Sonu gelmeyen buhranlarımız!
Said Halim Paşa, Mehmed Âkif’in bize hatırlattığı önemli şahsiyetlerden biri. İki sene önce vefatının, daha doğrusu şehid edilişinin 90. yılı idi. 2013 ise doğumunun 150. Yılı... Said Halim Paşa’ya hatırlamalı mıyız? Türkiye’nin bugününe bakarak “muhakkak” diyorum. Dünyanın ve bilhassa İslâm dünyasının hâline bakarak “mutlaka” demekten kendimi alamıyorum.
Modern Türkiye’nin hâfızası, Cumhuriyet’in zihni, Said Halim Paşa’yı hatırlamıyor ve hatta tanımıyor! O devirden Enver, Talat ve Cemal paşalar bir şekilde ayakta tutuluyor. Bunun sebebini, Cumhuriyetin İttihatçı gelenekle sıkı irtibatına bağlamak doğru olur. Burada Said Halim Paşa’nın İttihatçılığı elbette hatıra gelir. O ittihatçıdır, ama dindardır ve düşüncelerine de bu güçlü şekilde yansır. Sonraki dönemlerdeki adlandırma ile “islâmcı”dır. Cumhuriyet İttihatçılıktan şiddeti ve din karşıtı kavmiyetçiliği tevarüs etmiştir.
Said Halim Paşa’nın önce devlet nezdinde hatırlanması gerekir! Üç buçuk yıl sadrazamlık/başbakanlık yapmış bir şahsiyetten söz ediyoruz. Hem de 1. Dünya Savaşı gibi muhataralı bir dönemde. Paşa, Mütareke’den sonra İngilizler tarafından öne Ermeni tehcirinden yargılanmak istenen sonra Malta’ya sürülen isimlerden… Bu sürgün/esaret dönemini boşa geçirmemiş, dünyayı yönetenlere mektuplar yazmış. Türkiye’nin doğusunda Ermeni devleti kurulmasını destekleyen ABD başkanı Wilson’un onun yazdığı mektuptan etkilenerek bu düşüncesinden vazgeçtiği söylenir.
Sürgünden sonra Türkiye’ye dönmesine müsade edilmemiş ama, kardeşi Abbas Halim Paşa gibi Millî Mücadele’ye destek vermiş. Roma’da yaşamaya mecbur olmuş ve orada bir Ermeni komitacı tarafından şehid edilmiş. Onu şehid eden komitacının gerekçesi dikkat çekici: Paşa İtalyan bankalarından 2 milyon sterlin borç alarak silah temin edecek ve Anadolu’ya gönderecekti!
Said Halim Paşa’yı zihin dünyamıza 1970’lerde, kazandıran, devlet adamlığı değil fikir adamlığı yönü. (Ertuğrul Düzdağ’ın Buhranlarımız’ı yayınlama tarihi 1973). O gerçekten görmezden gelinemeyecek çok önemli bir fikir adamı. Hilmi Ziya Ülken, 1966’da yayınlanan Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi’nde Said Halim Paşa’dan hiç söz etmez. İslâmcılık fikriyatının belki de en önemli şahsiyetini ıskalar…
Said Halim Paşa, köklü ve derin islâmî kavrayışa sahip. İyi yetişmiş, İsviçre’de siyasî ilimler tahsil etmiş; okuyan, düşünen ve fikirlerini kayda geçiren bir şahsiyet. Mütefekkir kişiliği bizim için devlet adamı kimliğinden önemli. Bu önemi kalıcılaştıran eserleri.
8 kitabı var. Bu kitaplar çok hacimli değil, fakat muhtevası güçlü ve etkileyici. Döneminde, belki de siyasî alandaki konumu yüzünden kendini açıkça ortaya koymadığından ve olayların hızlı akışından yeterince anlaşılmamış; sonrasında ise, islâmcılık önemsiz sayıldığından, kenarda kalmış olabilir. İyi temellendirilmiş, mantıklı ifade edilmiş bir düşünce asla değerini kaybetmez. Onu 1970’lerde, eserleri “Buhranlarımız” başlığı altında yayınlanınca keşfetmek zorunda kalırız.
Avrupa medeniyeti karşısında bazı islâmcıların ikircikli tutumu Said Halim Paşa’da görülmez. Batı medeniyetinin islâmla bağdaşmaz yanları olduğunu, bazı batılı kavramların İslâm dünyasında karşılığının olmadığını, değişmenin ille de iyiye işaret sayılamayacağını, eserlerinde sağlam bir mantıkla ortaya koymuştur.
Said Halim Paşa, 90 küsur yıl sonra mutlaka dikkate alınması, fikirleri üzerinde düşünülmesi gereken büyük bir şahsiyet. Bugünlerde “Birleşmiş Milletler”in yetersizliklerinden konuşuyoruz. Başbakan Erdoğan bunu bizzat BM’deki konuşmasında söyledi: BM beklentilere cevap vermiyor, belli ülkelerin çıkarlarına hizmet ediyor ve onların vesayeti doğrultusunda çalışıyor. Bütün insanlığın hukukunu korumakta bu yüzden âciz kalıyor…
21. yüzyılda Türkiye’nin Başbakanı Birleşmiş Milletler’i eleştirirken, ondan doksan yıl önce, Osmanlı’nın eski Sadrazamı Said Halim Paşa, kurulacak olan Cemiyet Akvam’la ilgili görüşlerini sürgünde bulunduğu Malta’dan İngiliz başvekiline, ABD başkanına ve Fransız başbakanına kendi dillerinde mektuplar yazarak iletmişti. Paşa, ancak özeti bugüne ulaşan 30 sayfalık mektubunda, batılı güçlerin bir an evvel parçalamak için çalıştıkları Osmanlı Devleti’nin yerini tek bir devletin doldurabileceğini söylemektedir: Osmanlı Devleti. Yalnız Osmanlılar, idaresi altına aldığı farklı ırk, din ve dillerdeki insan kitlelerini örf, hayat tarzı ve mizaçlarına saygı göstererek idare etmiş, bu toplulukların bir otorite tarafından yönetilmemesi halinde birbirini ifna etmesinin önüne geçmiştir. Osmanlı, Milletler Cemiyeti ile sadece vaad edilenlerden daha fazlasını uygulamıştır.
Eşref Kuşbaşı’nın özetlediği metinde yer alan şu ifadeler bilhassa dikkat çekicidir: “Osmanlı Devletini cihan çok arayacak ve onun elinden alınmış yerlerde kurulan yetersiz ve sun’î devletler, ne idarelerine tevdi ve emanet edilmiş halka, ne de devletler manzumesine faydalı, şerefli bir hizmet ifa edemeyecekler, bu topraklar üzerinde hâkimiyet ve ayrılık kavgası son bulmayacaktır.”
Üsküdar Belediyesi, doğumunun 150. Yılı dolayısıyla, 28 Aralık’ta iki oturumlu bir bilgi şöleni düzenledi. Bizim de katıldığımız toplantıda İsmail Kara, Metin Önal Mengüşoğlu, Yasin Aktay, Hamza Türkmen, Mustafa Armağan, Kudret Bülbül, Ergün Yıldırım, Alev Erkilet ve Vahdetdin Işık büyük düşünürümüzü çeşitli yönleri ile anlattılar. Toplantıyı da düzenleyen Üsküdar Belediyesi’ne ve emeği geçenlere teşekkür borçluyuz.
Maalesef, Said Halim Paşa çok okunan bir düşünürümüz değil, hakkında çok fazla kitap da yok. Burada M. Ertuğrul Düzdağ’ın hazırladığı Buhranlarımız ve Son Eserleri ile onun hakkında Kudret Bülbül’ün kitabı ve TYB Akademi dergisinin eylül 2011 özel sayısını tavsiye edebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.