Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Başkasının arsasında namaz kılmak!

Başkasının arsasında namaz kılmak!

Cemaat ile hükümet arasında atışmalar hız kesmeden devam ediyor. Allah hayra çıkarsın. Sical şeklinde birbirimize laf yetiştirmekle meşgulüz. Halbuki, bir soluklanıp, meseleyi soğutmaya almak lazım. Bunun temel nedeni, kontrol dışına çıktığımızı fark etmememiz ve aramızda aracı kurumların olmamasıdır. Birinci derecede sorumluları, bizzat cepheleşme siyaseti güden taraflarda aramalıyız. İkincisi de, caydırıcı özelliği olan aracı kurumların yokluğu varsa da yetersizliğidir. Müstakil veya hakem niteliğine haiz ağırlığı olan hallu fasl makamında bir ulema ve aydınlar grubunun olmamasını kastediyoruz. Üçüncüsü de, sağlıklı bir kamuoyunun şekillenmemesi ve devre dışı kalmasıdır. Bu durumda, aydınlarımız da avamımız da sel gibi kavganın arkasında sürükleniyorlar. Halbuki, yaşadığımız süreç iki tarafı da; dolayısıyla külli ağırlığımızı zayıflatıyor. Bundan dolayı körü körüne taraftarlık yapmak yerine teenni ile hareket etmeli ve karar ve konuşmalarımızı sonucunu düşünerek yapmalıyız. Gerginliği körüklemek yerine gerilimi düşürmek ve iç yangını söndürmek zorundayız. Ortak alanı kullanmayı kardeşlik hukuku dairesinde yapmalıyız. En zayıf noktalarımızdan birisi, kardeşlik hukukuna riayet etmektir. Buna mani olan nefsi engellerimizdir. Bu şahsi nefsaniyet olabildiği gibi, cemaat nefsaniyeti veya asabiyeti de olabilir. Bu noktada her iki tarafın da kusurları var. Geçmişte sahada farklı kanallardan yola çıkarak gelen ve büyüyen farklı cemaatlerin toplumsal veya siyasi zeminde karşılaşmaları sonucu işbirliği yerine husumeti seçtiklerini görebiliyoruz. O dönemde amiyane tabirle şöyle değerlendirmeler yapılıyordu: “Bizim arsaya bina yapmışlar…” Veya buna fıkhi tabirle başkasının mülkiyetinde veya arazisinde namaz kılmak da denebilir.

*

Gerçekten de meseleye bu zaviyeden bakabilir miyiz? Bu arsa kime ipotekli? Burada şüphesiz bir haksızlık var. Burası ortak bir alandır ve ortak alanın hükmü ve hukuku var. Bu hüküm asabiyet bağlılığına göre değil hakka bağlılığa göre, bir de ehliyete göre şekillenir. Asabiyet ise çekişmeyi beraberinde getirir. Bu da kestirmeden vuruşma demektir. Mesele asabiyete dönüşünce de güçlü veya ittifakları güçlü olan asabiyet kazanır. Ama hak ve hukuk kaybeder. 

Görebildiğim kadarıyla, çekişmede iki tarafta kusurlu. Ama eşit kusurlu olduğunu söylemek mümkün değil. Cemaat elit bir yapıyı temsil ediyor ve kriterlerinde kemiyeti esas alsa da hükümet karşısında kemi değil keyfi anlamda güçlüdür. Nitelik açısından güçlüdür. Hükümet de nicelik açısından güçlüdür. Dolayısıyla cemaatin yüzde bir gibi oy oranının olduğunu söylemek onu hafife almaktır ve bu yaralayıcı nitelikte bir yaklaşımdır. Öbür taraftan hükümetten habersiz dahili bir organizasyonla veya öteki tabirle muvazaa ile operasyon yapmak muhtevası ne kadar doğru olursa olsun yöntem ve usul olarak yanlıştır. Kural ihlalidir. Ne olursa olsun icra erkinin kendi alanında rüçhaniyeti ve üstünlüğü vardır. Onu kendi alanında faka bastırmak telafi edilmez sonuçlar doğurur.

*

İki tarafın da hem yöntem hem de icraatlarında kusurları vardır. Hükümet siyasi ve dışarıdan bir büyüme ve cemaatte içeriden bir büyüme ve gelişme modeline sahiptir. Bunların telakisi ve buluşması millet için hayır olmalıdır. İkisinin de gücü var ve bunu millet ve memleket lehine ve hesabına kullanabilirler. Cemaatin gücü gelecekte Türkiye’nin yeniden inşasında önemli bir rol oynayabilir. Ama yöntem yanlışlığı aralarında çatışma riskini ve ortamını tetikliyor. Cemaat açısından örgütlenme biçimi (Bediüzzaman’a göre bu cemaatleşme değil, cemiyetleşmedir) yanlış girilmiş bir yoldur. Sonuçları ortadadır. Halbuki, hizmet metodu örgütlenme değil yansıma yani tesir alanını genişletme biçiminde olmalı idi

Olan oldu. Şimdi bu durumdan nasıl çıkacağız? Öncelikli olarak olan bitenden bir ders çıkarmalıyız. Buna ister yeniden yapılanma diyelim ister başka bir şey diyelim kendimizi muhasebeye çekmeli ve gözden geçirmeliyiz. Yoksa birbirimize laf yetiştirerek camiayı daha yaralı ve bölünmüş hale getirmekten başka bir iş yapmış olmayız. Selamete ermek için önce kafamızdan şu kemiyetçi fikri atalım: Güçlü, haklıdır. Bundan dolayı güçlüler güçsüzlerin nasihatini pek kale almazlar. ‘Haklı olsaydı, güçlü olurdu’ mantığına sahipler. Ama tıkandıkları nokta da burası. Hayır bu güç zehirlenmesidir ve bunun hem zeminlerine hem de ümmete hiçbir faydası olamaz.

Cemaat için yöntem yanlışlığına benzer partinin de yanlışları vardır. Girilen yollar çok selametli olmamıştır. Yanlış zeminden ve yoldan elde edilen kazanımlar da ya hep kaybedildi ya da kaybedilmeye mahkumdur. Bundan dolayı temsil ettiğimiz değerler ve kesimler adına içe dönüp bir muhasebe yapmanın vaktidir. Yoksa bu çekişmenin bedelini önce temsil ettiğimiz değerler sonra kitleler ve ardından hepimiz ödeyeceğiz. Mısır’da Sisi darbesinden sonra aynı çatı altındaki ailelerde bile Sisi-Mürsi gerilimi ve çatlakları olmuştur. Bizde de önce Esat Coşan-Erbakan hocalar ve ardından Milli Görüş ile AKP arasındaki çatallaşma ve ayrışmalar sosyal rahnelere ve yaralara yol açmıştır. Bazısına zaman bile merhem olamamıştır. Nefsinden ve bunun bir uzantısı olan kurumsal nefsinden feragat ve fedakarlık yapan kazanacaktır. Yoksa hep birlikte irtifa kaybediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi