Hep dershane, hep dershane... Biraz da başka “hane”lere bakalım!
Kaç gün oldu, hiç saymadım...
Ama, şundan eminim:
Bir “rekor” kırdım... “Aynı konuda, üst üste 3 yazı bile yazmayan” ben; “Dershane... Cemaat... Hocaefendi” konularında, “üst üste yaklaşık 15 yazı” yazarak, “rekor” kırdım...
Ne yalan söyleyeyim;
“Artık yazmaktan bıktım!”
Gel de bıkma;
“İçim-dışım dershane oldu!”
Söylenmesi gereken her şeyi de söyledim...
Bugün;
“Dershane... Cemaat... Hocaefendi” konularına ara vermek ve haberler arasında “zapping” yapmak istiyorum.
Haa, sanılmasın ki;
“Dershane olayını bitirdim.”
Hayır; bitirmedim, sadece ara verdim...
Gerekirse, yine dönerim...
Bugün, “televizyona bakar gibi” yapacak, kanallar arasında nasıl “zapping” yapılıyorsa, ben de gazeteler arasında “zapping” yapacağım... Zira, uzun zamandır “dershane”lere kilitlendim ve gözüm başka bir şey görmez oldu... Oysa, Türkiye’nin tek meselesi “dershaneler” değil... Türkiye’de başka “hane”ler de var, onlar da yorumlanmayı bekliyor.
TAKSİM’DE HAVUZ MU VAR?
Meselâ, Gezi Dâvâsı...
İstanbul Savcısı Nazmi Okumuş; Haziran’daki “Gezi Provokasyonu” ile ilgili olarak yaptığı soruşturmanın sonunda, Eylül ayında bir “iddianame” hazırlamış ve “mahkeme”ye sunmuştu...
“İddianameyi kabul etmeyen” mahkeme demişti ki;
“Savcılığın silahlı saldırı delili olarak sunduğu gaz maskesi, baret, deniz gözlüğü, motorcu kaskı, flama, sirke, solüsyon ve sargı bezi, birer silah değildir!”
Bunun üzerine, Savcılık, “iddianameyi yeniden düzenleyerek” mahkemeye sunmuş...
Özetle demiş ki;
“Ne yani, şüpheliler; deniz gözlüğü takarak, Taksim’deki bir havuza yüzmeye mi geldiler?..”
Çok doğru;
“Deniz gözlüğü” ile Taksim’de “havuz”a mı, yoksa Ortaköy’de “deniz”e mi gireceksin?..
Başına niye “baret” taktın ki?.. Taksim’de “inşaat” var da, sen de orada “inşaat ameliliği” mi yapacaksın?.. Eline “sapan” alıp, “Gezi Parkı”nda “kuş” mu avlayacaksın?..
Daha neler neler?..
Savcılık, tam 12’den vurmuş ve sonunda “iddianame”sini kabul ettirmiş!..
Savcı’nın “zekâ ürünü iddiaları”na, bakalım “Gezi Zekâlılar” ne diyecek?..
YILDIRIM’IN RANDEVU TALEBİ
Meselâ şu haber:
3 Kasım’daki Kongre’de “11. defa Fenerbahçe Başkanı” seçilen Aziz Yıldırım, yeni yönetim kurulu üyeleriyle birlikte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmek istemiş...
Ancak, “iddia”lara göre; Aziz Yıldırım’ın “randevu” talepleri reddedilmiş... Cumhurbaşkanı ve Başbakan; “Şike Dâvâsı’ndan 6 yıl 3 ay hapis cezası” alan Aziz Yıldırım’a, “Yargıtay’dan karar çıkıncaya kadar” randevu vermeyi düşünmüyormuş...
Bence, son derece doğru!..
Tamam, adam “Fenerbahçe Başkanı” seçildi ama, ya “ceza”sı onanırsa?!?..
Kaldı ki; Aziz Yıldırım; şu anda “Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin Başkanı”dır ve “Atatürkçülük... Laiklik...” diyerek, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarmaya” soyunmuştur!..
“Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama” gibi bir görevi olduğunu vehmeden bir adam, hiç “Cumhurbaşkanı” ve “Başbakan”dan randevu ister mi?..
Bence, haberde bir yanlışlık olmalı... O, “randevu talep etmemiş” tam aksine “kendisinden randevu talep edilmesini” istemiştir!..
Aziz Yıldırım gibi bir “büyyük adam”, hiç randevu talep eder mi?!?..
KAMER GENÇ’E SUÇ DUYURUSU!
Haberleri “zaplamaya” devam...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan hanımefendi; CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç hakkında “suç duyurusu”nda bulunmuş...
Emine Hanımefendi’nin avukatları Ali Özkaya, Muammer Cemaloğlu ve Burhanettin Sevencan’ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği suç duyurusu dilekçesinde; “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Japonya Başbakanı’nın eşinin, Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliği’ndeki kutlama törenine katılarak, konuşma yaptığı hatırlatılmış...
Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığa müracaat ederek, 26 Kasım’daki Japonya Milli Günü’nde en üst düzeyde katılım olmasına ilişkin nazik davette bulunduğu bildirilen dilekçede, davete ilişkin müzakerelerde Japon tarafının, Japonya Başbakanı’nın eşi Abe’nin Tokyo’daki kutlamaya katılması nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın eşinin de Milli Güne katılmasından çok mutluluk duyacaklarını bildirdikleri aktarılmış...
Emine Erdoğan’ın, davet üzerine, Japon İmparatoru’nun 80. yaş günü kutlamaları için Ankara Büyükelçiliği’ndeki davete katıldığı ve burada konuşma yaptığı hatırlatılan dilekçede, denilmiş ki;
“Şüpheli CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Japon Hükümeti’nin mekanında ve ev sahipliğinde müvekkilenin konuşması devam ederken, bu seçkin ve saygın topluluk önünde, müvekkilenin şahsını hedef alarak, tüm görgü, nezaket, terbiye kuralları dışına çıkıp, bağıra bağıra, ‘Emine Hanım sen hangi sıfatla burada konuşma yapıyorsun’ diyerek konuşmaya başlamış, araya korumaların girmesine rağmen, müvekkilin bulunduğu bölgeye doğru yürümeye çalışmış ve topluluğun önünde büyük bir skandalın yaşanmasına ve insanların huzurunun bozulmasına sebep olmuştur.”
Emine Hanım’ın, böyle bir “suç duyurusu”nda bulunması, elbette en tabiî hakkı...
Peki, netice ne olur?..
Diyelim ki Kamer Genç ceza aldı... Peki ne değişecek?.. O Kamer Genç ki; “yüzüne tükürülse, ohh yağmur yağdı” diye sevinecek tıynette bir adam!..
Tam bir “Mazoşist!”
Kendisine saldırılmasından, hırpalanmasından ve lâf söylenmesinden hoşlanan, doyumsuz zevk alan bir adam!..
Yapılan suç duyurusu, onun “vukuatlar hanesi”ne giren bir “suç” olmaktan öte bir anlam taşımaz!..
Huylu, hiç huyundan vazgeçer mi?.. Ne yani; “suç duyurusu” yapıldı diye, “bedava içki” bulduğunda kadeh kadeh içmeyecek mi?..
“Zil zurna sarhoş” olup, ona-buna sataşmayacak mı?.. Doktorların; “ümitsiz hastalar” için kullandığı “Bırakın ne yerse yesin” ifadesi, tam da Kamer Genç için geçerlidir...
“Kanında alkol bulunan” değil, “Alkolünde kan bulunan” biri haline gelen Kamer Genç’e ne yapsan boş!..
Bırakın ne yerse yesin,
Bırakın ne içerse içsin!..
Onun hakkında “suç duyurusu” yapmak, onu “adam yerine koymak” olur!..
Bir “suç makinesi” hakkında “suç duyurusu” yapsan ne yazar?..
Adı üstünde, Kamer Genç!..
Sakın, yanında “kibrit” çakmayın!..
Anında “alev” alabilir!..
HANİ YARGI SİYASALLAŞMIŞTI?
“Zaplamaya” devam...
Ankara Üniversitesi DTCF’de karşıt görüşlü öğrenciler arasında çıkan kavgada, karşısına çıkarılan 3 öğrenciye beraat kararı verirken savcılığı da eleştiren ve Cumhuriyet gazetesinin “Böyle yargıçlar da var” diyerek haberleştirdiği Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesi Yargıcı Mahmut Kaya, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na terfi ettirilmiş...
Buna ilişkin HSYK toplantısında bazı üyelerin, yargıç Kaya’nın atamasını savunurken Cumhuriyet’in bu haberini örnek göstermişler...
Haberi, “Cesur yargıç terfi ettirildi” başlığı ile veren Cumhuriyet gazetesi, acaba “kendi kendini tekzip ettiğinin” farkında mı?..
Daha düne kadar ve hatta her gün, “yargının siyasallaştığından, yargının AK Parti’nin emrine girdiğinden, yargının bağımsızlığını kaybettiğinden” dem vuran kendileri değil miydi?..
Eee, ne oldu?..
Demek oluyor ki;
Yargı siyasallaşmamış ve hâlâ “bağımsız” karar vermektedir.
“Bağımsızlığını kaybeden” yargı değil de, galiba kendileri!..
“İtiraf gibi haber”lerinden belli...
MAYMUN’UN VELETLERİ!
“İtiraf”ta bulunan sadece Cumhuriyet değil ki... Çoğu “Darwinist” olan ve “Maymun’dan geldiklerine” inanan Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinden İşçi Partili ve Türkiye Komünist Partili olanlar, yeni bir “kampanya” başlatmışlar...
“Kampus içinde bir mescid veya ihtiyaca göre başka bir ibadethane” açılması için “imza” toplayan öğrencilere karşı başlatılan kampanyada deniliyormuş ki;
“Mescid için imza toplayan öğrencileri aşağılayın!.. Rencide edin!.. Hatta suratlarına tükürün!.. Çünkü ibadet, bir insan hakkı değildir!”
Ne yalan söyleyeyim, hiç yadırgamadım.
“Maymun’un veletleri”ne de bu yakışırdı!..
Onlara bir diyeceğim yok da, Perşembe günü yapılan sınavlarda “din dersi” sorularının çok zor olduğunu, bu sorulara cevap verebilmek için, çocukların “Kur’an Kursu’na gitmek zorunda” kalacaklarını iddia eden arkadaşlara bir çift sözüm var;
“Çocuklar küçükken dini eğitim almazlarsa, büyüdüklerinde ya İP’li olurlar, ya da TKP’li!”
İşte gördünüz; adamlar, “İbadet, insan hakkı değildir” diyor...
“Maymun’un veledi” bir “hayvan”dan daha ne demesi beklenirdi ki!?..
Neyse;
Bu kadar “zaplama” yeter!
OYAK “salça” işinden çekiliyormuş!
“Yatırım”ları tartışılan ve “Ordusu olan tek banka” ya da “bankası olan tek ordu” suçlamalarına maruz kalan TSK’nın yan kuruluşu OYAK, artık “salça sektörü”nden çekiliyormuş!..
Bugüne kadar, “TUKAŞ’sa koy sepete” reklâmları ile tanınan ve “konserve, salça, sebze” üreten “TUKAŞ’ın yüzde 81 hissesi”, satışa çıkarılmış...
OYAK’ın, elindeki TUKAŞ’ı satışa çıkarması “ekonomik bir olay” olarak değerlendirilse de, “siyasi bir anlam” taşıması açısından da önemli.
Malûm, TSK; “banka”sı ve “fabrika”ları ile sadece “ekonomi”ye değil, “siyaset”e de yön veriyordu... Açık ve net söyleyelim; “siyasete salça” oluyorlar ve siyaseti dizayn” ediyorlardı.
Tabiî, OYAK’ın “salça” işinden çekilip, “kimya sektörü”ne girmek istemesini de iyi irdelemek lâzım... Sorulması gereken asıl soru şudur:
“Askerin, bu işlere girmesi ne kadar doğru?”
Askerin, “ekonomi veya siyasete müdahil olmak” yerine, “kendi işini yapması” daha doğru olmaz mı?.. “Alternatif Cuma”lardan, “Alternatif Eğitim”lerden şikâyet ederken, “Alternatif Ekonomi” de ne oluyor?..
“Herkes kendi işini yapsa” kıyamet mi kopar?!?..