Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Diren Tokyo, Türkiye seninle... İmza: Gezi Zekâlılar!

Diren Tokyo, Türkiye seninle... İmza: Gezi Zekâlılar!

Dün okuduğunuz yazımı yazarken, aldığım bazı “not”ları ıskaladığımı fark ettim...

Buenos Aires’ten Ankara’ya dönerken Başbakan Tayyip Erdoğan’la sohbet ettik... Sohbetin ana konusu, ağırlıklı olarak “olimpiyat” idi...
Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin 94 üyesinden 34’ü İstanbul için oy kullanırken 60 tanesi, acaba niye Tokyo demişti?..
İstanbul ve Madrid eşit oy alınca yapılan “ekstra oylama”da İstanbul’a 49, Madrid’e 45 oy çıkarken, final oylamasında bu 49 oy, nasıl ve niye 34’e düştü?..

OLANDA HAYIR VARDIR!

İstanbul’un kaybetmesinde; iddia edildiği gibi Suriye’deki çatışmalar, doping skandalları ve Gezi eylemleri mi etkili oldu, yoksa daha başka sebepler var mı?..
Kısacası, “Neden kaybettik?”
İşte bu soruyu yönelttik Başbakan Tayyip Erdoğan’a... Dün de yazdığım gibi, ilk sözü şu oldu:
“Nasip değilmiş.”
Uçaktaki sohbetimiz esnasında, bu sözünü biraz daha açtı;
“Olanda hayır vardır.”
Gerçekten de öyle değil mi;
Bizim “hayır” zannettiğimiz işlerde “şer”, şer zannettiğimiz işlerde de hayır vardır...
Bu da öyle olsa gerek...
“Gezi Zekâlılar” hariç, hemen herkes “kaybettik” diye üzüldü ama, kaybetmiş olmamız, belki Türkiye için daha hayırlı olacaktır.
Gaybı Cenab-ı Allah bilir...
Yalnız, Erdoğan’ın şu sözleri, bana göre tarihe geçecek önemde... 
Dedi ki; “Senegalli Atletizm Federasyonu Başkanı, açıkça Tokyo’yu desteklediklerini söyledi... Sebebi de, sponsor firmalar sebebiyle, onlara borçlu olmalarıymış!..”
Şu hâle bakın;
Başa kakmak gibi olmasın ama, “zor günlerinde” yanlarında Türkiye var ama, lâzım olduklarında ya ortada yoklar, ya da karşı saftalar!..
Şimdi, gelin de;
Bunu “mantık”la izah edin...
Her neyse...
Dedik ya;
“Olanda hayır vardır.”

KİM YURTSEVER?

Sayın Başbakan’ın bir sözü daha var ki, adeta bir “ibret dersi”dir...
Malûm, “uluslararası toplantılar”da aile fotoğrafı çekilirken “hangi ülke liderinin nerede duracağını” belirtmek için, yere, “o ülkenin bayrağı” serilir...
Liderler de, fotoğraf alanına gelirler, kendi bayraklarının üzerine basarlar, sonra da “aile fotoğrafı” çekilir...
Rusya’nın Petersburg şehrinde yapılan “G-20 Zirvesi”nin sonunda da “aile fotoğrafı” çekilirken, yere, yine “ülke bayrakları” serildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan geldi, “duracağı yeri” gördü ve ondan sonra da eğilip, “Türk Bayrağı”nı yerden aldı...
Lütfen dikkat;
Bütün ülke liderleri, kendi bayraklarının üzerine basarken, Erdoğan “Türk bayrağı”nın üstüne basmadı, onu aldı ve cebine koydu.
“Ulusalcılık”sa, al sana ulusalcılık!..
“Milliyetçilik”se, al sana milliyetçilik!..
“Vatanseverlik”se, al sana vatanseverlik!
Tayyip Erdoğan, böyle bir “hassasiyet” gösterirken, “İstanbul’un elenmesi”ne sevinen, sevinmekle de kalmayıp, “tencere-tava” çalan ya da “zil” takıp oynayan “Gezi Zekâlı” taife, kendilerini “yurtsever” olarak pazarlıyor, iyi mi?..
Doğrusunu söylemek gerekirse;
Türkiye’nin böyle “yurtsever”leri varsa, “düşman”a hiç ihtiyacı yok!..
Şu hâle bakın;
“Türkiye’nin Olimpiyat’ı alması” için büyük çaba sarfeden, “16 saatlik kesintisiz uçuş” yapan, “Türk Bayrağı”nın üzerine basmak yerine, onu alıp cebine koyan Erdoğan “diktatör” oluyor ama “İstanbul’un elenmesi”nden “orgazm derecesinde haz” alan “Gezi Zekâlı” güruh, kendini “yurtsever” olarak pazarlıyor!..
Hani, “at izinin, it izine karıştığı bir ülke” deriz ya; Türkiye, maalesef böyle bir ülke oldu!..
“İt”ler “Kemalist” oldu!..
İşin tuhaf tarafı;
Aynı Erdoğan, “Türkiye’yi germek”le ve “ülkeyi kamplara bölmek”le suçlanıyor!..
Ulan, Allah’tan korkun be!..
“İstanbul’un elenmesi”ne üzülen Erdoğan mı bölüyor ülkeyi, yoksa “elenmemize ve Tokyo’nun kazanmasına sevinen Gezi Zekâlılar” mı bölüyor?..
Bunlar var ya, bunlar;
Tam da “ev sahibi”ni bastıran “yavuz hırsızlar”dır!.. Bu “yavuz hırsız”lar, hem her türlü haltı yerler, hem de “ev sahibi”ni suçlarlar!..
Yuhh... Ervahına yuh!..

KURUCUSU BİR SİYONİST!

Neyse ki, “kazanan” inşallah yine Türkiye olacak... “Olimpiyat” için harcanacak “19 milyar dolar”lık para, önümüzdeki 7 yılda “sporcularımızı teşvik” için kullanılacak...
Öyle dedi Başbakan;
“Her olayda bir hayır vardır... Dünyanın parasını harcayacaktık... Şimdi bu yatırımları sporcularımıza yapacak ve madalyaları alacağız!”
Evet, bunları söyledi Erdoğan... Ama, dünyaya da bir “sitem”i vardı.
Dedi ki;
“Tokyo ve Madrid; Olimpiyat’ı daha önce almıştı... Londra da olimpiyat düzenlemişti... Adil davranılsaydı, olimpiyat İstanbul’a verilirdi... Ama, adil davranılmadı... Bir yönüyle, birbuçuk milyarlık İslâm dünyası ile bağları da kesip atıyorlar.”
İşte bu söz çok önemli...
Eğer “İstanbul” kazanmış olsaydı, İslâm dünyası, belki de “Batı dünyası İslâm karşıtlığından vazgeçiyor” diye düşünmeye başlardı ama şimdi; “Küfür tek millet” dese yeridir!..
Şunu demek istiyorum;
Türkiye’nin elenmesinde, “İslâmofo-bia”nın etkisi çok çok büyüktür!..
Hele hele;
Uluslararası Olimpiyat Komitesi;
“Fransız asıllı bir Yahudi” olan Pierre de Coubertin tarafından İsviçre’de kurulmuş ve oradan yönetiliyorsa!..
Kurucusu “Siyonist” olan bir dernekten, Türkiye gibi “halkı Müslüman bir ülke”ye hiç olimpiyat verilir mi?..
Biliyorum, bazıları diyecek ki;
“Bu işin altında da bir Siyonist buldun ya, bravo sana!”
Ben bulmadım ki;
“Hangi taşı kaldırsam altından Siyonist çıkıyor ve pis pis sırıtıyorsa, ben ne yapabilirim ki?!?”

PETERSBURG İZLENİMLERİ

Her neyse... “Olimpiyat” meselesini burada bırakıp, biraz da “gezi izlenimleri”nden söz edelim...
Efendim, “G-20 Zirvesi” için gittiğimiz St. Petersburg, “biraz soğuk”tu... Ama Obama ile Putin arasındaki soğukluğun yanında, St. Petersburg’un havası “sıcak” kalır!..
Gerek “Suriye” meselesi, gerek “Rusya’ya sığınan Amerikalı ajan” konusu, Obama ile Putin arasında soğuk rüzgârların esmesine yol açtı!..
Bu soğuklukta; ABD’nin “Dünya Jandarmalığı”nı sürdürmek, Putin’in de “Yeni Rus Çarı” olmak ve Rusya’yı “Çarlık dönemi”ne döndürmek istemesinin büyük rolü olsa gerek!..
Efendim, anlatılanlara göre, St. Petersburg şehri; 1703 yılına kadar “tam bir bataklık” imiş... Rusya’yı “Batılılaştırmak” isteyen Çar 1. Petro, şehri bataklık olmaktan kurtarmış ve “Avrupaî bir şehir” kurmuş!..
Şehrin ilk adı “Aziz Peder”den dolayı St. Petersburg olmuş, daha sonra Petrograd ve Leningrad isimlerini almış ama en sonunda yeniden St. Petersburg’ta karar kılınmış... Şehir, “60. paralel”in üstündeki en büyük metropol olması ve “Rus kültürünün şekillenmesi”ndeki katkısıyla ünlü...
Puşkin, Dostoyevski, Gogol ve Anna Ahmatova gibi edebiyatçılar, Çaykovsky, Şostakoviç gibi müzisyenler, İlya Repin ve Aivazovsky gibi ressamlar St. Petersburg’un kültürel hayatına katkı yapan önemli şahsiyetlerden sadece bazıları olarak sayılıyor...
Bir de, “Hermitage” gibi, “dünyanın ikinci büyük müzesi” var ki, gezmekle bitirilecek gibi değil... Biz, bize rehberlik eden Evrim Eken’in önderliğinde, müzeyi gezmeye “iki saatimizi” ayırabildik... O da, “jet hızıyla” bir gezinti oldu... Dışarı çıktığımızda Evrim Eken hanım dedi ki; “Müzenin 5’te 1’ini ancak görebildik!”
Bu kadar büyük bir müze...
Şehrin bir başka özelliği, “liman şehri” ve “Rusya’nın Batı’ya açılan kapısı” olması...
T.C. Petersburg Başkonsolosluğu’nun bastırdığı “Petersburg ve Çevresinde Türk İzleri” adlı kitapçıktan öğreniyoruz ki; şehirde “Osmanlı anısı”na yaptırılan birçok eser mevcut... Meselâ Çeşme Sarayı ve Çeşme Sütunu, meselâ Türk Şelâlesi ve Türk Hamamı... Petersburg’daki “Rus Millî Kütüphanesi”nde de, “5 bin civarında Türkçe eser” varmış ki, bunlar arasında “El yazması Kur’an-ı Kerim”ler ve “Sultan 2. Mahmud’un Tuğrası” da bulunuyormuş!..

TATAR CAMİİ’NDE NAMAZ

Şehirde, bir de “cami” var ki, içinde “namaz kılmak” nasip oldu... Hem de, imamımız; “Petersburg müftüsü” olan bir “Tatar”dı... Caminin adı da “Tatar Camii” idi... Camiye gidince öğrendik ki, Başbakan’ın eşi Sayın Emine Erdoğan da “öğle namazı” için oraya gelmiş...
“Nehir”leri, “kanal”ları ve “eski mimariyi koruyan binaları” ile, St. Petersburg, bir “Rus şehri” olmaktan ziyade “tam bir Batı şehri” özelliği taşıyor... Batı’da ne kadar “ünlü eser” varsa, onları hangi mimar inşa etmişse, onu getirip, aynısını yaptırmışlar!..
Yaz aylarında “Beyaz Geceler”i ile turist çekse de, “yılın sadece 25-30 gününde güneş görebiliyorlar”mış!..
Anlayacağınız “soğuk” bir şehir!..
Obama ve Putin arasındaki soğukluk ise, şehri daha da soğuttu...

BUENOS AİRES VE OYLAMA

Dün de yazdığım gibi; kaldığımız “2 gece”nin ardından, “THY’nin yeni uçaklarından Boeing 777 ile, kesintisiz uçuş rekoru kırdığı 16 saatlik bir uçuş”tan sonra “olimpiyat oylaması”nın yapılacağı Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e geldik...
Oylama öncesi, birkaç arkadaşla birlikte “kısa bir şehir turu” yaptık... “Kış”tan “bahar”a geçmeye başlayan Buenos Aires’te hava hem soğuk, hem de “yağmurlu” idi... Yine de, önemli yerlerini görme ve Kral Fahd Camii’nde namaz kılma imkânı bulduk...
“Oylama saati” geldiğinde ise, toplantının yapıldığı otele geldik, daha sonra da heyetlerin bulunduğu “salon”a geçtik ve “açıklamanın yapılacağı anı” beklemeye başladık...
Sonuç;
“Tokyo birinci, İstanbul ikinci.”
Ehh, ne diyelim;
“Diren Tokyo, Türkiye seninle” diyen “Gezi Zekâlılar” sevindi, “Türkiye sevdalıları” üzüldü...
“Tokyo kazandı, Tayyip kaybetti” diye tweet atan ve “tencere-tava” çalıp, göbek atan “Gezi Zekâlı”lara söylenecek bir tek söz var;
“Kına yakın!”
Başka da bir sözüm yok!..

Bir genç daha öldü... Ulusal Kanal’ın gözü aydın!
Bir tek “ölüm” olayı gerçek, gerisi hikâye... Hatay’daki protesto gösterileri esnasında Ahmet Atakan adlı Alevi genç dün öldü... Ağlarsa anası ağlar, gerisi yalan ağlar... Polisin üzerine “güneş paneli”ni atarken mi düşüp öldü yoksa yanındaki “Gezi Zekâlı”lardan biri itti de mi öldü?.. Gerçek olan, ölmüş olması... Nasıl öldüğü “ölü seviciler” ya da “ölüm tüccarları” tarafından elbette köpürtüle köpürtüle kullanılacaktır!..
Şurası kesin ki; birileri, “iğrenç emelleri” için “Alevi vatandaşları” kullanıyor... “Gezi eylemleri” esnasında ölen gençlerin çoğunun “Alevi” olması da, bu “kullanılma”yı doğruluyor...

İyi de, sormazlar mı insana; “ODTÜ ormanındaki ağaçlar katledilerek inşa edilen villaları” niye protesto etmediniz de, kalkmış oradan geçecek “yol” için eylem yapıyorsunuz?..
“Alevi gençler” eylem yapıyor ama “sevinenler” Doğu Perinçek’in Ulusal Kanal’ı oluyor!.. Bu, ne iş!.. Eylemler başladığında henüz “ölüm olayı” yokken; “Birkaç ölü olsa ne iyi olurdu” diyen Ulusal Kanal’cılar, herhalde şimdi göbek atıyorlardır!.. Tüm “ölü seviciler”in gözü aydın, bir genç daha öldü!.. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi