İşin Öz’ü: Akşamdan yenilen hurmalar, geceleyin mideyi tırmalar!
Her gün yeni bir gelişme, her gün yeni bir operasyon... Son derece “kritik günler” yaşıyoruz... Her taraftan “bilgi” ve “belge” yağıyor... Hangisi “doğru”dur, hangisi “kirli bilgi”dir ve “hedef saptırma” amaçlıdır, belli değil...
Gelen bilgilerin doğruluğunu “teyit” ettirip “kullanmaya” çalışıyorum ama, “farkında olmadan kullanılmak” gibi bir “risk” olduğunu da düşünmüyor değilim...
Dolayısıyla;
“Kılı kırk yarmak” ve “ince eleyip sık dokumak” gerekiyor... Aksi halde, “ava giderken avlanmak” işten bile değil...
Dediğim gibi; 17 Aralık’tan bu yana “Kritik günler” yaşıyoruz... Kirli 17 Aralık operasyonu ve 25 Aralık operasyon girişimindeki asıl hedefin “AK Parti Hükümeti”nin şahsında “Türkiye” olduğu, şüphe götürmez bir gerçek...
“Rüşvet ve yolsuzluk kılıflı bu operasyon”un Türkiye’ye zararının “100 milyon doları aşkın” olduğu düşünülürse, amacın “Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmek” olduğu kendiliğinden anlaşılır.
ÇAĞDAŞ HAŞHAŞİLER!
Peki, kim verdi bu zararı?..
Elbette; bazı “hakim”ler ve bazı “savcı”lar... İşte bu hakim ve savcıların birer “taşeron”, birer “maşa” olarak kullanıldıkları, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından defalarca gündeme getirildi...
Başbakan Erdoğan; Türkiye’ye yönelik operasyonu yürütenler için, ilk günlerde “Paralel Yapılanma... Paralel Devlet” suçlamalarında bulunurken, son günlerde “çıta”yı daha da yükseltti ve bu yapılanma için, “Haşhaşiler” benzetmesinde bulundu!..
Malûm, “Haşhaşiler”in tepesindeki adam “Hasan Sabbah” idi ve onun müritleri de “efsunlanmış” gibi, Hasan Sabbah’a itaat ediyordu... O kadar “efsunlanmışlar”dı ki, kendilerini “Alamut Kalesi”nden aşağı atıyorlardı...
O yıllarda, Büyük Selçuklu Devleti’ni zorda bırakıcı terörist eylemler, hatta “suikastlar” yapan “Haşhaşiler’in bugünkü uzantıları” da, “Büyük Türkiye”ye tam bir yıkım operasyonu yapıyor...
Devlet de boş durmuyor tabii...
17 ve 25 Aralık’ta, beklemediği bir “saldırı” ile karşılaştığı için “sendeleyen” devlet, daha sonraki günlerde “kontrolü” ele aldı ve “karşı operasyon”a başladı...
Dünkü gelişmeleri bu şekilde okumak gerekir... Hiç kimse, dünkü “yargı kararnamesi”ni, “yolsuzluk ve rüşvet örtbas edilmek isteniyor” şeklinde değerlendirmesin!.. Çünkü, 17 ve 25 Aralık operasyonları; “yolsuzluk ve rüşvetle mücadele” operasyonu değil, birer “darbe girişimi”ydi...
Evet, daha önceleri de yazdığım gibi, bu darbe “Dost Modern bir darbe”dir... 28 Şubat Darbesi, nasıl ki “Post Modern Darbe” idi, 17 Aralık ve 25 Aralık darbeleri de, bir “Dost Modern Darbe”dir!..
O SAVCILAR GİTTİ
Peki, devletin yürütme organı olan Hükümet, bu “Dost Modern Darbe”ye sessiz mi kalacaktı, hiçbir tedbir almayacak ve “teslim” mi olacaktı?..
Bu, elbette düşünülemezdi...
Nitekim, ilk karşı operasyon “Emniyet Teşkilâtı”na yapıldı ve birçok emniyet müdürü ile polis, değişik yerlerde görevlendirildi.
Dün de, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 1. Dairesi’nin yayınladığı Adli Yargı Kararnamesi ile, “20 savcı ve hakim”in görev yerleri değiştirildi...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Başsavcılığı’na atandı...
“Kirli operasyon”da rol aldıkları gerekçesiyle, Oktay Erdoğan, Ali Güngör, Cihan Kansız, Fikret Seçen ve Muammer Akkaş da çeşitli il ve ilçelere “düz savcı” olarak atandılar...
3 SAVCIYA İNCELEME
Dün, bir “önemli gelişme” daha yaşandı... Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 3 savcı hakkında, evet Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve Celal Kara hakkında “inceleme” izni verdi...
Bu 3 savcı incelenecek ve görevlerini kötüye kullanıp kullanmadıkları tespit edilecek... Artık “mükâfat” mı alırlar, “ceza” mı alırlar, orası “müfettiş”lerin bileceği iş!..
Diğerlerini pek bilmem de, Zekeriya Öz’le ilgili ortaya ne gibi bilgiler çıkacak, onu çok merak ediyorum... Hayır, “Ali Ağaoğlu’nun kesesinden Dubai’de tatil” meselesini kastetmiyorum...
Çünkü, Zekeriya Öz’ün “gizlediği” veya “adının karıştığı” birçok olay olduğuna dair iddialar var...
ÖZGEÇMİŞTE ÇİNE NİYE YOK?
Meselâ, ben merak ediyorum;
Savcı Zekeriya Öz, 26 Eylül 1995’te atandığı ve “ilk görev yeri” olan “Aydın’ın Çine ilçesi”nde görev yaptığını niçin “gizleme” gereği duyuyor?..
“Aydın Çine” denince, hafızam beni “6 yıl öncesine” götürdü... 10 Ekim 2008 tarihli Cumhuriyet gazetesinin iç sayfasında, Hakan Dirik imzalı ve “Öz, hâlâ belleklerde” başlıklı şöyle bir haber vardı:
“Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, gizlemeye çalıştığı ilk görev yeri Çine’de hâlâ belleklerde... Öz’ün, özgeçmişinde 4 yıl görev yaptığı ilçenin yer almamasına anlam veremeyen Çineliler, Ergenekon savcısı hakkında basın organlarında yer alan iddialar için ‘İddialar doğru, hatta fazlası var’ diyor.
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz, 35837 sicil numarasıyla başladığı görevinde ilk olarak Aydın’ın Çine ilçesine atandı. Ancak savcının özgeçmişinde, 4 yıl görev yaptığı Çine ilçesine yer verilmeyerek ikinci görev yeri Mutki ilçesine yer verilmiş olması dikkatlerden kaçmadı. Bu gizlemenin ‘bazı ilişkilerden’ kaynaklandığı ileri sürüldü. Öz, hayatının o bölümünü görmezden gelse de, Çineliler onu gayet iyi tanıyor. Ergenekon davasıyla birlikte kamuoyunda adı duyulunca, hemen herkesin gözünde ilçedeki dört yılı canlanmış. İlçede görev yaptığı süre içinde haraç alma, vakıf paralarını zimmetine geçirme, yasadışı ticaret yapma gibi olaylara adı karıştığı iddialarının basında yer almasına çok da şaşırmıyor Çineliler.
Özellikle Öz’le mesai harcayan ilçedeki hukukçular, savcı hakkındaki iddiaları teyit eder nitelikte konuşuyor. Hatta bazı avukatlar; Öz’ü Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Odası kıraathanesinde başına silah dayayıp rehin aldığı öne sürülen Mehmet Ocak adlı işadamıyla daha derin ilişkilerinin de olduğu ve olayın kaynağında ‘silah satışı’nın da bulunduğunu, Mehmet Ocak’ı; kaymakam ve başkomiserin yatıştırdığını ileri sürüyor.
Ancak bu yorumları yapanlarda aynı zamanda korku da hâkim. Kimse isminin yazılmasını istemiyor.”
NİYE SÜRGÜN EDİLDİ?
Sadece bu da değil... Zekeriya Öz’ün, bir de “hem savcı, hem avukat” olarak görev yapıyor göründüğü 1995-1997 yılları var ama ben bunu “unutkanlık” veya “ihmal” olarak değerlendiriyorum... Ama, Çine’de “savcı” olarak görev yaparken, “avukat” olarak girdiği bir dâvâ varsa, o zaman işin rengi değişir... Bunu, herhalde Zekeriya Öz de izah edemez!..
Her neyse, biz yine dönelim Aydın Çine’ye... Merak ediyorum, Zekeriya Öz, “Çine Adliyesi Adaleti Güçlendirme Vakfı”na aktarılan paralar konusunda Kıdemli Savcı Ayhan Uğurdan ile bir problem yaşamış mıdır?.. Ayhan Uğurdan, yaşanan bu problemden sonra Zekeriya Öz’ü HSYK’ya şikâyet etmiş midir?.. HSYK, olayı soruşturmuş ve “suç” tespit ederek Zekeriya Öz’ü Aydın Çine’den alıp, Bitlis’in Mutki ilçesine “sürgün” etmiş midir?..
Bir soru daha;
Zekeriya Öz, 2003 yılında görev yaptığı Bigadiç’te, Balıkesir Barosu avukatlarından Dilek Özkayıhan tarafından Adalet Bakanlığı’na şikâyet edilmiş midir?.. Şikâyet üzerine bakanlık müfettişleri olayı soruşturmuş ve “Öz’ün cezalandırılması” için rapor hazırlayıp, bu raporu Üst Kurul’a göndermiş midir?..
Uzun lâfın kısası; Zekeriya Öz, “ceza” almaktan, o dönemde çıkan “disiplin affı” ile mi kurtulmuştur?..
CIA İLE İLK TEMAS!
Gelelim “CIA ile ilişki” iddiasına...
Efendim, malûmlarınız olduğu üzre, 2003 yılında İstanbul’da Sinagog ve HSBC Bankası bombalanmış ve 57 kişi ölmüş, 700 civarında insan da yaralanmıştı...
Bilirsiniz, bütün olaylar bir “kaide”ye oturtulur... Bu bombalamalardan da, “El Kaide” sorumlu tutulmuş ve Louai Sakka da, saldırıdan sonra “El Kaide teröristi” olarak yakalanmış ve tutuklanıp, Kandıra F Tipi Cezaevi’ne konulmuştu...
Şimdi soru şu: “4 kişilik CIA ekibi” ile birlikte Kandıra F Tipi Cezaevi’ne giden ve “CIA ajanları”nı Louai Sakka ile görüştüren Zekeriya Öz müydü?..
Ki; Louai Sakka’nın, cezaevinden alınıp, “bir başka ülkede günlerce sorgulandıktan sonra” tekrar Kandıra’ya getirildiğine dair iddialar da var ama, şimdilik oraya girmeyelim...
Ama, soralım;
Savcı Zekeriya Öz’ün, “CIA ile ilk teması” bu olayla mı başlamıştır?..
SADECE SORUYORUM
Ben, bunları soruyorum... Herhalde Adalet Bakanlığı müfettişleri de, bu ve benzeri soruları soracaktır kendisine...
Haa, “temiz” de çıkabilir,
“Suçlu” da bulunabilir.
Her iki hâlde de;
Gereği yapılacaktır...
Benim demek istediğim şu:
Bir “misyon” yüklenmek isteyen, ya da “gözü yükseklerde” olan insanlar, “temiz” olmaya, “temiz” kalmaya mecburdurlar.
Aksi halde, gördüğünüz gibi;
“Akşamdan yenilen hurmalar, geceleyin mideyi tırmalar!”
Haa, bunları yazıyorum diye, Zekeriya Öz’e “itham”da bulunduğum veya “suçlama” yönelttiğim düşünülmesin!..
Buna karar verecek olan “Adalet Bakanlığı müfettişleri”dir...
Bana göre, Savcı Zekeriya Öz’ün, buradan çıkarması gereken ders şudur:
“Araştıran da araştırılır!”
“Temiz” isen;
Mes’ele yok!..
“Kirli” isen,
“Kirli operasyon”a yeltenmeyeceksin!..
*******************************************************************
Anadolu Ajansı’na kim, nasıl bir operasyon plânlıyor?
Malûm, Anadolu Ajansı, 1920 yılında “Osmanlı Kanuni düzenlemeleri”ne göre kurulmuş çok önemli bir şirkettir... Kurulduğu dönemde ve sonrasında; “hisselerin yarısı” AA çalışanlarına dağıtılmış, kalan kısmı da, “ajans yöneticileri” ve “dönemin ileri gelenleri” tarafından alınmıştır... Şirketin sermayesi de 2012’de “50 bin lira”ya yükseltilmiştir...
Şimdi, “AA hisseleri”ni alanlardan birileri, ellerinde “yüzde 13.5 hisse” olduğunu iddia edip, “Yönetim Kurulu’nda” yer almayı, bu kabul edilmezse, “AA’yı zor durumda bırakacak girişimlerde bulunmayı” plânlamaktadır... Bu, bir anlamda “tehdit ve şantaj”dır...
Mesele bu şahıs ve onun avukatlarının tehditleri değil... Mesele, işin içine Roj TV’nin, Musa Yılmaz adlı birinin ve en önemlisi de Ahmet Reis Yılmaz’ın girmiş olmasıdır... Bu isimler, “hisse”lerin peşindedir... Ahmet Reis Yılmaz’ı tanıyorsunuz... “İsrail’in önemli ihaleleri”ni alan bir adam, bir ara “MHP Genel Başkanlığı”na bile aday olmuştu!..
Hani; işin içine “İsrail parmağı” girerse, bir “operasyon” da AA’ya yaptırırlar diye düşünüyorum... Sayın Kemal Öztürk ve Genel Müdür Yardımcısı Sayın Ebubekir Şahin’i, “muhtemel bir saldırı”ya karşı haberdar edeyim dedim... Malûm, sinek ufaktır ama mide bulandırır!..