Bayramınız mübarek olsun
Yine bir bayram, yeni bir bayram: Kurban Bayramı… Eskilerin deyişiyle, “Iyd-i adha…”
Mesajlaşma, telefonlaşma, internetten yazışma yok, yüz yüze görüşme vardı: Yüz yüze görüşüp yüz yüze helâlleşme…
Çünkü bayramlar aynı zamanda helalleşerek barışma günleriydi.
Mahalledeki küskünler önceden tespit edilir, barıştırmanın alt yapısı hazırlanır, bayram günü buluşturulur, gerekirse hafif baskı yapılır, tüm mahallenin bayramı aynı neşe içinde geçirmesi sağlanırdı.
Son derece ince ve duyarlı kelimelerle süslü bayram tebrik kartlarını da unutmamak lâzım: Genel olarak şöyle bir cümle yer alırdı:
“Iydiniz said, ömrünüz mezid, makamınız Cennet olsun (bayramınız kutlu, ömrünüz bereketli, ahiretiniz cennet olsun!).
Bayramlarda mutlaka mezarlıklar ziyaret edilir, aile mezarları yıkanıp temizlenir, ruhlarına rahmet okunur, ardından kurbanlar kesilir, akşama doğru ise dost, akraba, komşu ziyaretleri başlardı.
Bu topraklarda yaşayan gayrimüslimler bile bu ziyaretlerden nasibini alırdı. Zaten onlar da buna karşılık verirlerdi.
İnsanların hangi inanca, hangi ırka mensup olduğuna bakılmaz, ne kadar “insan” olduklarına bakılırdı.
Kısacası, “Bayram” dendiğinde ilk akla gelen, “kardeşlik” duygusuydu.
Günümüzde ise “bayram” dendiğinde tatil akla geliyor…
Ardından, bayram neşesini mateme dönüştüren ölümlü trafik kazaları…
Ne hikmetse her bayram öncesi “tedbir” alınır, ama “takdir” değişmez: “Acele giden ecele gider!”
Bu tatsız konuyu bir tarafa bırakacak olursak, hepimizin özlediği eski bayramların özünde “birleşme” ve “paylaşma” olduğunu söyleyebiliriz.
Bayram hazırlıklarına bayramdan onbeş gün önce başlanırdı…
Bu bir zaruretti, çünkü hazır giyim denen nesneden eser yoktu: Her şey “ısmarlama” yapılırdı…
Kumaş alınır, terziye teslim edilir, ölçü alınır, oradan ayakkabıcıya gidilir, ayak ölçüsü çıkarılırdı.
Bana ilk bayramlık ayakkabı ısmarlandığında, sanırım on yaşlarındaydım. Müthiş heyecanlanmıştım. Ayakkabıcı Nedim Usta tonton bir adamdı. Sağ ayağımı beyaz bir kartona bastırdı ve etrafını çizdi. Ona göre kalıp çıkaracak ve bana ilk “ısmarlama” ayakkabımı yapacaktı.
Ayakkabıcı dükkânına gittik. Ayağımın ölçüsünü alışını hiç unutamam.
Bitmesini beklemekten yorulurduk.
Çocuklara ve yoksullara verilecek bahşişler ayrı renklerde kadife keselere konur, Kapalıçarşı’dan alış verişler yapılır, gerekiyorsa çocuklara ayak ölçülerine göre potin (ayakkabı) siparişi verilir, evde yeni esvaplar dikilir, yakın akrabalar için işlemeli mendiller, yemeniler ve iç çamaşırları bohçalanırdı.
Bayramlarda zengin sofraları günün her saati misafire açık olur, isteyen destursuz içeri girip karnını doyururdu.
Yani bayram günleri, İslâmın “kardeşlik” esasının hayatı tamamıyla kuşattığı günlerdi.
Her bayram sabahı, sabah ezanı vaktinde mahalle bekçisi mani söyleyerek mahalleyi uyandırırdı: “Bu sabahın ayazına/ Kalkın Hakkın niyâzına/ Abdest alın ey komşular/ Gidin bayram namazına.”
Eski bayramları yaşatamayız. Ama eski bayram keyfini yaşayabilmek için hâlâ vaktimiz var: Çünkü hâlâ hayattayız.
Bayramınız mübarek olsun. Dualarda buluşalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.