Kimse Eleştiriden Kaçamaz 14
Münzevilikten şikayet ettiğim sanılmasın, bilakis memnunum. Çünkü münzevilik bize kâr getiriyor. Zamanı daha bereketlendiriyor, lüzumsuz insanı meşgul eden merasimlerden ve ehlinden kurtarıyor, böylece daha çok okuyup yazma veya daha başka hayırlı işler yapma fırsat ve imkanı hasıl oluyor.
Fakat insanız nihayet, yaşlandıkça eski günlerin yâdı zevk vermeye başlıyor. Acı günler bile demlendikçe tatlılaşıyor. Kırk yıllık sirkeyi baldan pahalı yapan da bu değil midir? Çenemizin düştüğüne bakarsanız biz de yaşlanmışız demektir. Kırk yıl düşünsem bir gün bunları yazacağım aklıma gelmezdi. Söz bazen öyle bir aygır ki, zayıf bileklerle dizginlemek mümkün değil…
Her neyse, O yüzden bizim o kardeşlerimiz arasında uzun boylu hizmet edemememizin başka sebepleri de var. “Ne gibi?” diyebilirsiniz. Tamam, maden çenemiz iyice düşmüş kısaca anlatalım bari. Bugünlerde haftalar geçiyor, üstünde çalıştığım bir kitaptan dolayı evimden Cuma hariç çıkmadığım oluyor. Sanırım fıtratta var olan “konuşma” isteğinin boşalması sebebiyle çenem düşmüş olabilir.
Her ne ise, o kardeşlerimize deriz ki, aranızda kaldığımız veya uzun süre dışardan izlediğimiz kadarıyla edindiğimiz bazı izlenimlerimiz ve kanaatlerimiz var. Dikkat ediniz, “tenkitlerimiz” demiyoruz. Çünkü böyle yapmada mazeretleriniz, mecburiyetleriniz, zaruretleriniz olabilir. Veya kolaya kaçma da olabilir, onu da bilemiyoruz. Kalpler bize kapalı.
Bildiğimiz şudur; biz sizin kadar sabırlı, tahammüllü ve haliyle hoşgörülü olamıyoruz. Kafirlere ve dinimize saldıran fasıklara karşı kinimiz var, buğzumuz var. Biz “Allah için sevmek” kadar, “Allah için buğzetmeyi” de dinimizin emirlerinden bir ibadet biliyoruz. Bu yüzden ömrü boyunca şeriatla mücadele etmiş mesela Ecevit’e, Demirel’e, Mehmet Ali Birand ve emsaline, hatta Papa’ya hukuken tahammüllü olsak bile doğrudan sevgi ve hürmet göstermez, takiyye yaparak da olsa din düşmanlarına yağ çekmez, ödül vermeyiz.
Bir başka nokta, sizin de dile getirdiğiniz “iyiliği emretme” kadar, “kötülüğü nehyetmenin” de dinen gerekliliğine inanırız. Fakat siz “müsbet hareket etme”, “kimseyi karşınıza almama, düşman kazanmama, hizmete engel çıkarmama” adına, söylenmesi gereken kimi konuları bazen yok sayarcasına ihmal ediyorsunuz. İslam devleti, hilafet, şeriat, ümmet, ırkçılık, ulusalcılık, milliyetçilik, laiklik, batıcılık, Kemalizm, İslam karşıtı partiler ve politikalar, sistemin İslam’a tavrı gibi konularda siz hiç konuşmuyorsunuz. Haklı da olabilirsiniz.
Fakat biz bunları konuşmaz ve insanlara anlatmazsak, uyuz olur, kaşınır dururuz. Sizin aranızda kalarak bunları konuşursak, usulünüze aykırı olduğu için haliyle siz tahammül edemezsiniz. Zira az önce örneklerini verdiğimiz düşmanı açık seçik gösteren ve onunla cihadı gerekli kılan konuları konuşmak, sizin metodunuzda yoktur.
Cevap olarak “önemli olan düşmanı konuşmak değil, işini bitirmektir” diyebilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz. Ama bize göre Allah Teâlâ lisanı ve bayanı yaratmış ve davet, tebliğ, vaaz ve nasihati, yeri gelince de cihadı emretmiştir. Bu metot farkı eleştiri ve düşmanlık sebebi olmamalı ama farklı çalışma alanları tercihine sebep olması da yadırganmamalıdır. Öyleyse kibarca ayrılmak kaçınılmazdır.
Bunları sadece gözlemlerimizle dayanarak değil, aynı zamanda yaşayarak da öğrendik. Ama “aşkımız” aynı. Kurnalar, oluklar, musluklar farklı da olsa, “aynı çeşmeden” su içiyoruz. Canlarımız farklı da olsa canımızı yoluna kurban olarak adadığımız “Cananımız” bir ve can suyumuzun kadehi “Sevgili Peygamberimizin (sav)” elinde. Biz kardeşiz. Biz birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olamayız. İman etmedikçe de cennete giremeyiz. Biz birbirimize mecbur ve mahkumuz. Yeri gelince yapılan eleştiri buna engel değildir.
Öyleyse sevelim birbirimizi, selamlaşalım daha çok sevişmek için. Birbirimizi anlamaya açık olalım. Eleştiri icap ediyorsa yapalım, onu dinlemeye, anlamaya, haklı ise hakkını teslim etmeye peşinen hazır olalım. Nefisten yana çıkmayalım, nifak ve tefrikadan memnun olan şeytanı sevindirmeyelim.
Hiç kimse, hiçbir grup, hiçbir cemaat, hiçbir millet “bizi eleştirme, başka işin yok mu senin?” demesin. Bilakis hatasını gösterene teşekkür etsin. Bunu manevi bir yardım bilsin ve Hz. Ömer (r.a.) gibi “yanıldığında kendisini düzeltecek kardeşlerinin varlığından ötürü” Allah Teâlâ’ya şükretsin.
Kimse eleştiriden kaçamaz “Bırakın bizi, kendi kusurumuzla yaşayalım, karışmayın bize” demek ne kadar İslam’a uygundur? Ne kadar Nebinin (sav) ahlakına uyar? Hangi kitapta böyle yazar?
Evet, kimse düşman kazanmak istemez. Ama eleştiri düşmanlık değildir ki! Sevmemek değildir eleştirmek? Bu rahatsızlık neden? Bu rahatsızlık, hatta hakaretler olmasaydı, bu kadar yazı da yazılmazdı yani.
Biz doğru bildiğimizi kınayanın kınamasından korkmadan söyleyecek ve yanlış gördüğümüzde nasihat edecek, daha büyük zarara fırsat vermeden usul ve adabınca eleştireceğiz. Bu da bir hizmettir, bu da bir kurbiyettir; yapmaktan kaçınmayacağız inşallah. Allah sözünde duran erlerinden eylesin, döneklik yaşatmasın!
Hem benim eleştirilerimden rahatsız olanlara hatırlatayım ki, bu cemaate en fazla nasihat eden, en fazla eleştiren, en fazla yanlışlarını düzelterek en güzele ve en doğruya sevketmeye çalışan, hatta bunun için ağlayarek “bahtınıza düştüm, beni utandırmayın” diyen, yine bu cemaatin başındaki muhterem Gülen’dir. Onun eleştirilerini duygulanarak, belki zevk alarak dinleyenler, bizim eleştirilerimize hakaretle cevap veriyorlarsa, ortada bir yanlışlık var demektir. Bu her yerde bulunan “kraldan çok kralcıların” bu dediğimizi düşünüp değerlendirmeleri gerekmez mi?
Yanlışımız varsa bizi ikaz ediniz, eleştiriniz sevgili kardeşlerim! Bunun için yorum hanemiz ve mail adresimiz var. Ancak ne dediğimizi anlamadan bir yorumda üç kere kendini nakzedenler gibi değil elbette.
(Devam edecek)