Çağdaş Kafir Kavramlar
Lamı cimi bırakalım ve çıplak gerçeği ifade edelim; bu ülkede Laiklik denilince anlaşılan, devlet yönetiminden İslam’ı kaldırıp atmak, dini asla dünya işlerine karıştırmamak, sosyal hayatta dini işlevsiz kılarak yok saymaktır. Onu vicdanların karanlığında boğup atmaktır.
“Laiklik dinsizlik değilmiş.”
Kim diyor onu?
Siz ne anlarsınız dinden?
Bırakın da buna Müslümanlar karar versin!
Laiklik, İslam fıkıh ve hukukunu, meşhur adıyla İslam Şeriatını devletten dışlamak, kurumlardan atmak, sosyal hayatta yok saymak olunca, bu uygulama dinsizlik olmayacak da ne olacaktır?
İşte bu sebeplerden ötürü laiklik İslam açısından kesinlikle dinsizlik sayılmış ve reddedilmiştir. Çünkü İslam, imanıyla, ibadetiyle, hukukuyla ve ahlakıyla bir bütündür, bölünüp parçalanamaz. Bunlardan birisini inkar, bütününü inkar demektir. Oysa dinin amacı, bütün bu kanunlarıyla, bireyin hayatını düzenlediği kadar, devlet ve sosyal hayatı da düzenleyerek, insanları mutlu etmektir. İslam siyaseti kısaca budur.
Hem de İslam Müslümanlara, ilahi kanunları alıp almama, uygulayıp uygulamama muhayyerliği vermez. Böyle bir seçeneğe asla izin vermez din. Allah Teâlâ kanunlarının insanlara böyle sunulmasını asla kabul etmez. İnsan ya İslam Şeriatına inanarak kalbiyle tasdik edip onaylar, bireysel ve toplumsal hayatında ve devlet yönetiminde uygular, böylece olgun bir Müslüman olur, veya atar, uygulamaz, kafir olur.
Bu yüzden muharref hıristiyanlık gibi dünyaya dönük kanunlar içermeyen dinlerde zaten laiklikten başka bir şey olmaz. Onları örmek olarak sunmanın anlamı nedir? Devlet ve sosyal hayatı tanzim eden kanunları vardı da mı uygulamadılar? Ancak İslam gibi hem dünya, hem de ahiret işlerini beraberce düzenleyen dinlerde laiklik olmaz. Orada laiklik olması demek, İslam’ın bir kısmını inkar ve ret demektir. Eğer buna rağmen uygulanmaya kalkışılırsa, bu orada İslam ve Müslümanlar ile savaşmak demektir.
Laikliğin tabii neticesi batıda sekülerizm’i oluşturur. Türkçeye sekülerleşme olarak da çevrilen bu kavram, aslında “dünyevileşme” demektir. Yani din ile olan bütün bağını koparma, dini hayat dışına atma, onu yaşam biçiminde etkin bir değer olarak görmemedir.
Buna göre sekülerleşme, dinî olan, din ile ilgilendirilen bütün değer, ilke ve ölçülerin bireysel ve toplumsal hayatın dışına atılması, öte dünyadan alakasını tamamen kopararak, bütün bütün ahiretten bağımsız bu dünya hayatını dilediğince ve keyfince, hevasınca yaşama düşüncesi veya yaşam tarzıdır.
Kısaca farkı görecek olursak sekülerizm, dinsiz yaşam biçimidir. Laiklik ise bu yaşam biçiminin siyasal örgütlenme şeklini ifade etmektedir.
Burada yoldaş bir kavram daha devreye girer: aydınlanma.
Aydınlanma, insanın kendi duyu organları ve aklının dışında başka bir bilgi edinme kaynağını kabul etmemedir. Yani dini, vahyi, ilahî olanı inkardır. Bunun tabii sonucu ise, duyu organları ve aklın dışında insanın hayatını biçimlendirecek hiçbir ilke, değer, yasa, din, kitap, sünnet, şeriat vs. kabul etmemektir. Kısacası dinsizlik anlayışıdır.
Bu anlayış 17. Yüzyılın başından itibaren Batı dünyasını etkilemeye başlamış, günümüzde ise bütün bütün egemen olmuştur. “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir” sözü de bunu ifade eder. Yani hayatta en hakiki mürşit, insana yol gösteren ve fayda veren önder, Müslümanların zannettiği gibi din değil, vahiy değil, semavî kitap Kur’an değil, şeriat değil, sadece ilimdir. Akıl ve duyu organlarından alınan, laboratuvarda deneyi yapılan “müsbet/pozitif” bilimdir yani. Bu yüzden “bilim insanı” olmak, otomatikman dini inkar etmek demektir.
Evet, bu kavramları şimdi böyle kısaca da olsa görmek, ülkemizi ve dünyayı anlamada anahtar gibi iyi gelecektir inşallah. Bu gerçekler bilinmeden ne devlet ve siyaset anlaşılır, ne de sokak gösterileri.
Siz hala “Gezi”yi üç beş ağaç meselesi mi sanıyorsunuz?