Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Çağdaş köprüler

Çağdaş köprüler

Cemevlerinin statüsü meselesi tekkeler ve zaviyeler kanunu meselesini yeniden gündeme taşıdı. Bu alanda bir tıkanıklık yaşanıyor ve geçmişten devreden devrim kanunlarını gözden geçirmeden bunun üstesinden gelinmesi de mümkün değil. Lakin devrimlerle çatışmamak için Dersim’e Dersim demekten kaçınanlar bu meselede de reverans yapabilirler. Denildiği gibi, nice zararlı şeyler faydalıdır. En tekrehu şey’en fehuve hayrun leküm. Kötü gördüğünüz şey veya husus hayırlı olabilir. Dolayısıyla hayır ve şer geçişli ve dönüşümlüdür. İstihale dönemlerinde ve geçiş dönemlerinde dönüşüm kazanır. Tasavvufi konularda uzman olan Murat Bardakçı tekkeler meselesinin çözülmesiyle dervişlerin mekanı meselesinin çözüleceğini ama asıl meselenin ehil şeyh olduğunu ifade etmektedir. Bu nasıl çözülecektir? Meselenin püf noktası burası. Osmanlı döneminde tekkeler veya tarikatlar örgütlü idi. Bunlara Meclis-i Meşayih bakıyordu. Fatimilerden sonra Salahaddin Eyyübi de Mısır’da tarikatları yeniden yapılandırmış ve örgütlemiştir. Bugün Mısır’da da hakiki veya ehil şeyh kalıp kalmadığı tartışmalı olmakla birlikte tarikatlar fonksiyonlarını icra etmekte ve tarikatlar ortak bir çatı altında bulunmaktadır. Lakin onlardan da geriye terbiye ve ruh değil kuru asabiyet kalmıştır. Tasavvuf ve Tarikatlar Yüksek Meclisi adı altında faaliyet yürütmektedirler. Tarikatların örgütlenmesi aynı şekilde Türkiye’de de mümkündür. Son yıllarda Cezayir, Fas gibi ülkeler siyasal İslam adını verdikleri akımlara karşı dalgakıran olarak tarikatlara veya tasavvufi akımlara sığınıyorlar. Lakin bunların halk nezdinde pek çekicilikleri kalmamıştır. Bunun nedenleri arasında, Muhammed Mütevelil Şaravi gibi tarikat veya tasavvuf anlayışına dayalı bilgiç, bilge, çekici zevatın kalmamasıdır. Yüz veya iki yüzyıldan beri tarikatlerin devirlerini tamamladıklarını genel bir kanaattir. Bunu ehil şeyhler de paylaşmaktadır. Bunlardan birisi de Hasan el Benna’nın arkadaşlarından Hamalı mücahit ve kahraman Nakşibend Şeyhi Muhammed Hamid’dir. İlmen Hasan el Benna ayarında belki de bazı noktalarda fevkindedir. Hatta bazı konularda Hasan el Benna’yı tashih de etmiştir. O da Murat Bardakçı’nın naklettiği gerçeği paylaşmıştır: Günümüzde teberrük şeyhi dışında şeyh kalmamıştır.
¥
Nasıl zamanla bazı bitkilerin veya bazı hayvanların soyu; yaşamalarına imkan veren yaşam alanı ve iklimin ortadan kalkmasıyla kalkıyorsa günümüzde tarikatlar için asude iklim kalmamıştır. Dolayısıyla yeniden bidayete yani kurumsuz döneme dönülmüştür. Bu ilk iki yüzyıla tekabül eder. Tarihi aşama ortadan kalkmış ama işin aslı ortadan kalkmamıştır. Bu da tasavvuftur. İslam içinde asil bir damarı temsil eder. Bunu ifade edenlerden birisi Hasan el Benna’dır. Çağdaş bir selefi-sufi olan Hasan el Benna tasavvufla ilgili fiili tecrübesini Hatıratında dile getirmiştir. Tasavvufla ilgili tezini de Risaletü Mutemer el Hamis’de beyan etmiştir. Burada kendilerini tanımlarken selefi davet olduklarını ve onun yanında Sünni tarikat (yol) olduklarını beyan etmiş ve sufi hakikat olduklarına da vurguda bulunmuştur. Kurumsal olan tarikata değil özü olan tasavvufa vurguda bulunmuştur. Bazı tarikat erbabı İmam Gazali’nin El Münkiz’deki ifadesiyle kendilerini öz diğer branşları kışır ve kabuk olarak nitelendirmişlerdir. Bununla birlikte tasavvuf özdür ve tarikatlar de aslında ekollerdir ve tasavvufi birikim içinde özü yansıtan ve yakalayan hakikat daneleri olduğu gibi kışrı yansıtan unsurlar da vardır. Bir yakin ve bir zevk mesleği olarak Cüneyd-i Bağdadi’nin yaptığı gibi asıllar üzerinden yeniden yapılanmaya ulaşmak mümkündür. Tasavvuf aynı zamanda bilgiye ulaşma yollarından birisidir. Bu bilgiyi sadece keşfi bilgi olarak sınırlamak doğru olmaz. Mevlana gibi zevatın bilgisi hem kesbi hem vehbi ve dolayısıyla keşfidir. Elbette bunlar arasında tartışmalı hususlar vardır. Lakin fıkhu’l batin olan gönül bilgisi tasavvuf değil aynı zamanda erkan fıkhı ve fıkhu’z zahir olan fıkıh da bu tür tartışmalardan hali değildir. Kelam ilmi de kimilerine göre zararlıdır. Lakin bahse konu olan veya ondan maksat, zat-ı bari, sıfatlar, gaybiyat ve mead değil midir? Dolayısıyla konuları ele alma biçimi veya yöntem tartışılabilir lakin ele alınan konuların yüceliği tartışma götürmez. Konusu alidir.  Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı Müslüman Kardeşlerin selefi-Sufi meşrep bir ekol olduğunu ifade etmiştir. Bu anlamda, Müslüman Kardeşler günümüzde siyasete yabancılaşan bazı tarikatlardan daha ziyade Kadiriye, Şazeliye ve Nakşbendiye gibi tarikatların geleneğine ve ruhuna ya da Abdulkadir Geylani gibi kurucu atalara daha yakındır. Tarikatların bir kısmı, zamanla insanın özüne yabancılaşması gibi kendine yabancılaşmıştır. Üzerlerine tortu çöreklenmiştir (bel rana ala kulubihim). İbni Haldun’un ifadesiyle, devletler gibi kurumlar da biyolojik organ veya beden gibi yıpranır ve eskirler.  Yaşlanma belirti ve emareleri gösterirler. Hasan el Benna kurduğu cemaatini camiiyyet yani toparlayıcı makamda görür. Bundan dolayı tasavvufu da ihtiva eder. Said Havva’nın Terbiyietüna’r ruhiye (Ruh Terbiyemiz) bu toparlayıcı anlayışın bir meyvesi ve ürünüdür. Bu nedenle Müslüman Kardeşler Reşid Rıza’yı iki husustan dolayı paylamıştır. Bunlardan birisi Ezher ulemasıyla ikincisi de tasavvuf erbabıyla çekişmesidir.
Selefiler, zahiri felsefeye hatta kelama karşı oldukları gibi batini felsefeye de yani tasavvuf adına yapılan felsefeye de karşıdırlar. Tasavvuf alanında da felsefi ekoller teşekkül etmiştir. İşrakilik bunlardan birisidir. İkincisi de, İbni Arabi ile ziyadesiyle inkişaf eden vahdet-i vucut anlayışıdır. İbni Teymiye çizgisini esas alacak olursak, Selefiler kesinlikle sülük ve ruh terbiyesi anlamında tarikat yapılanmasına karşı değildirler. Karşı oldukları bir husus tasavvufi hayat veya yaşam değil de tasavvuf felsefesidir. İkincisi de me’surat üzerine evrad ilave edilmesidir. Tarikatların kendilerine has zikir sayıları veya evratları vardır. Bu konu iki taraf arasında bir içtihat farklılığı meselesidir. Orhan Çeker Hoca bazı eserlerinde bunu münakaşa eder ve tahkik etmeye çalışır. 
 Hasan el Benna, Beşinci Kongre Risalesinde tasavvufa bakışını ifade eder. Bediüzzaman da 29’uncu Mektubunda tasavvufun yerini çağın ihtiyaçları ışığında belirlemeye çalışır. Bugün tasavvuf bize neyi ifade eder, sorusuna cevap arar.  Tasavvuf kendi yöntemleri içinde yakine ve ilme götürdüğü gibi aynı zamanda bir manevi zevke de götürür. Derler ki; ehl-i dünya bizim içinde bulunduğumuz zevk halini bilse kılıçlarıyla bu nimeti elimizden almaya çalışırdı. Men yem yezuk la yarif. Tatmayan bilmez. Kimi felsefeciler de mutasavvıfları taklit makamında bu sözü kendilerine mal etmeye çalışmışlardır. Buna hüsnü kuruntu derler.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi