Ne Mutlu Kürkü Giyene!…
Önceki hafta Andımız ile ilgili yazdığımız yazı, pek anlaşılmamış. Bazı dostlar, “Türklükle ne alıp veremiyorsun?” diyor.
Arkadaşlar, benim meselem Türklükle ilgili değil. Dikkat ederseniz o yazımın temeli, devletin dayattığı Türklük idi. Herşeyi şekillendirme ve kendi kalıbına dökme iddiasında olan devletin dayattığı ve özünden uzaklaştırılmış bir Türklüğü hiç bir zaman kabul etmediğimi söylemiştim; gene söylüyorum. Bırakın bu halkın diniyle kavga etmeyi, diliyle, türküleriyle, şarkılarıyla kavga eden bir Türklük zihniyetini kabul etmeyen büyük bir kitle vardır bu ülkede.
Medeniyetler kuran, insanlığı zenginleştiren bir milliyete mensup olmak, elbette mensup olan herkesi mutlu ve gururlu eyler ama Cumhuriyetin dayattığı Türklük, reddiyeci bir zihniyetin tezahürü idi ve pek çok aydın tarafından kabul görmemişti. Nitekim, devletin dayattığı “resmi milliyetçilik”e karşı gelişen ilk sivil hareket olan 3 Mayıs 1944 olaylarının baş kahramanı olan ve 12 yıl önce 1932 yılında gerçekleştirilen I. Türk Tarih Kongresi’nde, Zeki Velidi Togan’ı aşağılayan Millî Eğitim Bakanı Reşid Galip’i protesto eden grubun lideri Atsız da devletin dayattığı Türklüğe muhalif olanlardandı.
Neyse... Zaten bugünkü meselem, olayın tarihi seyri değil. Bugün başka bir konuya, “Türk olunduğu için mutlu olmak” konusuna temas edeceğim.
Geçen hafta, sosyal paylaşım sitesinde Mehmet Taşçı’nın bir aforizmasına rastladım. Mehmet bey kardeşim “Ne mutlu kürkü giyene” diyordu bir paylaşımında. Bu sözü görünce, çocukluğumuzda, “Üşüdüm, üşüdüm, a benim canım üşüdüm. Kürkünü giy kürkünü giy a benim canım kürkünü giy. Kürküm yok kürküm yok; a benim canım kürküm yok. Alsana, alsana a benim canım alsana!... Param yok param yok, a benim canım param yok” diyen ve saraydan para çalmaya kadar vardırılan bir oyun tekerlemesini söylediğimiz geldi.
Bu tekerlemeyi söylerken gerçekten üşürdük. Dişlerimiz soğuktan takır takır ederdi ve biz o şekilde üşürken, devleti saraylardan yönetenleri kürklü ve mutlu olarak düşlerdik. (O günlerde, Nasrettin Hoca’nın “Ye kürküm ye!...” fıkrasını daha duymamıştık.)
Sabahları okuduğumuz andda “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye gırtlaklarımız yırtılırcasına bağırıyorduk ama üşüyorduk; mutlu değildik. Bize mutlu olduğumuzu hançeremiz yırtılırcasına söyletenler, kürklerini giymiş ve mutlu olmuşlardı ama biz “üşüdüm üşüdüm a benim canım üşüdüm” diyerek mutsuz olmaya devam ediyorduk. Biz “Ne mutlu Türk’üm diyene!” derken, onlar bunu “Ne mutlu Kürkü giyene” şeklinde anlıyorlar ve sıcak kürklerinin içinde mutlu mutlu yaşıyorlardı.
Mehmet Taşçı’nın profilinde “Ne mutlu kürkü giyene!” aforizmasını görünce, oyun tekerlemesini hatırladım... İçim titredi ve üşüdüm... Sonra da güldüm...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.