Beynimde Depremler ve Heyelanlar Var
Aşağıda yorumlar var, kimi dostlarım da öteden beri yüzüme diyorlar: “Bu kadar saf olma’”
Bakıyorum etrafımda çok rahat insanlar var. Bir taraf olmuşlar ve kararlarını vermişlerdir. Sevdikleri taraf mücahit ve evliyadır, sevmedikleri taraf ise hain ve düşman. Bundan sonrası kolaydır; Allah için sever, Allah için buğzederler.
Biz ise işin bu kadar basit olmadığına inanıyor, bütün Müslümanları kardeş bilerek sevmek istiyoruz. hareket tarzlarını ve tutumlarını beğenmediklerimizin yanında olmuyor, hizmetlerine katılmıyor, ama onlara kin gütmek ve hasım olmak da istemiyoruz. Bu yüzden büyük bir iç muhasebe yaşıyoruz. İlkelerimiz ortada. Yanlış yapmak istemiyoruz. Ama aldanmak ve istismar edilmek de istemiyoruz.
Sonuçta herkes çok rahatken biz bir türlü rahat olamıyor, huzur bulamıyoruz. Bazen içimizde bir deprem yaşıyoruz. Beynimizde koca koca yapıları yutan heyelanlar oluşuyor. Büyük bildiklerimiz ve çok sevdiklerimiz karşısında hayretler içinde kalıyoruz. “Bu o olamaz” diyoruz. Bir türlü son kararı veremiyoruz. Çünkü bilgimiz az, görüntüler yanıltıcı olabilir. Güven ve vefa böyle zamanlarda belli olur. Zıtlıklar, çelişkiler, beklentiler ve görüntüler, her şey karma karışık. Bildiğimiz bir şey varsa o da “insan kıymetli, harcamak kolay değil.”
Sözü şuraya getireceğim: Hükümet, devlet içinde bir “paralel yapı”dan bahsediyor. Buna asla izin verilmeyeceğini söyleyerek “halkın iradesine” dikkat çekiyor. İşin garibi bu yapıya “öyle bir şey yok” diyerek M. Fethullah Gülen Hoca, camianın geri kalanlarını tehlikeye atmayı dahi göze alarak sahip çıkıyor. “Bunlar yolsuzlukla mücadele istemiyorlar, haram yemeye göz yumuyorlar” diyor. Ancak ortada var olan “yolsuzlukla mücadele” adı altında yaşanan olaylar, bu yapıyla hükümetin savaşının süreceğini haykırıyor.
Benim aklım almıyor. Benim bildiğim Hoca Efendi bu değil. Benim bildiğim camia bu değil. Bu kadar basit, basiretsiz ve ferasetsiz olamazlar. Kendilerini bu kadar ucuz harcayamazlar. “Böyle bir şey olamaz” diyeceğim, ama oluyor işte. Her şey göz önünde!
Ama neden?
Sivil bir hareket resmi hükümetle çeşitli taktikler uygulayarak savaşıyor. M. Fethullah Gülen Hoca gücü, dengeyi, otoriteyi dikkate alan bir adamdır bildiğimiz kadarıyla. Mavi Marmara hareketinde uluslararası sularda bile İsrail Devletinin otoritesini hesaba katarak, hem de kanı dökülmüş, şehit vermiş Müslümanları bu noktada uyaran bir adam, şimdi koca bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümetinin otoritesini tanımıyor? Bunu akıl alır mı?
Terör örgütleri hariç, normalde hiçbir sivil hareketin kendinde devlete/hükümete karşı böyle bir kavga/savaş için cesaret görmemesi lazım. Tamam, sivil itaatsizlik, demokratik muhalefet, pasif direniş gibi otoriteye karşı çıkmalar vardır ama bu genellikle Müslüman hareketlerin, özellikle de Gülen Hocanın hiç tasvip etmediği bir vaziyettir. Zira güçler çok dengesiz.
Fakat Hoca böyle bir kavgaya kendinde cesaret görüyorsa, bunu da bağıra çağıra yapıyorsa, acaba neyine güveniyor? Burada bizim göremediğimiz, anlamadığımız, konduramadığımız nedir?
Gerçekten çok garip, çok ilginç işler ve ilişkiler cereyan ediyor gözümüzün önünde bugünlerde.
Bu arada gazeteci Fehmi Koru'nun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştükten sonra Pensilvanya'ya gidip Sayın Gülen ile görüşüyor. Koru'nun talebi üzerine Gülen Hoca Cumhurbaşkanı'na hitaben bir mektup kaleme alıyor. Bu mektup hem Gül, hem de Erdoğan'a iletiliyor. Osman Şimşek de mektubun özetini internette anlatıyor: (http://www.herkul.org/yazarlar/hocaefendinin-sukutu-ve-o-mektubu/)
O mektupta sevindiğim, öyle olmasını istediğim bazı satırları görünce memnuniyetimi yazmıştım, hatırlarsanız. “Belli bir zaman susma, demeç vermeme, olayların içinde doğrudan yer almama, kendisine bağlı medya’nın daha serinkanlı yayın yapmalarını tavsiye etmelere” ne kadar sevindiğimi söylemiştim. “Keşke kamuoyuna daha ilk günden bunlar açıkça ifade edilseydi” gibi temennilerimi ifade etmiştim.
Sayın Gülen, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı mektupta, “sırf kendisini sevdiği ve cemaatine bağlı olduğu için” kimi insanların önünün kesilmesi ve yerlerinden edilmesini eleştiriyor ve bunun durdurulmasını istiyor. Bu durumun hükümetle aralarındaki nazik duruma katkı sunmayacağını da söylemiştim. Öyle ya, bu açıkça suçlamak olmuyor mu hükümeti? Suçlayarak barışa gitmek mümkün mü?
Her neyse, bugün gözümden kaçan bir paragrafı Ruşen Çakır’dan okuyunca, tekrar yazıya döndüm ve içimden “eyvah” dedim. “Hırsızın aklına kendir düşürmemek gerekir” diye bir atasözümüz var. Bakalım siz de şu satırları okuyunca benim gibi endişe duyacak mısınız?
“Ayrımcılık ve meşrepçilik gibi hatarlı düşünce ve çirkin işlerin önü alınmazsa yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin de aynı muameleye maruz kalacaklar…”
Bu cümleyi okuyunca benim aklıma gelen Sayın Çakır’ın da aklına gelmiş ki şöyle yazmış: “bu uyarının yapılması hayli dikkat çekici. Mektubun yazılmasından dört gün sonraki tamamlanamayan ikinci yolsuzluk operasyonunda Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, diğer bir deyişle Nakşibendiliğin Erenköy kolunun önde gelen ailelerinden Topbaş ve Tivniklilerin hedef alınmış olması da ilginç. Bunların Başbakan Erdoğan'a çok yakın isimler olduğunu da ayrıca belirtelim.” (http://www.rusencakir.com/Mektup-savasin-akisini-degistiremedi-ama/2380)
Evet, ben bazı isimleri görünce fecaatin boyutlarını o zaman anlamış ve hükümete komployu görmüştüm. Ama o zaman tamamlanamayan ikinci yolsuzluk operasyonu akim kalır zannıyla bu kanaatimi yazmamıştım. Fakat işte olay basına böylece intikal etmiş durumda.
Korkunç bir fitne ile karşı karşıyayız gibime geliyor. Uyarmadan edemeyeceğim. Bugün “komplo teorisi” gibi geliyor. Allah’ım yarın gerçek olmasından esirgesin ve ümmeti korusun her türlü fitnelerden!
Akla gelen senaryo şu:
M. Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin sahip çıktığı İstanbul’daki ekip, yanına diğer büyük şehirlerdeki ekip arkadaşlarını da alarak, hükümeti Müslümanlar nezdinde küçük düşürmek için, yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin, mesleklerin hepsinin ileri gelen adamlarına yolsuzluk davası açacaklar. Böylece bütün cemaatler rahatsız olup ayağa kalkacak. Hükümet topa tutulacak. Yer yerinden oynayacak!
Niçin yapılacak bu?
Paralel Devlet ve camia haklı çıksın için. Bütün dindar cemaatler hükümeti terketsin için. İktidar da işin altında kalsın ve yok olsun gitsin için. Ya da en azından artık dershane ve cemaatle uğraşmasın için. “Benim kim olduğumu ve istersem neler yapabileceğimi herkesin görüp anlaması için!”
Aman Allah’ım!
Bugün İstanbul’dan sonra İzmir’de de başladı yolsuzluk, rüşvet ve ihaleye fesat karıştırma operasyonu. Yarın ülkenin kırk elli şehrinde daha ortak bir yolsuzluk hareketi başladığını, Ak Parti ile beraber Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin hizmet adamlarının yolsuzluk suçlamaları ile mahkemelere doldurulduğunu bir düşünün, ortalık cehenneme dönmez mi?
Malum medya ve muhalefet zaten hazır. “Suçsuzluk karinesi” demeyecekler, anında suçlar gizlilik ilkesi hiçe sayılarak ortalığa dökülecek, memleketin en güzel insanları sabah basılacak, öğlen yargılanacak, akşama kalmadan mahkum edilecek, akşam haberlerinde herkese duyurulacak…
Al sana Kerbela gibi bir fitne.
Al sana güncelleşmiş Cemel ve Sıffin savaşları.
Bunlar olur mu?
Mümkündür, neden olmasın?
Şimdi yeniden başlayan ikinci yolsuzluk operasyonu içindeki kimi isimler aynen bu senaryoya işaret ediyor. İzmir’deki ise hükümeti hedef alıyor. Bunu görerek isyan edersen suçlamalar hazırdır: “Sen yolsuzluklara sahip mi çıkıyorsun?”
Plan müthiş! Senaryo muhteşem!
Şimdi sormanın zamanıdır; M. Fethullah Gülen Hoca Efendi bu hareketlere neden sahip çıkıyor? Kendisi mi yetiştirdi bunları? Ülkemin güzel insanlarının hizmet ve himmetleri fitneci yetiştirmek için mi harcandı?
M. Fethullah Gülen Hoca Efendi yeni Kerbelalar, Cemel ve Sıffinler mi istiyor? Diyalog, hoşgörü, tevazu, mahviyet, hizmet, kardeşlik, ihlas, müspet hareket etme ve adanmış ruhluluk bunu mu gerektiriyor? Ahir ömründe görmek istediği ülkemin baharını kışa çevirmek mi?
Aklım almıyor! Benim tanıdığım ve sevdiğim Hoca Efendi bu olamaz!
Oturup bir özeleştiri yapalım. Herkes gibi M. Fethullah Gülen Hoca da yapsın. Ülkemin güzel insanlarının hizmet ve himmeti iyi niyetle iyi insanlar yetişsin ve insanlığa hizmet etsin içindi. Biz böyle biliyoruz.
Gelin hepimiz, bütün cemaatler, STK lar, hayır dernek ve vakıfları, hükümet ve camia, her yerde ve bu arada bizim de aramızda olması mümkün olan mevki ve makam düşkünü, şan ve şöhret budalası, iktidar olma hastası, fitneci ve fesatçı, haram yiyici insancıkları tesbit edip temizleyelim. Hoca da hükümet de sahip çıkmasın o türlü olanlara.
Zifiri karanlıklardan aydınlık şafaklara ancak böyle özeleştiri ve muhasebeler yaparak ve tövbe istiğfarlar ile yıkanıp arınarak çıkabiliriz.
Değilse, daha çok kalırız korkunç karanlıklarda…
EK:
Bu yazı bittikten sonra Hasan Aksay Beyin yazısını okudum. Orada tatlı bir hatıra anlatıyor. Sizin için iktibas ederek bir soruyu tekrar soracağım sahibine:
“Bir de, 41 kişilik, ikinci gözaltı dalgası vardı. Hamdolsun, cesaretle önlendi. (Şimdi tekrar başlamış yazık ki) Ayrı bir ibrettir. Hiç devlet ihalesi almamış Mustafa Topbaş, gözaltına alınacaklardan. Devletin olmadığı işte rüşvet mi olur? Bu aile iyilik, hayır, edep ve ahlakıyla sınırları aşan bir isme sahiptir.
Bir anekdot. Söze gerek kalmasın:
Sanayi eski Bakanlarından Mehmet Turgut, Ahmet Aydın Bolak ile beraber çalışıyordu. Zaten 1961’de TBMM’de arkadaştık. Mehmet Turgut Bey anlatmıştı bana: Rahmetli Bolak, maddi sıkıntıya girdi, evini satacak. Beş milyondan fazla vermiyorlar. “Mustafa Topbaş Beyden rica et, evi göster. Beş’e alırsa, bari temiz bir adam otursun evimde” dedi. Evi gösterdim. Topbaş, “Böyle lüks evde oturmam. Bu ev, 16 milyon eder. Sıkıntıdan satılan evi, değeri altında alamam” dedi. Ve 16 milyona aldı. Ve tarihe geçecek sözler…
Savcı, ne yapmak istiyor? “Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan?” (https://www.habervaktim.com/yazar/63066/17-aralik-darbesi-ve-mustafa-topbas.html)
Evet, M. Fethullah Gülen Hoca Efendi, siz bunları mı ta devletin zirvesine kadar ulaşıp korumak istiyorsunuz? Bunlar için mi bütün hizmeti tehlikeye atıyorsunuz?
Son bir soru: Acaba hayatını harcayarak oluşturmaya uğraştığın “hizmeti” bile tehlikeye atacak kadar bunları değerli kılan arka plan nedir?