Bunları Niçin Yazıyoruz? 3
İki önceki yazımızda “Müslümanlar arasında olmaması gereken ama bugünlerde yaygın olan bir huy ve durumdan” bahsetmiştim. Merak edenler “Kendini Beğenmek ve Övünmek” başlıklı yazımıza bakabilirler. (https://www.habervaktim.com/yazar/61482/kendini-begenmek-ve-ovunmek.html)
İşte o yazı üzerine yapılan bazı yorumlar vardı. Bu yorumlar o yazının ne kadar yerinde olduğuna bir kanıt oldu aslında. Biz o yorumları okuduktan sonra kulağımız üzerine yatamazdık, yatamadık da. Tuttuk, özünde anlaşılması çok kolay, ama anlamak istemeyip de kavga etmek isteyene anlaması çok kolay olmayan zor yazılar yazdık. Dikkatli okunmazsa risk dolu yazılar yani. Riski, yersiz gereksiz tartışmalara, kırıp dökmelere bahane olma ihtimali.
Yazmasak ve risk almasak daha iyi olmaz mıydı?
Neden olmasın, o da mümkündür. Ancak bizi takip edenler ve az çok huyumuzu bilenler, eminim ki bu soruya benim fiilî cevabım gibi “olmazdı” diyeceklerdir. Ve işte olmadı ki, sizler bu yazıları okuyorsunuz. Ancak peşinen söyleyeyim, bu yazılarda kavga ve gürültüyü istemek şöyle dursun, bunu gerektirecek bir söz bile yok. Lakin art niyetli olup da yazının maksadı aşırılır da öyle yorumlanırsa, buna da benim yapabileceğim bir şey yok. Nasıl olabilir ki? Ama göreceksiniz, bu masum dert yanıcı ve teselli arayıcı ifadelerim bile kimilerince “okuyucuya tepeden bakma, hakaret ve aşağılama” gibi ithamlara gebedir.
Gelelim yorumları yorumlamaya. İşte bir yorumcu, “sayın nar daha net olmalısın” diyen sivaslı-58 diyor ki: “yazının sonundaki ifadene de açıklık getirirsen daha iyi olur. yoksa bazı yorumcular gibi, hem doğru, hem yanlış sözler yazanlar ortaya çıkar ki bu da hoş değildir. kibir şeytandandır. bugün siyaset ve gülen cemaatinde bu had safhadadır. İktidarın suriye tavrı ortadadır. enezson akpli vekil özürlüler için ne diyordu: biz geldikten sonra adam yerine kondunuz, sözü. cemaatin olimpiyatlara peygamberimizin geldiğini söylemeleri ortadadır. kendilerini kaf dağının zirvesinde görenler, sivrisineğin zaferini bilemezler”
Yorumcuları yazdıklarını düzeltmeden, kopyala yapıştır yöntemiyle buraya alıyorum. Görüyorsunuz, sadece bu kardeşimiz değil, ekseriyet böyle, ne kadar özensiz, dikkatsiz, dil ve imla kurallarına uymadan yazıyorlar. Bunu teşhir ederek acaba biraz daha özen göstermelerini sağlayamaz mıyız? Olabilir, ancak benim niyetim teşhir cezası değil, kopyala yapıştır yönteminin kolaylığıdır, o kadar.
Her ne ise, bu yorumcu kardeşe göre biz bu yazıyı iki gurup için yazmış olabiliriz. O yüzden bize “net ol, hangisi?” diyor. Ama kendisine göre zikrettiği iki grup da bu yazıda kast edilenlerin içine rahatlıkla girebilir.
Mehmed Salih rumuzuyla yazan kardeşimiz de iki gurubu zikretmiş. Ama o insaflı davranmış ve bunu kendi kanaati olarak yazmış. Beni kanaatine ortak etmemiş. Onların bu iddialarını irdelemeden önce kast edilmesi muhtemel görülen dört gurubu derli toplu bir daha yazalım:
1- M. Fethullah Gülen Hoca Efendi ve cemaati.
2- Recep Tayyip Erdoğan Bey ve Ak Parti.
3- Tasavvuf ve tarikatlar. Başka zaman yapılan yorumları da eklersek buna şunlar da eklenebilir:
4- Fikir, sanat, kültür gurupları, basın yayın, medyada çalışanlar, iktisat ve ekonomi çevreleri, bütün siyasiler vs.
Acaba ben bunlardan hangisini kast etmiştim?
Cevabım nettir; hepsini.
Evet, özellikle birisini değil, hepsini. Mezhepleri, meşrepleri, renkleri, tonları, nüansları, cemaatleri, partileri, rehberleri, şeyhleri, üstadları kim ve ne olursa olsun, bu ülkede yaşayan bütün Müslümanları kasdettim. Türkiye dışındakileri tam bilemediğim, tahminim de zannı geçmediği için bir fikir yürütmeden onları bu bahsin dışında tutuyorum.
Ben İslam dinine iman etmiş bir Müslümanım. Bütün Müslümanlar dostumdur, kardeşimdir, velimdir, vekilimdir. Hepsini seviyorum ve hem dinime, hem de kardeşlerime kendi hacmim, çapım, usulüm ve üslubum çerçevesinde hizmet etmek istiyorum. Bunlardan birisine düşman olmam, kendime, kardeşlerime ve Rabbime ihanettir. Böyle bir şeyi asla yapamam. En azından yapmamam gereğine iman ederim.
Ancak “din Allah’a tazim, mahlukata şefkat ve merhamettir” hadisi gereği kardeşlerimi her türlü kötülükten esirgemeyi ve onların iyiliğini düşünerek samimiyetle nasihat etmeyi bir borç bilirim. Yani bütün kardeşlerimi, onların hayrını, hem dünyevi hem de uhrevi saadetini düşünerek, Rabbimin emri doğrultusunda ve işin usulü ve adabı dairesinde eleştiri hakkım vardır ve bunu gerekli görürsem yaparım. Mesele bundan ibarettir, o kadar!
Bu işi üstüme düşen bir vazife olduğu kadar, sevdiğim ve iyiliklerini istediğim için, her türlü kötülüklerden onları korumamın ve esirgememin bir gereğidir diye yaptığımı söylersem, bilmem ne kadar inandırıcı olabilirim! Maalesef gördüğümüz kadarıyla iman ve ahlak gibi itimat ve güven de çok zayıflamış. Ama ne yapalım, “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma” genel adı altında bu yapılan nasihat/öğüt, tavsiye, irşad, inzar/uyarı, talim ve terbiye aynı zamanda dinimizde sevap getiren bir çeşit ibadettir, Allah Teâlâ’ya manen yaklaştıran bir kurbiyyettir. Allah Teâlâ’ya manen yaklaştıracak olan ibadet ve kurbiyyetleri yapmak gerekir. Ancak münakaşa ve mücadelenin her çeşidi olan tartışmalar ibadet değildir. Kaldı mı bilmem, varsa ancak o ehillerin yapabileceği ilmî faaliyetlerdendir bunlar.
Bir numaralı yazımızda bunu yapmanın zorluğundan bahsetmiştik. Bakalım bizim bu ibadeti yapmamızın akıbeti nasıl gelecek?
Devam edip göreceğiz inşallah.