İran işgalde, aydınlar masal okumada
Suriye’deki Esed/Baas karşıtı muhalif cephenin etkili unsurlarından, Halep merkezli Liva et-Tevhid grubunun lideri Abdulkadir Salih bir hava saldırısı sonucu şehid oldu. Pek çok kez yaralanmış, başına ödül konulmuş ama direnişin en önünde sözüyle, silahıyla, azimli ve mütevazı mücadelesiyle ismi gibi salih bir örneklik sergilemiş güzel bir insan daha katledildi. Güler yüzlü bir cesaret ve kahramanlık timsali olarak tanınıp bilindi. Allahu Teala’dan kendisi için rahmet ve mağfiret diliyorum.
30 ayı aşan zamanda Suriye’ye ilişkin maalesef şöyle çarpık bir durum yerleşti ön plana: Türkiye kamuoyu da pek çok ülke gibi Esed/Baas rejimi tarafından katledilen insanları, işkence edilen veya evi barkı başına yıkılıp mülteci konumuna sürüklenen insanları maalesef istatistik unsuru olarak algılamaya başladı. Lakin insanların acılarını, insanlığın kaybını istatistikle, rakamlarla, tablolarla algılamaya temayül etmek ve razı olmak insanlığın belki de en ölümcül kaybıdır.
Tahran’ın Moskovalaşması
Güya adına “soğuk savaş” denen dönemde dahi SSCB emperyalist siyasetiyle ardı ardına işgallere girişiyordu. Ama her bir işgali için sosyalist aydın ve çevreler/örgütler hümanist ve de anti-emperyalist gerekçeler bulma yarışına giriyorlardı.
Çekoslovakya işgali de Afganistan işgali de bu çirkin gerekçe uydurma yarışıyla geçti. Sosyalist aydınlar, sosyalizmin ilkelerine değil Moskova’nın stratejik hesaplarına göre konuşlanmakta inat ettikçe hızla çürüdü hatta kokuştu. Bir başkent olarak Moskova, SSCB’yi inşa ettiği iddia edilen sosyalist tüm değerlerden daha fazlasını temsil ettikçe, aydınlar da bu merkeze bağlı kaldıkça Moskova emir ve talimat alınan, bütün insani değerlere ve gerçeklere rağmen fanatikçe savunulan sapkın bir kıble işlevi görüyordu.
Bu dönemdeyse sol-sosyalist hareketlerin sapkın siyaset biçimlerine ebelik yapan Moskova’nın kimi İslami çevre ve aydınlardaki karşılığı Tahran olarak tezahür ediyor. 32 aydır Suriye’de Esed/Baas rejimi eliyle işlenen yıkım ve katliamlarda hem Moskova’nın hem de sol-sosyalist aydınların oynadığı rolden hepimiz haberdarız. Fakat bu yıkım ve katliamlarda Tahran, Rehber Hamaney’in emriyle Lübnan Hizbullahı ve diğer bölgelerden gelen Şii savaşçılar niçin ciddi bir tartışma konusu yapılamıyor?
Suriye halkını katleden, Suriye’yi cehenneme çeviren İran ve Hizbullah savaşçıları konusunda İslamcı aydınlar neden ve ne zamana kadar suskun kalacaklar? Daha geçen gün Suheyb Ali Mahmut adında bir Hizbullah komutanı daha Şam’da İslamcı muhalifler tarafından öldürüldü. Binlerce savaşçıyla Hizbullah, Suriye halkının üzerine zalim bir karabasan gibi çökmüş, ülkeyi kan gölüne çevirmekte ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. “Biz olmasaydık Esed rejimi iki saatte çökerdi” gibi beyanatlarla her ne kadar güç gösterisi yapıp sık sık gözdağı veriyorlarsa da aslında ne büyük bir zulmü icra ettiklerini itiraf ediyorlar.
Güldürmeyin Ne Medeniyeti, Ne Adaleti!
İran Devrim Muhafızları komutanlarından Hişam Hoşneviş ve Cemalizade gibi general düzeyinde özel savaş birlikleri ve komutanları Halep’te, Şam’da, Humus’ta Şebbihalarla birlikte Suriye halkını katletmeye giriştikleri yerde öldürüldüler. İran neredeyse tüm özel operasyon birlikleriyle Suriye’yi işgalde, İslamcı muhalifleri katletmekte, Suriye’nin bütün şehirlerini yıkmakta kararlı. Hatta Suriye’de Esed/Baas iktidarına şeksiz-şüphesiz iman etmiş durumda. Birkaç ahmak dışında elbette Türkiye’de bunu açıkça savunacak kimse yok. İşi analiz-stratejik hesap adı altında sinsice ve kurnazca kotarmaya çalışanlar daha fazla.
Esed/Baas ordusuyla beraber ABD, Fransız, İngiliz, Alman ordusu katliama girişseydi ne olurdu? Suriye halkını katletmek üzere Suriye’ye özel ordu birlikleri gönderenler, Esed/Baas rejimin bekası uğruna her türlü kirli-karanlık ilişki ağını devreye sokanlar Batılılar olsaydı bu suskunluk söz konusu olur muydu? Peki, İran ve Hizbullah’ın Suriye halkını işgal ve katletme yetkisi nereden kaynaklanıyor, bunu meşru ve makul sayan görüşün kaynağı nedir?
“Yakışır haspaya” misali İran ve Hizbullah’ın Esed/Baas rejimiyle birlikte Suriye halkına karşı gerçekleştirdiği katliamlar en zalimce söylemlerle hâlâ “Filistin ve Kudüs’ün özgürleşmesi masalı” eşliğinde anlatılıyor. Mezhep çatışması kaygısı, küresel cihat gruplarının estirdiği terör, Batı’nın ve Suud’un hatta Türkiye’nin kuklası gibi lanse edilen İslamcı muhalifler vs. argümanı İran ve Hizbullah’ın işgal ve katliamlarını görmezden gelmenin en önemli maskeleri.
Şimdi şöyle bir düşünelim: Kemalistleri, sosyalistleri, liberalleri, Batı’yı adalet ve tutarlılık gibi konularda fırçalamayı pek seven İslamcı aydınlar İran ve Hizbullah’ın işgal ve katliamları konusunda hangi anlamlı cümleleri kurdu şimdiye kadar? Bu suskunluk içinde çürüyen ve kokuşan o aydınların okuduğu masallar şimdilik Suriye halkının acılarını ve feryatlarını bastırmış gibi görünüyor. Ama şimdilik…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.