Alimlere İtaat Farzdır 7
Geçen yazımızın sonunda “Eğer itham edilen böyle bir şey gerçekten hiç yoksa ki insan olan yerde bu mümkün değildir, yine kendilerini eleştirenlere durumu anlatmak, bunu fırsat bilerek kendilerini ve hizmetlerini tanıtmak, en azından incitmeden insan kazanmak için, eleştirilere makul, mantıklı, ikna edici ve nazik, kibar, seviyeli bir dille cevaplar vermeleri gerekmez mi? Böyle yaparlarsa kârlarına mı olur, zararları mı olur? Kötü, çirkin, kaba ve küfür sözlerden “muhabbet fedailerine” ne hayır, ne fayda, ne de bir kâr gelebilir! Fayda ancak kavl-i leyyin ile söylenmiş bilgi, hikmet ve güzel öğütle dolu sözlerden gelir.
İşte sevgili Ahmet Köksal kardeşimiz bize maille M. Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin şu sözlerini göndermiş:
“Sizin varlığınıza bile tahammül edemeyenlere kızmayalım; vasıflara kızalım. Samimiyim; sofralar hazırlamalıyız bunlara. Bize düşmanlık yapa yapa yorulmuşsunuzdur; buyrun soluklanın demeliyiz. Böyle yaparsak insanlığımızı sergilemiş oluruz. Efendimiz (sas), Ebu Cehil'in ayağına elli defa gitmiş. Yolumuz bu bizim. Peygamber yolu. Allah bizleri o kapının sadık kulları olmadan ayırmasın.”
Hoca Efendi’nin bu sözlerinden sonra “arife işaret yeter” kabilinden iki kelime de kendinden yazmış: “Selam ve muhabbetle…” Teşekkürler sevgili kardeşim. Mesaj aynen yukarıda dediğimiz gibi şöyle alınmıştır: “Hoca Efendi budur. Bunu tenbih ve tavsiye etmektedir. Buna aykırı davrananlar varsa, bu onların kendi kusurlarıdır. Hoca Efendiyi ve cemaatini bağlamaz.”
Aynen öyledir! Biz de buna vurgu yaptık zaten. Ancak burada bir başka durum daha var. Bilelim ki bu sözler Ebu Cehil ve safındaki kafirlere söylenmiştir. Birisi çıkıp eleştirdiğimiz “yersiz alınganlık” ile bu sözlerden Müslümanlara bir hakaret çıkarmasın. Hoca Efendinin Müslümanlara olan şefkat ve merhameti belki bundan da fazladır, buna inanırım. Ben o insanı ve onunla omuz omuza hizmet eden cemaatini sever ve sayarım. Aleyhinde olmam. Bu böyledir.
Ancak onu veya cemaatini, hakkını teslim etmekle beraber, bize göre yanlış veya olumsuz bir söz veya işte gördüğümüzde, eğer gerekiyorsa, o yanlış, hata, kusur giderilsin amacıyla, Allah rızası için, “din nasihattır” hadisinin bir anlamını esas alarak öğüt, uyarı, tavsiye adına, hiç eleştirmeyelim mi? Şayet dinimizden aldığımız yetki gereğince usul ve adabına uygun olarak onu veya cemaatini eleştirirsek, bu ona ve cemaatine düşman olmak mıdır?
Asla ve kat’a! İşte bu düşünce ve tavır eleştirilir.
Hem, “Sen kim oluyorsun da koskoca Hoca Efendiyi eleştiriyorsun?” ne demek? Bizim sözümüzün haklı veya haksız olduğuna değil de naçiz şahsımıza bakmak doğru bir davranış mıdır?
Sanırım bu konuyu biraz daha açmamız gerekecek. Bir milletin ilim, maneviyat ve idarede büyüklerini bilmesi, onları sevip sayması, maddî ve manevî alanlarda elinden geldiği kadar desteklemesi, meşru olan emirlerine itaat etmesi, din açısından vaciptir, yani mutlak bir gerekliliktir. Bu konuya dair o kadar ayetler ve hadisler vardır ki, saymak müşküldür. Biz bunların delillerini “Alimin Önderliği” isimli hacimli eserimizde yazmıştık. Bu delillerin en meşhurlarından bir ayetle yetinelim:
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa 59)
Ayette geçen “emir sahibi” için müfessirler “alimler ve amirlerdir” demişlerdir. Hele de İslam devletinin olmadığı yerde o beldenin en muttaki alimi halife/devlet başkanı/idareci yerine geçer. Biz bu konuyu “İslam’da Devlet ve Siyaset” ile “İlim ve İktidar” kitaplarımızda yeterince açıklamıştık. Bu kadarcık ile yetinelim.
İşte bu yüzden Müslümanlar başsız kalınca, inanıp güvendikleri bir Hoca Efendi’nin etrafında kümelenerek dinlerini öğrenmeye, yaşamaya ve yaşatmaya çalışırlar. Özellikle böylesi zamanlarda bir hoca etrafında kümelenip cemaatleşmek çok tabii bir haldir ve bu durumu kınamak bilgisizliğin ve tecrübesizliğin eseridir.
Hal böyle olunca bir kısım insanların muhterem M. Fethullah Gülen Hoca Efendi etrafında kümelenerek bir cemaat oluşturmaları ve bu yolla dinimize, ümmetimize, medeniyetimize hizmet etmeleri, doğrusu sevinip tebrik edilecek, takdir edilecek bir durumdur. Bizden veya başka Müslümanlardan bundan başkası da beklenmez.
Bir hakikati daha hiç bir rahatsızlık duymadan içtenlikle ifade edeyim: Biz naçiz şahsımızı Hoca Efendi gibi dünyanın önde gelen önderlerinden bir zat-ı şerif ile kıyaslama cür’et ve edepsizliğini asla göstermeyiz. Estağfirullah, ölür gider de – büyük söylemekten Allah’a sığınır, O’nun hıfz-u himayesini dileriz- bizden böyle bir su-i edep sadır olmaz inşallah.
Ama aynı davranışı onun cemaatinden bazılarının göstermemeleri ve ona olan her eleştiriyi haklı haksız değerlendirmelerine girişmeksizin şiddet ve hakaretle reddetmelerine ne demeli? Başka hocaların veya hizmet adamlarının da umum Müslümanlar gibi kendileri tarafından sevilip sayılmayı hak etmeleri gerçeğini unutmalarını nasıl değerlendirmeli?
Acaba kendilerine isnat edilen gurur, kibir, kendini beğenme, gereksiz övünme, kardeşlerini görmeme ve benzeri bazı kötü huyların ve işlerin gerçekten varlığına, bir başka deyişle haklarındaki bu isnadın doğruluğuna bir şahit, bir alamet ve işaret değil midir?
Üstelik bu aynı zamanda başka bir şeydir de. Ne mi?
Gelecek yazıda inşallah…