Barış Son Durak
Bir önceki yazımızın başlığını hatırlarsınız: “Barış İçin Teklifim Var”.
Yazı çok yorum aldı. Her yazıya malum kelimelerle marazî cevaplar veren bildik birkaç yorumcu müstesna tutulursa, yazıya üç tepki vardı.
İlk tepki “hay Allah senden razı olsun, elbette sulh hayırlıdır” diyenler.
İkincisi ise, “ya söylenen çirkin sözler ve beddualar, yapılan yanlışlar, ihanetler ne olacak? İş Fethullah Hocaya gelince siz ve bazı yazarlar övmeden tenkit edemiyor, gerçek yüzünü bir türlü göremiyorsunuz” şeklindedir.
Üçüncüsü de “niye Hoca suçlu? Kavgayı o mu başlattı?” diyenler.
Biz ne demiştik?
Allah Müslümanları kardeş kılmıştır. Barış içinde yaşamalıdırlar. Bunun için şeriata uyulmalı, hak hukuk gözetilmelidir. İki taraf arasında bir bozulma, bir kavga varsa, sair Müslümanlar araya girerek barışa davet etmeli, arabuluculuk yapmalıdır. Haklı taraf da hakkını tamamen veya kısmen alınca özrü kabul etmeli ve barışı reddetmemelidir.
Bu kavgayı başlatan bize göre Fethullah Hoca tarafıdır. İslam gibi ulu bir davası olan insanların bu muazzam işi bırakıp da halkın yarısının oylarını almış bir siyasi parti ile kavgaya girmesi, “yolsuzluk var” diyerek müfettişliğe soyunması, aklın alabileceği bir iş değildir. Üstelik bu “muhasebecilik” görüntülü “ayak oyunları” ne kendilerinin daha önce izlediği bir metot, ne de “Pîrim” dediği insanların usulü değildir. Bediüzzaman Said Nursi (rh. a.) 2. Cihan savaşı esnasında radyo bile dinlememiş, savaşla hiç ilgilenmemiş, “benim büyük iman davam varken başka meselelerle uğraşamam” demiş. İşte örnek bu!
Eğer Hoca Efendi bu sözümüzde azıcık da olsa bir haklılık payı görüyorsa, bizim kendisinden bir istirhamımız olacaktır: Ümmetin içine düştüğü perişanlığı görerek, aklını duygularının önüne koyup bir “pişmanlık ve özür” beyannamesi yayınlamalıdır. Bundan sonra bazı âkil adamlar da devreye girerek bu kavgayı barışla bitirmek için çabalamalıdırlar.
Hoca Efendi özür diler mi?
Bilemem. Ama umarım. Bu zamana kadar “tevazu, mahviyet, hoşgörü, kardeşlik, adanmışlık, din için her şeyimiz feda, manevi makamlardan bile geçme” sözleri doğruysa, dileyecektir diye ümit ederim. Aksi bir tutum, korkarım ki kibir olur, izzet-i nefis görüntülü nefsin görülmesi olur. Sanırım nefis maslahatın önüne geçirilmez.
Zaten öteki adımlar da buna bağlı. Yaşayıp göreceğiz.
Bu yazıda işin sonunu daha baştan göstererek her tarafı uyarma sorumluluğu vardır. Dili de nazik ve kibarsa, o da Müslüman sorumluluğundandır. Bazıları bundan rahatsızlar. Daha sert, kırıcı, dışlayıcı, tarafı kesin ayırt edici bir dil ve üslup istiyorlar. Neden? Bu üslup meramı anlatmaya yetmiyor mu?
Anlaşılan bazılarını “kesmiyor.” Bence sebebi ya toyluklarından, ya da Efendimizin (sav) tavsiyelerini yeterince bilemeyip duygularına hâkim olamamaktan, gönül ve irfan eğitiminde katetmeleri gereken asgari mesafeleri henüz aşamadıklarından, bu dili anlamıyor ve yadırgıyorlar. Hakaret etmenin, küfretmenin, dışlamanın faydası ne? Küpü küllüğü kırmanın, her şeyi asla geriye dönülmez kılmanın menfaati ne? Aşırılık her zaman çirkindir, Allah Teâlâ’nın aşırı gidenleri sevmediği malumdur.
Arkadaşlar, her şey ortada, olaylar ayan beyan. Taraf tutma da ne demek? Biz İslam’ın tarafındayız, yetmez mi? Yanlışı yapanı görmüş, Allah için gereken nasihati vermişiz. Öbür tarafı da af ve müsamaha ile lütufkâr olmaya davet etmişiz. Daha ne? Sonra daha ötesini istemedeki amaç ne?
Biz barış için bir teklif yaptık. Çünkü barış son duraktır. Eninde sonunda o durağa varılacaktır. Bu durağa ne kadar erken varılırsa, tahribat ve zayiat o kadar az olur. Zira Müslümanların kendi aralarında kavgaya ne din, ne akıl, ne menfaatleri izin verir. Bir veya iki kişi yanlış yaptı diye neden taraflar kavga etmeli ki?
Evet, işin sonu barış ise, bunu hiç ertelemeden hemen şimdi düşünmeli ve yapmalıyız. Peygamberimiz “heleke’l müsevvifûn” buyurdular.
Bu teklifimi herkes iyi düşünsün. Hiç yanlış anlamadan, akıl ve duygu kaymasına izin vermeden, Allah için düşünün. Bugün PKK ile barış yaptığımıza buruk da olsa, acı da olsa sevinmiyor muyuz? Kan akmasının durmasını iyi karşılamıyor muyuz? Bu kadar giden canlar, yanan hanümanlar, kavrulan dağlar ve ormanlar, yok olan mallar ve hayvanlar, bitmez tükenmez acılar, kahırlar, göçler, gurbetler, fakirlikler, yoksulluklar… bitti diye sevinmiyor muyuz?
Bu PKK ile yapılan düşük yoğunluklu savaş nelere mal oldu, herkes biliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan barışı onaylarken “baldıran zehiri içmek gibi” demişti. Aslında o zehiri otuz yıldır içtirdiler bu millete. Türkün de, Kürdün de, bu ülkede yaşayan herkesin de anaları ağladı.
Ama son durak barış oldu. Şimdi yüreğimiz hop oturup hop kalkıyor “bu barış bozulmasın” diye. Çünkü o kadar düşmanı var ki! Sesleri açıktan çıkmıyorsa, milletten korkularındandır.
Eğer barış mecburen geleceğimiz son duraksa, işte PKK örneği de ortada ise, neden bizim daha fazla zayiat vermeden barışa çağırmamız yadırganıyor? Söyleyin ey barışa karşı çıkanlar, kaç batman kan, kaç teneke gözyaşı sizi tatmin eder barışa gelmek için?
Ey Müslümanlar! Etrafımız ateş çemberidir. Dünyanın büyük şeytanları alenen bizi hedeflemektedir. Yaman günler yaşanmaktadır. Bize göre dahilde akacak bir damla kan ve gözyaşı bile çoktur. Ümmetin ıslahı, merhamete mazhariyeti, sıkıntılarının giderilmesi, zafere erdirilmesi birlik ve beraberliğine bağlıdır. Kardeşlik hak ve hukukunu sahiplenmeye bağlıdır. Bir “bünyanı marsus” olmasına bağlıdır.
Bunu beceremeyecek kadar dinden, imandan, ahlak ve maneviyattan uzaklaşmış isek, bari kavga etmeyecek, ayrı ayrı yerlerde de olsa barış içinde yaşayabilecek kadar din fakiri olalım.
Bunu başarırsak, gerisi Allah kerîm…