Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Annem

Annem

Malum: Bir öğretmen, iki aylık çocuğunu eve kilitleyip tatile çıkmış. Dokuz gün sonra döndüğünde ise bebeğinin açlık ve susuzluktan öldüğünü görmüş…
“Öğretmen anne” gözaltına alınmış, sorgulanıyor…
Altından nasıl bir dram çıkacak, şimdiden bilemem. Ama son zamanlarda evladını öldüren anne-babalarla, anne babalarını katleden evlatlara ilişkin haberler gazetelerde sıkça yer almaya başladı.
Bunu bir uyarı olarak kabul edip iş işten geçmeden çocuk yetiştirme konusuna hassasiyet ve ciddiyetle eğilmemiz lâzım.
Nasıl bu hale geldiğimizi sorgulamamız gerekiyor.
Bir annenin, üstelik öğretmen bir annenin canavarlaşmasına giden yolun nasıl açıldığını irdelemez ve tedbir almazsak, bu tür haberlerle daha çok karşılaşırız.
Gazetelerde “canavar anne” başlığını gördüğümde ürperdim. Sarsıldım. Kanım dondu…
Hiçbir zaman yan yana gelmemesi gereken bu iki kelimeyi yan yana getiren sebepleri bulmaya çalıştım.
Meleklikten canavarlığa giden yolun nasıl açıldığını kara kara düşündüm. Düşünürken, aklıma annem geldi.
Kurban bayramında birkaç günlüğüne memleketim Rize’ye gitmiştim. Annemin mezar taşını öptüm. Bayramını kutladım. Halleştim, dertleştim.
Yaşasaydı yüz küsür yaşında olacaktı. Yaşasaydı ne eğlenirdik ama… Yaşımın geçkince oluşuna bakmadan başımı kucağına koyar, parmaklarından saçlarıma sevgi damlatmasını keyifle izlerdim… Çocukluğumda yaptığı gibi tıptı…
Hayata en küstüğüm zamanları fark eder, başımı kucağına alırdı. Saçlarımın arasında dolaşan parmakları tüm dertlerimi alır götürürdü.
Mezar taşına sarılırken, “Artık ağlamıyorum anne” diyerek gülümsedim, “bak büyüdüm, kocaman adam oldum, olura olmaza ağlamıyorum artık.”
Hâlbuki gizli gizli ağladığım anlar vardı: Üzülmesin diye söylemedim.
Yüzümü mezar taşına dayadım: Yanağımda mezar taşının soğukluğunu hissederken, ruhuma ana yüreğinin sıcaklığı doldu. Anladım ki anneler ölmez.
Ona hasretimi fısıldadım, dakikalarca…
“Her halinle yüreğimde tütüyorsun, her halini özledim annem” dedim…
“Sana sarılmayı, seni koklamayı, sana şımarmayı, yüreğini okumayı özledim anam! Seni satır satır okumayı özledim!”
Geçen Eylül’de de hasretin doruğunda gelmiştim ona. Fakat bu gelişim daha bir özlem kokuluydu. Salt ona gelmiş olmamdan o da etkilendi sanırım.
Topraktan eli uzanacak, saçlarımda parmakları dolaşacak diye bekledim bir müddet… Böyle bir şey olmayacağını biliyordum elbette; bilmeme rağmen neden bunu beklediğimi kestiremedim.
Özlem böyle bir şeydir demek ki, imkânsızı mümkün gösterebiliyor.
Toprağını severken, dudaklarıma tüm sevgi sözcükleri takıldı.
Kendimi yetim ve yalnız hissettim.
Eminim o an ruhu ruhuma sarıldı, “Seni seviyorum” diye fısıldadığını hissettim.
Ama şimdi sevmeyen, sevemeyen anneler var…
Sahi oradan buraya nasıl geldik?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi