Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Köyümden izlenimler

Köyümden izlenimler

Bayramda üç günlüğüne köyüme gittim. Annemin, babamın ve diğer akraba-i taallukatın kabirlerini ziyaret ettim. Belki bazılarınıza tuhaf gelecek, ama ahrete irtihal etmiş büyüklerimin mezarlarını ziyaret edip her biriyle iki satır sohbet etmek (deli demeyin) çok iyi geldi. Efendimiz Aleyhisselatu vesselamın kabir ziyareti önermesinin içindeki sırrı keşfeder gibi oldum: Bu sırrın özünde hem ibret almak var, hem de hayata tutunmak…
Önce köylülerimin emanetini ilgili makamlara arz edeyim:
Rize’nin Pazar ilçesine bağlı Hisarlı (eski ismi Koksuvat) Köyü’nün yolu perişan. Savunma Bakanlığı (çünkü köyümün dağlarında radar var) Köyişlerine, Köyişleri Savunma Bakanlığı’na topu atıp duruyor. Olan da köylülerime oluyor. Kısacası Hisarlı Köyü’nün yolunun bir an önce yapılması lâzım…
Her yerden su kaynayan bir bölgede olmasına rağmen, köyümün doğru düzgün suyu yok. Kirli su kullanılıyor. Bu da hastalıklara davetiye çıkarıyor. Tüm müracaatlar, verilen sözler askıda kalmış. Bir şekilde köye su getirmeyi başaramazsam beni köye sokmayacaklar. Tabii ben de ilgili bakanları ve Rize milletvekillerini bölgeye sokmamak için elimden geleni yapacağım (şaka gibi, ama başka çarem yok)!
Merakla bekliyorum: Bakalım bir yerlerden ses gelecek mi?
Köyümü kısa ziyaretim esnasında, hatıralar bir bir canlandı. Bayram yerini ziyaretimde ise müthiş bir eziklik yaşadım. Aralarına halattan salıncak kurduğumuz ağaçlar kesilmiş, tepedeki evlere çıkan kaldırım bozulmuş, bazı evler terk edilmişliğin (Karadeniz hâlâ göç veriyor) derin hüznüne gömülmüş…
Ne zaman nerede terk edilmiş bir ev görsem hüzün basar: Geçmişiyle bugünü arasındaki fark yüreğime çöreklenir, hatıralar canlanır, isimlerini terk tek hatırladığım insanların yokluğu karşısında ezilirim.
Hamdi Usta’nın evinin önünden geçerken de aynı duyguları yaşadım. Köyümün iki katlı ilk tuğla eviydi. Köyün ilk radyosunu da Hamdi Usta almıştı.
Yaşlılar hemen her akşam Hamdi Usta’nın evinde toplanır, nefes bile almadan “ajans” dedikleri haberleri dinlerlerdi.
O zamanın teknolojisine göre, radyolar lâmbalıydı. Transistor henüz icat edilmemişti. Radyo açılır açılmaz (radyoyu açmak Hamdi Dayı’nın oğlu Hızır Abi’ye ait bir görevdi, çünkü Hamdi Dayı teknolojiden pek anlamazdı) ses gelmez, lambaların ısınması beklenirdi (Hızır Abi de geçen Ağustosta rahmet-i Rahman’a kavuştu).
Elektrik olmadığı için radyoya bir nevi akümülatör görevi gören koca bir batarya ile büyük bir pil bağlıydı: Enerjisini bunlardan alırdı. Çatıda da her yeri tellerle sarmalanmış kocaman bir “anten” vardı.
Ankara Radyosu belli belirsiz dinlenir, İstanbul Radyosu’ndan ise sadece çok açık havalarda ses alınabilirdi.
Fırtınalı havalarda ise Ankara Radyosu’nun da yayınları parazitlenirdi. Yaşlılar, haberleri daha iyi duyabilmek için radyoya iyice sokulur, avuçlarını da kulaklarının arkasına kepçe yaparlardı.
Değil biraz yaramazlık yapmak, böyle durumlarda neredeyse nefes almamız bile yasaktı. İçeride kaç kişi olursa olsun, radyo odasında sadece radyonun parazitli sesi duyulurdu…
Haber kaynakları bugünkü gibi zengin değildi. Devletin resmi ajansının (Anadolu Ajansı) geçtiği haberler okunurdu. Bir de hükümetin bildirileri yayınlanırdı.
Zaten ortalık sakindi: Ne “terör” vardı, ne “anarşi”, ne “gezi olayları” ne “magazin” programları! Yine de “ajans” dinlemek özellikle yaşlılara çok ilginç gelir, büyük bir ayrıcalık olarak algılanırdı…
O kadar ki, radyonun paraziti bile kıymetliydi. Görüntü varmış gibi gözler radyoya dikilir, dikkatle dinlenir, sonra kısa yorumlar yapılırdı.
Tabii bu durumdan Hamdi Usta müthiş bir keyif alırdı. Çünkü o tarihte bizim köyde radyo sahibi olmak, bugün radyo istasyonuna sahip olmaktan daha önemliydi. Bunun tadını çıkarırdı.
Ah hatıralar! İnsanın yakasını hiç bırakmıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi