Diyanet hidayete ermiş
Ulus-devletlerin bireyle olan ilişkisinde kurumlarının çizeceği sınırlar konusunda tartışmalı bir alan hep varolagelmiştir. Din önemli bir kaynaktır devlet açısından. Mobilizatördür, hareket ettiricidir, galeyana getiricidir, toparlayıcıdır, parçalayıcıdır. Bütün bu zıtlıklara vesile olabilecek bir araçsallığı vardır dinin, devlet gözünde.
Devlet bunu bilir ve değerlendirir. Anthony Marx’a göre milliyetçiliğin temelleri de tam da böyle bir tartışmanın merkezinde atılmıştır ve genel kabulün aksine çok daha erken çağlarda 15. Yüzyıla dayanmaktadır. Henüz o dönemde ulus-devlet kavramı zihinlerde gelişmemiş olsa dahi, dinin Avrupa’nın döneme ait feodal yapısı içerisinde kapsayıcı ve dışlayıcı bir araç olarak kullanıldığını iddia eder, Marx. Bu da topluma milliyetçilik olarak yansımıştır yüzyıllar sonra diye de ilave eder.
Din değerlendirilmesi gereken, gücü göz ardı edilemeyecek bir kaynak olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da önemli bir yer edinmiştir. Din faktörünü çıkarıp dışladığımız bir Kurtuluş Savaşı düşünebilir miyiz, mesela… Cumhuriyetin ilanından sonra da düşünemeyiz. Ancak ne kadar da farklı bir çerçevede….değil mi… Sanki bir gecede, dinden başka ezilmesi, dışlanması, içinden devletçe “zararlı” görülen maddelerinin ayıklanması gereken hiçbir şey kalmadı. Bakınız erken cumhuriyet tarihine, din çerçevesinde yapılan zulümlere…
Ama yok etmek değil, kontrol etmekti bu. Bitirmek değil, bilakis şekillendirmek ve kullanmaktı bu. Osmanlı’nın kat etmiş olduğu yolu da geriye çevirmekti aslında. Diyanet de bu zihin yapısının eseri olarak ortaya çıktı, hayatımızdaki kimi zaman belirgin, kimi zaman belirsiz yerini alıverdi. Hem vardı, hem yoktu yani. Müslümanca yaşayacaksanız onu da benim sayemde yaşayacaksınız dedi devlet-i ali sanki. O “müslümanca” da sizin, bizim, onun, bunun ölçüsüne göre değil de devletin “tahammül” sınırları içerisinde çizdiği kalıplarca olacaktı. Bir toplumun, ‘ben de Müslümanım ama….’ diye başlayan veya ‘benim annem de başörtülü ama…’ diye başlayan cümleleri kurabiliyor olması da bundan olacaktı. Burada yapılan gizli belki bilinçaltını devreye sokarak ilintilendirilen mesaj Diyanet’in uygun gördüğü kadar İslamlaşabilmekti. Ne bir adım ilerisi, ne bir adım gerisi. Tam kararında. Devletçe uygun görülen doz ve ölçüsünde.
Duydum ki şimdi Diyanet kendi de hidayete ermiş. Diyanet’ten başörtülü vekil açıklaması gelmiş. “Hac ibadeti sonrasında örtünmek gerekir mi?” sorusunu, Din İşleri Yüksek Kurulu şöyle cevapladı: “Örtünmenin Hac’la ilgisi yoktur. Ergenlik çağına erişmiş Müslüman hanımların, yabancı (mahremi olmayan) erkekler yanında el, yüz ve ayakları dışında kalan bütün bedenini örtmeleri emredilmiştir (Nur 24/31). Bunun temini için giyilen elbisenin, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte olması gerekir (Ebu Davud, Libas 34). Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecibedir.”
Bunu söylemek için başörtüsü yasağı başladıktan sonra 32 sene geçmesini mi beklemek gerekirdi. İşte tam da bundan Diyanet bizim yaşayacağımız dini rahat bıraksın artık diyorum. Haksız mıyım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.