûlullah'ın emrini bekliyordu.
Bu sırada Peygamber Efendimiz, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Mikdad b. Esved'e şu emri verdi:
- Sür'atle gidiniz! Hah Bahçesine vardığınızda, hayvan üzerinde, yanında mektup bulunan bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alıp bana getiriniz!
Bu emrin sebebini sormaya gerek duymadan, üç sahabî, son sür'at yol alıp Hah Bahçesine vararak orada kadını buldular. Kadına,
- Yanındaki mektup nerede? diye sordular. Kadın
- Benim yanımda mektup filân yok! diye cevap verdi.
O zaman kadının devesini ıhdırdılar. Onu üzerinden indirip eşyasını aradılar, fakat mektup nâmına bir şey bulamadılar.
Bunun üzerine Hz. Ali, kılıcını sıyırdı ve kadına hiddetle,
- Allah'a yemin ederim ki, dedi, Resûlullah (a.s.m.), hiçbir zaman gerçek dışı konuşmaz. Ya sen bu yazıyı çıkarırsın, ya da biz yapacağımızı biliriz; gerekirse elbiseni çıkartır, üstünü başını ararız.! Kadın,
- Siz Müslüman değil misiniz? dedi. Mücâhidler,
- Evet, Müslümanız; ama Resûlullah (a.s.m.), bize, beraberinde mektup bulunduğunu söyledi, diye konuştular.
Kadın, kurtuluş çâresinin kalmadığını anlamıştı. Mücâhidlere,
- Yüzünüzü başka tarafa çeviriniz, dedi.
Sahabîler yüzlerini çevirince de, başının örgülü saçlarını çözdü. Mektubu oradan çıkarıp Hz. Ali'ye uzattı. Vazifeli sahabîler, mektubu alıp Hz. Resûlullah'a getirdiler. Mektup müşriklere hitaben, Peygamber Efendimizin hazırlığını haber vermek üzere yazılmıştı! Herkeste bir hayret başlamıştı. Bu mektubu kim yazabilir, bu ihaneti kim yapabilirdi? Çok geçmedi, merak yerini şaşkınlığa bıraktı. Çünkü mektup, "Bedir ashabı"ndan olan kıymetli sahabi Hatıb b. Ebî Beltaa tarafından yazılmıştı.
Peygamber Efendimiz, derhâl Hz. Hatıb'ı huzuruna çağırdı. Hz. Hatıb gelince, mektup kendisine okundu. Resûli Ekrem,
- Bu mektubu tanıdın mı? diye sordu.
- Evet, tanıdım! dedi.
- Bunu sen mi yazdın? Hz. Hatıb inkâr etmedi:
- Evet, ben yazdım! Peygamber Efendimiz,
- Bunu niçin yaptın? diye sordu. Hz. Hatıb izah etti:
- Yâ Resûlallah!.. Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! Ben, Kureyşlilerden olmayan bir kimseyim. Muhacir Müslümanlar gibi, Mekke'de ailem ve mallarımı koruyacak kimsem de yok. Ben, bunu, Kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da ailemi korusunlar diye yaptım! Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! Vallahi, ben Allah'a ve Resulüne olan îmanımda sabitim!
Peygamber Efendimiz,
- Doğru söyledin! buyurdu; sonra ashabına dönerek, O, size doğru söyledi! Bunun hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiniz, dedi.
Kendisini zabtedemeyen Hz. Ömer,
- Bırak yâ Resûlallah, şu münâfıkın boynunu vurayım! dedi.
Resûli Ekrem müsaade etmedi ve,
- O, Bedir Muharebesinde bulunmuştur! Ne bilirsin; belki Allah, Bedir Harbine katılmış bulunanlara, savaş günü bakıp, 'Siz istediğinizi yapınız; Ben sizi affetmişimdir. Cennet size vâcib olmuş, siz de Cennet'e girmeye hak kazanmışsınız.' buyurmuştur.’ diye konuştu.
Manzara karşısında Hz. Ömer'in gözleri doldu ve,
- Allah ve Resulü her şeyi daha iyi bilir! dedi.
Bu hâdise üzerine Cenâbı Hakk, şu âyeti kerîmeyi inzal buyurarak mü'minleri ikaz etti:
"Ey îman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin! Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden onlara Peygamber'in maksadını ulaştırırsınız değil mi? Hâlbuki onlar, Hakk'tan size gelene küfretmişlerdir. Peygamber'i de, sizi de Allah'a îman ediyorsunuz diye yurtlarınızdan çıkarıyorlardı onlar... Eğer siz, Benim yolumda savaşmak, Benim rızamı aramak için çıkmışsanız bunu yapmazsınız. Onlara hâlâ muhabbet mi gizleyeceksiniz? Hâlbuki, Ben, sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki hak yolun tâ ortasından sapmış olur!"
Bu buyruğuyla yüce Allah imanın -akraba olsalar dahi- kâfirlerin veli edinilmesi ile bozulacağını açıklamaktadır.(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/176-178. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/863-864.)
Bu duygunun fitnesi bu kadarla kalsa iyi. Bundan daha acısı davar. Onu gelecek yazıya bırakalım mı?