Haksız mıyız? 4
Önceki yazılarımızda nasihat ve eleştirinin dindeki yerinden, insanlık için gereğinden, amaç, usul ve üslubundan bahsetmiş ve isim vermeden Müslümanlar için bazı eleştiriler getirmiştik. Ama kimi yorumcularımız bizim isim vererek “falanları kast ettiğimizi/edebileceğimizi yazdılar.” Biz de “genel olarak bütün Müslümanları kast ettiğimizi yazmıştık.
Şimdi de o yazımızdaki eleştirimize bakalım; haklı mıyız, haksız mı?
Sorumun cevabını yarı şaka yarı ciddi olarak ben vereyim mi? “Biz yaparsak haklıyızdır, başkaları yaparsa haksızdırlar. Çünkü bize yakışır. Bizden olsun, çamurdan olsun. Böyle düşünüp davranmamızın mukaddes bir amacı var. Çünkü ancak böyle güçlenebilir, böyle etkinleşebiliriz. Her şeyden daha önemli olan davamız adına böyle yapmalıyız.”
İyi ama Allah Teâlâ’nın “emanetleri ehline veriniz” emri kimin için? İşte o ayet: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”(Nisa 58)
Bu Allah Teâlâ’nın emridir, falanın filanın değil! Peki, Allah Teala ve verdiği emir sizi ilgilendirmez mi? Davamız başarılı olsun da varsın Allah’a isyan olsun, varsın Allah razı olmasın” diyebilir mi bir Müslüman?
İşte eleştirinin göbeğinde gurur, kibir, enaniyet, kendini beğenmişlik, övünme, beğenilme, şan ve şöhret, makam ve mansıp isteği kokan bu mezhepçilik, meşrepçilik, cemaatçilik, grupçuluk, tarafgirlik, asabiyet gibi modern ırkçılık vardır. Ne yazık ki bu sayılan olumsuzluklar, sadece şunları bunları değil, nerdeyse bütün Müslüman grup ve cemaatleri çok kötü bir şekilde etkisi altına almıştır. Bu yüzden eleştirimiz genel içindir, umum Müslümanları içerir.
Oysa bunlar bir ciddi bir Müslümanda olamaz! Haşa, “bunları yapan kafir olur” demiyoruz. “Bunlar bir Müslümanda olmamalı” demeye çalışıyoruz. Bunlar yanlış huylar ve tutumlardır, diyoruz. Ümmet bilincine, kardeşlik inancına, sevgi ve saygı gereğine ters düşer diyoruz. Böyle yapılırsa adalet yok olur, zulüm ortalığı sarar, sevgi saygı gider, birlik ve beraberlik bozulur, tefrika ve parçalanma yaşanır, böylece havamız batar, heybetimiz gider, sonuçta ya bir iç savaşla, ya da bir düşman saldırısıyla biter, tükeniriz. Tarih sahnesinden de çok acı bir şekilde yıkılır gideriz.
Öyleyse bu tutumlardan vaz geçmeliyiz.
“İyi de bunlar kimlerdir?” sorusunun genel kapsamını bir önceki yazımızda çizmiş, az önce de “umum Müslümanlar” diyerek özetlemiştik. Ancak bence bu soru böyle sorulamaz, daha doğrusu böyle sorulmamalıdır. Kimlerse kimlerdir, önemli olan, “acaba bu kötü huylar ve işler bende var mıdır?” diyerek herkesin bir muhasebe yapması, kendisini kontrol etmesidir. Bundan ötesi bizi ilgilendirmez. Allah Teâlâ’nın “gizli kusurları araştırmayınız” emrine uymak gerekir. Biz casus, ajan veya kusur arama memuru değiliz. Özel şahıslar veya cemaatler ile olumsuz işimiz yoktur. Hepsini de sever, iyilik yaptıklarında sevinir ve destekleriz. Şayet olur da nahoş veya kötülük yaptıkları olursa, o zaman da üzülür ve usulü dairesinde uyarırız, o kadar. Eleştiri de bunun içindir zaten, öyle değil mi?
İşte bu yüzden “ille de söyle, bunlar kim?” diye ısrarla sormak, yersiz ve gereksizdir. Hem bu ısrarlı soru “peki, bu ısrar niye? Bunun altında yatan duygu nedir?” sorusunu sordurur. Bu soru üstünde düşünmeli ve bunun muhasebesini yapmalı değil miyiz?
Biz bir cevap vermeyince, kimi meraklı olan magazin severler çatlayarak, kimi yarası olanlar gocunarak, kimi zaman bilinci olmayan ve malayani ile meşgul olanlar, boş ve kendilerince hoş vakit geçirmek isteyerek ortaya atılmış sözü oraya buraya çekiyor ve başlıyorlar bizi tenkide. “Yazar bu eleştirisiyle yok şunları kast etti, yok bunları.”
Meydan boş, atış serbest, öyle mi?
Hayır hayır, iş onları dediği gibi değil. Özel olarak falanlar veya filanlar amaçlanmamıştır uyarı ve eleştiride. Şikayet ettiğimiz “kendini ve cemaatini beğenme, övme, abartılı ve yersiz yüceltme, bir işe ehliyetsiz bile olsa onu başka ehillere tercih etme, yeri gelince haksız rekabet ile adam kayırma, adalet ve fazileti unutma, kısacası ‘meşrepçilik, mezhepçilik, cemaatçilik’ dediğimiz nahoş durum, her cemaat için az çok geçerlidir, böyleleri her hizmet gurubunda az veya çok vardır.
Kimse kendisini temize çıkarmasın, nefsini savunmaya geçmesin, hiç başkasına “tencere dibin kara” demesin! Bu kötü huylardan ve amellerden vazgeçme gibi iyi ve erdemli bir iş yapacaksa, önce kendinden başlasın. Başkası bu ayıptan vaz geçer ya da geçmez, ona değil, kendisi kusurundan kurtulmaya baksın!
Şimdi gelelim bu haklı tespit ve uyarımız üzerine gelen tepkilere!