Mistik Literatür Hegemon Strateji
Normal şartlarda dil-lisan, bir insanın ve bir toplumun dünya tasavvurunu anlamak için kullanılabilecek en güvenilir zeminlerden biridir. Çünkü dil-lisan duygu ve düşünceleri, korku ve ümidin kaynaklarını, kaçış ve yönelişleri olduğu kadar sadakat duyulan gaye için uygun olan araç ve yöntemleri de ihtiva etmektedir.
Dil-lisan kalpten gelenin, gönülden yükselenin tezahürüyse işimiz kolay. Yok, böyle değil de dil ile kalp, lisan ile gönül arasında bir uyumsuzluk hatta zıtlık söz konusuysa belki iş bir miktar zorlaşır. Meseleyi çözümlemek için zaman biraz uzar. Ama netice değişmez: “İnsan dilinin altında saklıdır.”
İnsan Söylemden mi İbaret?
İnsan elbette söylemden ibaret bir varlık değil. İnsanı dilinden-lisanından daha çok eylemiyle, ilişki ağlarıyla, ortaya koyduğu davranış modelleriyle, oluşturduğu kurumlarla anlamak ve kritik etmek durumundayız. Davranışları kritik ederken bireylerden sadır olan söyleme üst bir değer isnat edip eylemleri edilginleştirmek ahlaken ve hukuken sadece sıkıntıyı büyütür.
Hizmet, cemaat, muhabbet fedaileri, Türkiye sevdalıları gibi çalışılmış bir takım “markalar” bir söylem ve sembol olarak hangi davranış ve ilişki ağlarına tekabül ediyor? Her işi gönülle, kalple, uhrevi beklentilerle, bütün bir insanlığın maslahatı için kendini feda etmekle izah eden Fethullah Gülen ve kadroları siyaset, ekonomi, toplum, diplomasi, akademi, medya gibi gerçek zeminlerde nasıl bir işlev gördü/görüyor acaba?
Israrla tekrarlanan söylemlere bakacak olursak Fethullah Gülen’in öncülüğünü yaptığı örgütlenme modeli hiç tartışmasız “insanlığın iftihar tablosu” olarak karşımızda duruyor. Mal-mülk, iktidar-şöhret gibi dünya nimetlerinden geçmeyi ilke edinmiş, tevazu ve diğergamlığı şiar edinmiş gibi bir görüntü ve söylemin aslında müthiş bir maskeleme operasyonu olduğunu sadece kitlelerin değil Hükümet’in de anlaması biraz geç oldu elbette.
7 Şubat ve 17 Aralık süreçleri Türkiye’de siyaset ve toplum nezdinde gerilim kaynağı olduğu kadar ufuk açıcı bazı imkânlar da ihtiva etmektedir. “Peki, nasıl?” diye soracak olursanız şöyle bir cevabım var. Psikolojik harp, propaganda, kara propaganda, algı yönetimi, kamu diplomasisi isimleriyle bilinen araçların artık TSK’nın tekelinde olmadığını, küresel ve Kemalist sermaye sınıfları kadar Fethullah Gülen’in temsil ettiği ‘mistik cemaat’ yapılarının da bu araçları kullanma konusunda epeyce tecrübe ve donanım sahibi oldukları iyice idrak edilmiş oldu.
Birtakım kirli yol ve karanlık ilişki ağlarını saklamak veya meşrulaştırmak üzere bol miktarda hem milli hem de mistik söylem ve semboller üreten Fethullah Gülen cemaatini tahlile girişmek için böylesi büyük musibetlerin beklenmiş olması büyük bir kayıptır.
Yine de “zararın neresinden dönülürse kardır” diyeceğiz tabii ki. Ancak sorunların çözümlenmesi noktasında hala örgütlenme-kadrolaşma biçimine yoğunlaşarak mesafe kat edilmek istendiğine dair göstergeler güçlü. Çünkü kritik kadroların tasfiyesinden öteye Gülen cemaatini ideolojik-siyasi motivasyonlarına ilişkin ciddi bir yol haritası oluşturulduğuna dair güçlü bir emare gözükmüyor ortada.
Keramet İmajı Kurtarır mı?
Fethullah Gülen ve kadrolarının İslam’ın en temel ilkelerini çarpıtan, İslam’ın şiarlarını hem ulusal hem de küresel iktidar sınıflarının hizmetine koşan söylem ve sembolleri köklü bir biçimde kritik edilmeden ciddi bir hesaplaşma mümkün olmaz. Hem F. Gülen’in hem de Cemaatteki abi ve ablaların rüyalar, kerametler, menkıbeler vasıtasıyla mistik bir hegemonya kurduğu ve bu mistik hegemonya ile gizli-takıyyeci-Bâtıni bir yöntemi esas alarak kadrolaştığı malum.
Bâtıni yöntem ve söylemle terbiye edilen takıyyeci birey ve toplum için meşrulaştırılması mümkün olmayan hiçbir kötülük ve haram yok gibidir neredeyse. Bir taraftan Koç, Sabancı, Ciner gibi TÜSİAD sermayesinin en güçlü isimleriyle safları sıklaştırıp Başbakan Erdoğan ve çevresine lanetler-beddualar edilir diğer taraftansa kaset-dosya vs. gibi şantaj-tehdit unsurlarıyla seçilmiş bir siyasi kadro ipotek altına alınmak istenir.
Fethullah Gülen’in şimdiye kadar çizilen münzevi karakteri nasılda hemencecik bir-iki vaaz görüntüsüyle bir-iki telefon kaydıyla yerle bir oldu sizce? Hoşgörünün basit bir retorikten ibaret olduğu görmeyen kalmış mıdır acaba? Hocaefendi’nin dünya malına tamah etmeme imajının ananas ve rafineri kodlarıyla Koç ailesinin kalbine nüfuz etme girişimleriyle nasıl da yerle yeksan olduğunu hepimiz gördük.
Güya hemen her akşam rüyalarda Resulü Ekrem’le, Sahabe-i Kiram’la “istişare” eden F. Gülen ve kadroları meğer gerçek hayatta küresel sermaye sınıfının temsilcisi TÜSİAD’la iş pişiriyormuş. Söylemleri tepeden tırnağa mistik ancak eylemleri ve ilişki ağları da bir o kadar pragmatik, oportünist hatta materyalist maalesef.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.