Derin kuşkular ve cevaba muhtaç sorular (2)
Bugün de tarihe ilişkin sorularımıza devam edelim…
Türkiye’yi işgal eden İngilizlerle Fransızlar olduğuna göre, biz neden hiçbir cephede onlarla savaşmayıp sadece Yunanlılarla savaştık?..
Yunanlıları İzmir’i işgal etmeye İngilizler çağırdı. Buna rağmen neden yardımcı olmadılar? Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuna mühimmat taşıyan Yunan gemileri, İngiliz Donanması tarafından Ege’de durdurulup geri çevrildi mi?..
Yunan Başbakanı Venizelos, “İngilizler bizi akvaryum balığı gibi Türklerin kucağına koydular” dedi mi?..
İngiltere’nin “Hilafeti Türklerin elinde almak” gibi, uzun soluklu bir projeleri var mıydı?..
Sultan Abdülâziz bu proje çerçevesinde mi katledildi, Sultan II. Abdülhamid yine bu projeye göre mi tahttan indirildi?..
İttihad ve Terakki Cemiyeti (Partisi), yine aynı projeye uygun olarak mı oluşturuldu?..
Mustafa Kemal, Bandırma Vapuru’yla Samsun’a çıkmak üzere, İngiliz hücumbotlarının cirit attığı İstanbul Boğazı’nı yakalanmadan nasıl geçti? Resmi tarihte yazdığı gibi, İngilizlerin basireti mi bağlandı, yoksa başka bir “bilinmez” mi var?..
Daha sonra, İngiliz nöbetçilerin kontrolündeki silah depoları bizimkiler tarafından nasıl soyulabildi? Silah yüklü tekneler yakalanmadan nasıl Boğaz’dan geçti?.. (Rahmetli Ömer Reis, o sırada taka reisiydi ve sık sık silah depolarını nasıl soyduklarını anlatırdı: “Biz depoya yaklaştığımızda İngiliz nöbetçiler uzaklaşır, sırtları bize dönük olarak sigara içerlerdi. Biz de silahları rahatça at arabalarına yükler, teknenin bilindiği limana taşırdık. Boğaz’ı geçerken, İngiliz hücumbotları etrafımızda dolaşırdı, biz ‘ha yakalandık, ya yakalanacağız’ diye endişelenirken, onlar geçip giderlerdi. Silahları Sinop’a indirir, dönüşte de İstanbul’a koyun filan getirirdik. İngiliz hücumbotları ancak o zaman bizi bordalar, yükümüzü kontrol ederlerdi. İçin için bu gaflete gülerdik! Allah’ın inayetiyle hiç yakalanmadık...”).
Lozan masasına savaşı kazanmış bir devlet olarak mı oturduk, yoksa kaybetmiş bir devlet olarak mı?..
Kazanmış bir devlet olarak oturduksa, neden “Misak-ı Milli” sınırları içinde kalan bölgelerin (Musul, Kerkük, Batı Trakya, Batum, Ege Adaları) bir kısmından vazgeçtik?..
İngiltere tarafından önce imzalanmayan Lozan Andlaşması’nın, hilafet kaldırıldıktan birkaç gün sonra imzalanmasının bir anlamı var mı?..
150’likler listesi nasıl hazırlandı? Bu kitlesel sürgünün amacı neydi?..
Balyoz, Sarıkız, Kafes, İrtica Eylem Planı gibi gizli örgütlenmelerin tarihi kökleri var mı?..
Günümüzü kasıp kavuran cuntalar tarihimizin bir mirası mı?..
Atatürk’ün imam nikâhlı (zaten o tarihte başka bir nikâh biçimi yoktu) eşi Fikriye Hanım, intihar mı etti, öldürüldü mü?..
Atatürk’ün manevi kızlarından Zehra, trenden atlayarak mı öldü, trenden atılarak mı?..
Latife Hanım’ın yasaklanmış anılarında neler yazıyor?..
Bunlara benzer onlarca soru daha…
Hemen hemen hepsi cevapsız: Cevapsız olduğu için de her türlü spekülâsyona açık. Bu da öncelikle tarihi yapanlara haksızlıktır.
Şimdi ihtiyacımız olan iki şeyden birincisi, tarihçiyi yasaların tehdidinden kurtarmak, ikincisi ise tüm arşivleri araştırmacılara açmaktır.
Hepimizi rahatsız etmeye başlayan tarihi spekülâsyonlar ancak bu şekilde önlenebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.