Kissinger ile Brzezinski arasında İran
Kissinger, dehasıyla komunist bloğu ikiye bölen veya daha doğru bir ifadeyle bölünmeyi derinleştiren siyasi kişiliktir. Bunu Başkan Nixon ile birlikte yapmışlardır. 1949 yılında komunizme kayan Çin’e açılma politikası Kissinger-Nixon ikilisinin marifetidir. Bununla Çin’i Sovyetler Birliğinden koparmak, Batı limanına demirlemek ve haziresine veya katarına katmak istemişlerdir. Çin’in erken dönemde devlet kapitalizmine adım atmasının temel nedenlerinden birisi bu olsa gerek.
Sonunda SSCB sosyalist uygulamalar nedeniyle iflas ederken öbür yakada boynuz kulağı geçmiş ve Çin kapitalizmde ABD’yi geride bırakmıştır. ABD ile ticaret hacmi son yıllarda sürekli olarak fazla vermiştir. ABD ise milyarlarca dolar açık vermiştir. Neredeyse doların geleceği Çin’in ipoteği altına girmiştir. ABD son yıllarda limitleri tüketirken ve uçlarda dolaşırken dolar rezervlerinin büyük kısmı Çin’in eline geçmiştir. Kısaca ABD Çin’in elinden tutmuş ve el vermiş ve gelişmesini sağlamıştır. Bunu babasının hayrına yapmamış komunist bloğu ayırmak için yapmıştır. 1979 yılında İran Devriminin kopmasına da, Batı’nın bir biçimde seyirci kalması hatta kolaylaştırıcı olması buna bağlanır. İran devriminin İslam dünyasındaki bölünmeyi derinleştireceğini hesap ettiği ve düşündüğü söylenir. Devrimin koptuğu sıralarda ABD’nin başında Carter vardır ve Ulusal Güvenlik Danışmanı da Demokratların Kissinger’i olarak anılan Brzezinski’dir.
¥
Gerçekten de devrim ve mezhep ihracı İran’ı yalnızlaştırmış ve İslam dünyasını da kutuplaştırmıştır. 11 Eylül Sünni dünyayı zayıflatırken İran bloğunu güçlendirmiştir. Amerikan işgalleri İran bloğuna yeni katarlar ilave etmiştir. İran ile ABD arasında yüzeyde ilişkiler kopuk olsa da gizli diplomasi devam etmiştir. Bunun tipik misallerinden birisi İrangate skandalıdır.
Reagan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert McFarlane gizlice İran’a giderken öbür taraftan İran’la savaş halinde olan Irak’a Fao Yarımadasıyla alakalı yanıltıcı uydu bilgileri vermiş ve bu sayede İran’ın üstünlüğünü sağlamıştır. Bunu İran tarafına bir jest olarak sunmuştur. Bu skandalın mimarı Rafsancani’dir. Bu gizli diplomasiye karşı çıkan Ayetullah Muntezari ve ekibi bilahare devletten tasfiye edilmiştir. Şimdi Rafsancani’nin çömezi Ruhani döneminde bu hatlar yeniden birbirine bağlanıyor ve yüzeye taşınıyor.
İran ideoloji ve devrimle yapamadığını pragmatik yolla ve köprü ile yapmaya ve ABD düşmanlığı üzerinden ulaşamadığı ve kaybettiği İslam dünyasına ABD üzerinden ulaşmaya çalışıyor. Zekice bir planlama. İran sağa yatsa da sola yatsa da önünde gözleri kamaşanlar var. Yani kör müşterisi bol. Kısaca Kissinger komunist bloğu ikiye böldüğü gibi ardından da aynı anlayışla İran devrimini kolaylaştırarak İslam dünyasında derin kutuplaşmalara yol açmıştır. Lakin meseleyi sadece ABD ile izah etmek de yanlış olur. Meselenin sadece bir parçasıdır.
¥
İran 2003 yılında nükleer programına ara vermiştir. Walker Bush döneminden sonra buna yeniden hız vermiş ve son yıllarda kurutucu ambargo ile karşılaşmıştır. Şimdi İran hem masaya dönmek hem de ambargodan kurtulmak için detante politikasına hız vermiştir. ABD ile ilişkileri düzeltmek için koşuşturma başlatmıştır. ABD de bu kurları karşılıksız bırakmıyor. Bununla birlikte güven sağlanana kadar Obama bütün seçeneklerin (askeri darbe de dahil) masada olduğunu söylüyor.
Yahudiler güvenlikleri konusunda titizler. Kendi ifadesiyle Bernard Lewis’in sözleri dışına çıkmayan Kissinger İran’ın nükleer programı konusunda geçmişte pek kuşkucu idi. Birlikte panellere katılan Pakistan asıllı akademisyen Akber Ahmed, The Journey Into Islam başlıklı kitabında görüşleriyle ilgili ilginç detaylar aktarmaktadır. Kissinger bir İran nükleer saldırısının kaçınılmaz olduğunu öngörmektedir. Buna, karşı yaklaşımı da şöyledir: “İran’ı durdurmak için nükleer silahlar kullanmak kaçınılmaz hale gelirse bir gün bunu yapacağımızı söyleyebilirim (Penguin Books, S: 127-128).” Nejad’ın öne kaçış politikası tutmamıştır. İran şimdi geri hatlara dönüş veya ricat politikası izliyor. Buna mukabil ekonomisini kurtarmayı, İslam dünyasına dönüşü ve Suriye’deki nüfuzunu korumayı hedefliyor. Bu noktada Kissinger, Suriye’nin İsrail devleti lehine parçalanmasından yana. Brzezinski ise Esat’ın iktidarda kalmasında bir beis görmüyor.
Nükleer pazarlığa gelince, Brzezinski buna dünden razı. İran üzerinden İslam dünyasına Çin modeli uygulayan Amerikalılar şimdi de Sovyet modeline yönelmiş durumdalar. CBC Kanalında Face the Nation programında konuşan Brzezinski, Şimon Peres gibi İran halkına bolca övgü düzdükten ve gönlünü aldıktan sonra şunları söylüyor: “SSCB de Batı’ya tehditti. Lakin görüşmelerle birlikte onu barış atmosferine çektik ve görüşmelerle onu tehlike olmaktan çıkardık. Görüşmeler nükleer yarışı istikrara kavuşturdu ve savaş ortamını öteledi. Bunu İran’la niye yapmayalım!. Bunun dışındaki aşırı ve hastalıklı düşüncelere iltifat etmemek gerekiyor…” Ortadoğu’daki aksilikler yüzünden dünyanın 1962 yılındaki Küba krizinden sonraki en büyük buhranla karşılaştığını ve bu atmosferi önlemenin ABD’nin lehinde olduğunu savunmaktadır.
Ortadoğu’da nükleer silahların kullanılması ihtimali olmasa da siyasi bir buhran ve dünyada da ekonomik bir buhran olduğunu ve bu nedenle İran’a barış sürecine dahil etmenin mühim olduğunu savunmaktadır. Ona göre gerilimin fitilini çekmek için Suriye ve Filistin-İsrail cephesinde ilerleme, uzlaşma ve barışı sağlamak gerekiyor. İran’ın uluslar arası camiaya geri dönmesi noktasında Abdullah Gül’ün düşüncesi de bu yönde.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.