Haşhaşiler ve Hasan Sabbah
Mail kutum “Haşhaşiler”e ilişkin sorularla dolu. Bir cevap vermek lâzım…
Ama önce şunu söylemeliyim ki, tarihte yaşamış bazı şahıslarla örgütler, günümüzde yaşayan şahıs ve örgütlerle benzerlikler gösterebilir. Bu aynı sürecin tekrar yaşanmaya başlandığı anlamına gelmez. Çünkü her şey kendi zamanı içinde değerlendirilir. Tarihsel süreci bugüne aynen uyarlamak ve bu anlamda benzetmeler yapmak yanıltıcı ve şaşırtıcı olabilir. Bu bakımdan Sayın Başbakan’ın “Haşhaşiler” benzetmesine katılmıyorum.
Bu zaruri izahtan sonra, “Haşhaşiler Tarikatı”na ya da örgütlenmesine gelebiliriz…
Haşhaşinler veya Haşhaşin Tarikatı 1090 yılının Eylül ayında Şii bir “din adamı” olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuş siyasi bir örgüttür. Önce İran’da, sonra Suriye’de yayılmıştır.
Bu örgütün kurucusu Hasan Sabah, tarihin kaydettiği en vahşi, en acımasız, aynı zamanda en plânlı-programlı terörist başlarından biridir.
1034 - 1124 yılları arasında yaşamıştır. Bir dönem, Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün emrinde Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiş, devleti tanımış, yandaşlar edinmiş, daha sonra isyan edip Alamut Dağı’na çekilmiş, dağın tepesine inşa ettiği kaleyi dünyanın ilk “Terör Merkezi”ne dönüştürmüştü.
Masum gençlerin dini duygularını kullanarak ve çeşitli vaatlerde bulunarak saflarına kattı. Onları beyin yıkama operasyonundan geçirdi. Haşhaşla uyuşturup cennetle kandırarak kullandı. Kimini propagandist olarak, kimini diplomat olarak, kimini tüccar olarak, kimini de terörist olarak eğitti.
İlk hedefi Selçuklulardı. Devleti zayıflatmak için yöneticileri envai çeşit iftiralarla kirletti. Devletin içine soktuğu yandaşları vasıtasıyla devleti içten kemirmeye başladı.
Yöneticiler, önce işin farkında olamadılar. Devlette görev almak isteyen gençlerin “dindar” görüntüsüne kandılar. Hâlbuki onlar devlet hiyerarşisinin emrinde değil, Alamut Kalesi’nin emrinde çalışıyorlardı.
Bir süre sonra bu gerçek ortaya çıkacak ve “devlet içindeki devlet” deşifre olacaktı. Böylece mücadele hem sertleşecek, hem de açıktan yapılmaya başlanacaktı.
Haşhaşin Örgütü’ne müthiş bir disiplin ve katı bir hiyerarşi hâkimdi: Her grup, liderine gözü kapalı bağlıydı.
Ancak, “Fitne gizli kaldığı ölçüde etkili olur” (Bediüzzaman). Nitekim devlet içindeki sızmalar fark edilince, Hasan Sabbah’ın etkisi kırılmaya başladı. O da suikastlara yöneldi.
Beyni uyuşturulmuş, iradesi yok edilmiş katiller, dini bir psikoloji içinde adam öldürmeye başladılar. Bunun için ok, zehir ve hançer kullanıyorlardı.
Hasan Sabbah, müritlerinin üzerine o kadar etkiliydi ki, misafirleri geldiği zaman, müritlerinin kendisine olan sadakatini göstermek için, rastgele birini çağırır, kendisini kalenin tepesinden uçuruma atmasını isterdi. Beyni yıkanmış zavallı gençler, bu emri ikiletmeden kendilerini uçurumdan atarlardı.
Haşhaşiler, tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş bir askeri ve siyasi taktik geliştirmişlerdi. Propagandayı siyasi ve dini taktik olarak kullanıp bir taraftan yandaşlarının sayısını sürekli artırırken, temel askeri taktik olarak da suikasta yönelmişlerdi. Bu aynı zamanda bir güç gösterisiydi, bu gücün karşısında durulamayacağı inancı iyiden iyiye yaygındı.
Zaman içinde bunun böyle olmadığı görüldü: Meşruiyetini milletten almayan hiçbir gücün ilânihaye etkili olamayacağı anlaşıldı.
Ama bu arada, başta Selçuklu Devleti’nin muhteşem veziri Nizamülmülk olmak üzere, pek çok değerli isim suikastlarda şehit edildiler.
Suikastı gerçekleştiren katil kaçmıyor, gülümseyerek öldürülmeyi bekliyordu. Çünkü mutlak manada cennete gideceğine inandırılmıştı.
Hasan Sabah, arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve korku bırakarak 1124 yılında öldü. Ama “Haşhaşiler” Moğol istilasına kadar ayakta kaldılar. Nihayet, Hülagü Han, “Terörist Üretim Merkezi” olarak yıllar boyu faaliyet gösteren Alamut Kalesi’ni 1256’da yerle bir etti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.