Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri
Kur’ana Adanmış Bir Ömür, Peygamberimizin İzini Süren Allah Dostu (1)
Her büyük insanı anlatmak güçtür. Sadece anlatmak değil, anlamak da zordur. Ne yazsanız asıl yazılması gerekenleri yazamadığınızı düşünürsünüz. Süleyman Efendi’yi anlamak ve anlatmak, gücümüzü aşar. Hizmet ettiği devrin şartlarını düşündüğünüzde, insan ömrüne zor sığacak tarihi hadiseleri ibretle yorumladığınızda, bizlere intikal eden manevî mirasa nasıl sahip çıkmamız gerektiğinin de dersini alırsınız. Allah’ın hıfzu himayesinde olunmadan bu kabil faaliyet ve hizmetlerin verilmesinin mümkün olmadığının idraki içinde Böyle bir ‘Allah Dostu’na sahip olmanın lütfuna mazhariyeti yaşayarak yazarsınız kusur ve küsurunuzla… Kur’an indirildiği geceyi bin aydan daha hayırlı ve bereketli kılarsa, indiği ayı diğer aylardan üstün ay haline getirirse; Ona hizmet edeni de elbette üstün kılar. Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretlerinin büyüklüğü ve farklılığı, Allah Kelamı’nı okuma ve okutma seferberliğini gerçekleştirmesi ve Allah Rasulünün sünnetini ihya etmesi, o izi sürmesiyledir.
Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadiste, Peygamber Efendimiz: “Allah her yüzyılın başında bu Ümmete dinini yenileyecek birini gönderir.” Buyurur. Hadiste zikredilen yenileme dinde değil, Müslümanlar üzerindedir. Zayıflayan dine bağlılık, dini anlayışı, idraki yenileme vazifesini bu insanlar yerine getirir. Bu gönderilenlerin muayyen bir zamanı ve yeri yoktur. Allah dilediğini, dilediği zamanda gönderir. Aynı zamanda, dilerse birden fazla âlimi de gönderir. O fetret döneminde gönderilen âlim, mücahid, mürşid ve dâvâ adamının adı da: Silistre’li Süleyman Efendidir. (rahmetullahi aleyh)
Talebeliğinin devam ettiği dönemde Birinci Dünya Harbini, Balkan Savaşlarını, Balkanların elden çıktığını, doğup büyüdüğü Silistre’nin İslam beldesi iken Bulgaristan tarafından işgal edildiğini yedi milyon kilometrekare yüzölçümü olan bir Devletin nasıl elden çıkıp büyük mücadelelerden sonra ancak mevcut durumun kurtarıldığını büyük bir hüzün, ibret ve dehşetle müşahede eder. Bu durum, yaşadığı hadiselerin canlı şahidi bir Evladı Fatihan olarak Süleyman Efendi de muasırlarında görülmeyen bir ‘tarih şuuru’ meydana getirir. Meşhur yazarlarımız, edebiyatçılarımız, âlimlerimiz, din adamlarımız, feylesoflarımız Abdülhamid Hana karşı akıl almadık gaflete hatta ihanete düşerken, bazıları Abdülhamid’i düşürmek için harekete geçen İttihat ve Terakki’nin emrindeki ‘Hareket Ordusu’nun içinde yer alırken, Süleyman Efendi, büyük bir basiret ve firasetle bu oyunun içinde olmaz, bu gaflete düşmez. Yeni bir dönemin başladığını, dinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla hayattan çektirildiğini, en küçük bir dini faaliyet gösterenlerin idamla yargılandıklarını, mâziyle bağımızı tamamen koparan inkılapların Millet bünyesindeki tahrifatını ve tahribatını yakinen müşahede eder. Kurulan darağaçları, İstiklal Mahkemeleri, kapatılan medreseler, ortada bırakılan müderrisler… Bütün bunlar Süleyman Efendi de Tarihi ve İslamî vazife, mes’uliyet ve mükellefiyetin kendisini beklediğini hissettirtir. O artık kelle koltukta Muallimdir, Mürşiddir, Dâvâ adamıdır, Mücahittir ve artık cephededir.
Ne garip tecellidir ki icazetnâme alışını (Kudat’tan 1918 ve Mütehassısiniyn 1919) takip eden beş sene içinde, TBMM’si kurulur, Osmanlı Devleti yıkılır, Sultan Vahidüddin sürgüne gönderilir, Tevhidi Tedrisat Kanunu yürürlüğe girer. Buna istinaden medreseler, tekkeler, zâviyeler kapatılır. Harf inkılabıyla da mâzisiyle koca bir milletin irtibatı kesilir. Hafıza kaybına uğrayan bir millet durumuna düşürülür.
İlim adamlarındaki yeisi, ümitsizliği, karamsarlığı, bedbinliği Süleyman Efendi telafiye çalışır. Yetiştirdiği 15-16 yaşlarındaki güzide talebelerini Ömer Nasuhi BİLMEN gibi, Elmalılı Hamdi YAZIR gibi, Hasan Basri ÇANTAY, Ahmet Hamdi AKSEKİ gibi o dönemin büyük âlim ve müfessirlerine göndererek olara ümit, aşk ve şevk aşılar, karanlık günlerden aydınlığa çıkabileceğimiz mesajını verir.
1942 tarihli İçişleri Bakanlığından gelen tamim ise hepten içler acısıdır. “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yaparak, dini bir atmosfer yaratılmasına gençlik kesiminde dini bir zihniyet fideliğinin meydana getirilmesine taraftar değiliz.”
O dönemin ağır şartlarını iyi anlayabilmek için 1945’de Matbuat Umum Müdürü’nün “Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bazı yazı, mütalaa, ima ve temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihi, gerek temsili ve gerekse mütalaa kabilinden her türlü makale bend, fıkra ve tefrika neşrinden kaçınılması ve başlamış bu kabil tefrikaların en geç on gün içinde sonlandırılması önemle rica olunur.” Bildirisi o dönem zihniyetini bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.
Kur'an'ı Kerim'i en kısa zamanda okumayı öğreten, Elif Cüzü'nden başka kitap yazmamıştır. Bir zamanlar Akâid dersi okuturken başlattığı Takrir yazdırma işinden vazgeçmiş talebelerine şöyle demiştir: "Duydum ki bazıları, hocalarının yazdığı kitabı okumak, her şeye yeter diyorlarmış ve yerine göre Kur'an'dan üstün tutuyorlarmış. Ben talebelerimin bu duruma düşmelerinden korkarım. Her ilim yazılıdır. Ben anahtarını size okutuyorum." Ayrıca, Süleyman Efendi, tarikatı sadece hoş sohbet vâsıtası hâline getiren son devrin tembelliğini yıkmış onu, kitleleri harekete getiren, şeriat için çalışan insanların hareket ve heyecan vasıtası kılmıştır. Tasavvufun İslam akidesini tahrip ve tahrif etme sürecini durdurma mücadelesi veren, Tasavvufun aslının veya çıkış maksadının ihyası için uğraşan, İmamı Rabbani Hazretlerini ve en önemli eseri Mektubat’ı tanıtan Süleyman Efendi, Tasavvufu, Allah’a davette daha dikkatli ve hassas olup adam kazanma (hidayetlerine vesile olmayı), ibadette ihsanı, muamelatta zühd ve takvayı esas alan, ilimden kopmayan, âyet ve hadisleri hayat tarzı olarak gören, İslâm’ı neş’e ve sürur içinde yaşamanın yolu olarak gösterir. Bu yüzden kerâmete itibar etmemiş kendisi kerâmet izharından müstağni davrandığı gibi talebelerine de aynı yolu talim etmiştir. “Keramet peşinde koşmayınız. Havada uçmak keramet olsaydı, kargalar, yarasalar da havada uçuyor, denizde yürümek keramet olsaydı, köpek balıklarından diğer mahlûkata kadar bir sürü varlık da bu işi yapıyor. Asıl keramet; Allah’ın dinine hizmettir. İstikamet üzere olmaktır.” Diyerek hedef gösterir. ‘Niçin hiç dinlenmeyip bu kadar yoruluyorsunuz? Sualine: “Kuru odunu yeşertmeye çalışıyoruz” cevabını verir.
Dinî neşriyata ehemmiyet vermiş, Necip Fazıl'a “Büyük Doğu” mecmuasını çıkarmasında mânevi teşvikleri yanında, büyük maddî yardımlarda bulunmuşlardır. Türkiye’de Mason ve Siyonizm tehlikesine karşı milletimizi uyarıcı eserler neşreden Cevat Rifat Atilhan’ın hizmetlerine en büyük yardımı Süleyman Efendi yapmıştır. Onun kitaplarını tavsiye etmiş ve yaymıştır. Kezâ o günün şartlarında İslâm mefkûresinden yana neşredilen her eser ve mecmua onun tarafından az veya çok desteklenmiştir. Abdurrahim Zapsu’nun “Ehl-i Sünnet” mecmuasından, Sebilürreşad’dan, Abdullah Işıklar’ın Fetih Gazetesinden Sinan Omur'un “Hür Adam” mecmuasına kadar…
Süleyman Efendi’nin vefa anlayışı, "Biz bir yıkık değirmeni bile kırk yıl bekleriz" sözünde en güzel ifadesini bularak mefkûre rikkatini ve vefakârlığını ne güzel dile getirir.
Kendisini sevenler ve hürmet gösterenler bir yana, kendisine sıkıntı verenlere bile tebessüm ve muhabbetle yaklaşır, mümkün olduğunca gönüllerini alır. Evine aramaya gelen polis memurlarına kahve ikram etmesi ev halkının yadırgamalarına karşı da, "Onlar memurdurlar, vazifelerini yapıyorlar, yorulmuşlardır" diye karşılık vermesi, bunun en güzel örneklerindendir. Yine bir iftar öncesinde, evinin karşısındaki kahvede oturan ve kendisini takiple vazifeli olan sivil polis memuruna giderek, "Oğlum sen oruçlusun, akşam da yaklaştı, benim arkamdan gel de bizde iftar edersin" deyip evine davet etmesi, polis memurunu son derece şaşırtmış ve duygulandırmıştı. Daha sonra bu polis, evlatları arasına katılacaktır.
Devamı yarın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.