Hâlâ mı boğuşmak?
İslâmı evet tefrikalar kastı kavurdu
Kardeş bilerek bilmeyerek kardeşi vurdu
Can gitti, vatan gitti, bıçak dine dayandı...
Mehmet Âkif’in vefatının 77. Yıldönümü... Âkif 1873 aralığında doğduğuna göre, doğumunun da 140. yıldönümü günleri...
Bu toprakların emsalsiz şairi, fikir adamı; aynı zamanda özü sözü bir büyük şahsiyeti, büyük ama gerçek büyük dava adamı... Vefatının üzerinden bunca yıl geçtikten sonra da her türlü ilgiyi hak ediyor. Onu çok okumalıyız, onun sözleri ve hayatı üzerinde çok düşünmeliyiz.
Hayatını Hakk’a ve halka adadı. Bütün varını dini, milleti ve devleti için sarfetti.
Örnek arıyorsak, hiç şüphe yok o Mehmed Âkif’dir...
Hiç bir zaman “ben” demedi. Hep “biz” dedi... Benim derneğim, benim cemiyetin, dergim, cemaatim, partim, şirketim... Merkeze hiçbir zaman bunları almadı. Nefsini asla öne çıkarmadı. Kendisini davasının üzerine çıkarmayı hiçbir zaman düşünmedi!
Birinci Dünya Savaşı’nın zor yıllarında bazı devlet görevleri teklif edildi. Tereddütsüz kabul etti. Almanya’ya gönderildi, ardından Hicaz’a...
Mehmet Âkif İttihat ve Terakki partisi iktidarından memnun değildi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Sebilürreşad yazıhanesinde evden getirdiği kuru fasulyeyi yerken İttihat ve Terakki hükümetinin Dahiliye Nezareti’nden bir vazifeli gelir ve: “Nâzırın selâmı var, ‘yazılarında o kadar ileri gitmesin’ diyor” der. Âkif’in cevabı şudur: “Git nazırına söyle, ben fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra kimseden korkmam!”
Âkif, Almanya’ya, Hicaz’a görevli gittiğinde, dergisi Sebilürreşad hükümet tarafından kapatılmıştı!
Onun şiirlerinde “vahdet”, yani “birlik” kavramı merkezi bir yer işgal eder.
Sen! Ben! Desin efrat, aradan vahdeti kaldır
Milletler için işte kıyamet o zamandır
Milletler için kıyamet, kişilerin sen ben diyerek birliği aradan kaldırmalarıyla kopar! Bu dün doğru bir sözdü, bugün de. Mehmed Âkif’in nefsine uyguladığı ve herkese öğütlediği nifaktan, şikaktan, fitneden, fesattan kaçınmaktı.
Yukarıdaki iki mısra O’nun “Hâlâ mı boğuşmak” şiirinden. Şiir 95 yıl önce, 1918 aralığından yazılmış! Sanki bugün için yazılmış gibi taptaze değil mi?
Böyle bir ülke, böyle bir toplum Mehmet Âkif’i nasıl dertlendirir? Nasıl hüzne boğar?
Geçerken ağladım geçtim, dururken ağladım durdum
Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum!
Âkif’in hüznü, Âkifce hüzün… Nasıl anlatılır ki? Onu en iyi bizzat Âkif anlatır: “Ne gurbettir çöken İslâma İslâmın diyarında?”
Kendi derdi değildir onu hüzünlendiren, onun hüznü “hüzn-i umumi”dir… O umumî hüznün kaynağı nedir peki?
Ey Hakk’a taparken şaşıran kalb-i muvahhid
Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o da mülhid
Gerçek dâva adamı ile, “dâva” derken daima “İlla ben! Mutlaka ben!” diyen nefsaniyet adamı nasıl ayrılır?
Mehmed Âkif’e bakın, görürsünüz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.