Hizmet ahlâkından notlar (1)
Maddi ve manevi bütün nimetler gibi ‘kardeşlik’ nimetinin değerinin bilinmesi, onun dış müdahalelere, nefsin arzularına karşı korunması, devamlılığını ve bir ecir kaynağına dönüşmesini sağlar. Şükrü eda edilmeyen nimetler nasıl kulun elinden alınıyorsa, bir nimet olarak bilinmesi gereken ‘mü’min kardeşliği’nin de kıymetsiz veya menfaatlere feda edilebilen, değeri ucuz bir kavrama dönüştürülmesi elden alınması sonucunu getirebilir. Çünkü nimetlerin devamlılığı, hatta bir sıkıntı kaynağına dönüşmemesi kıymetlerinin takdir edilmesine ve o nimete mütenasip şükrün eda edilmesine bağlıdır.
Şeytana ve şeytanlaşmış güçlere alet olma, onların kursağına yem olarak düşme süreci kardeşliğin zedelenmesiyle başlar. Mü’min insanın gönlü ile Kâ’be arasında benzetme yapan veciz ifadeler bir kenara atılamayacak çapta sözler olarak görülmelidir.
‘Dava uğruna’ gibi bir gerekçeye dayandırılmış olsa dahi, mü’minlerin kalp kırma, incitme ve horlama gibi tavırların yine dava için doğuracağı sonuçları, zamana yayılmış haliyle yahut şeytanın o tavırlardan üreteceği fitnenin etkilerinin sonuçlarıyla düşünmeleri gerekir. Şeytanın dümen suyunda gerçekleştirilmiş eylemlerden bereket ummak yanılgıdır. Maalesef, şeytanı eylemlerinden tanımak ve ondan arınmış eylemler yapabilmek hiç de kolay olmamaktadır. Nice tuzaklarını, tuzağa yakalandıktan sonra anlayabilmekteyiz. Nefsimizin ve imanî kimliği oluşmamışların kışkırtması kimseyi aldatmamalıdır. Büyük bir imtihanın içinde en büyük düşmanımız nefsimize ve şeytana dikkat etmeliyiz.
‘KENDİNİZ İÇİN İSTEDİĞİNİZİ KARDEŞİNİZ İÇİN İSTEMEDİKÇE...’
Resûlullah Efendimiz’in ümmetine nasihatindeki ölçü şudur: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” Eğer bir mü’min, Allah’ın kendisine karşılığında rızasını ve cennetini vaat ettiği kardeşliğini, şu veya bu dünyevi bir menfaat için zedeleyebiliyor ya da kökten atabiliyorsa bu hadisi defalarca tefekkür etmelidir. Hangi gerginlik, hangi bunaltma hadisteki tehdidi göze almaya değer?
Kardeşliğin birinci düşmanı dünya ve içindekilerdir. Kardeşliği korumayı düşünenler de dünyanın içlerine sinme ihtimali olan alanlara dikkat etmek, o konudaki ilahî emir ve uyarılara kulak vermek durumundadırlar. Hz. Ömer’in bize verdiği ders ne kadar önemlidir.
Hz. Ömer (r.a) bir akşam kardeşlerinden birini hatırlar. Gece boyu ‘Bu gece ne kadar da uzun oldu’ deyip durur. Sabah namazını kılar kılmaz gider, o kardeşini bulur ve ona sarılır. Kulun işlediği günahın boşlukta kalması mümkün değildir. Her günah muhakkak bir yeri delmekte veya bir beyazı karartmaktadır. Günahların ilk etkisi kalplerin katılaşması, ahiret rikkatinin azalmasıdır. Katılaşan kalpler, nuru azalan gözler, kardeşten uzaklaşabilir; hatta onu ezebilir bile. Peygamber Efendimiz’in şu hadisini unutmamak gerekir:
“İki kişi Allah için birbirlerini severken ayrılırlarsa, bu muhakkak onlardan birinin işlediği günahtan ötürüdür.”
Ağız/dil kaynaklı hatalara da düşmemek icab eder. Kaba sözler, kardeşin kardeşe söylemeyeceği tarzdaki ifadeler, öfke, asabiyet, dinlerken ilgisizlik, necvâ, şakada aşırılık, tartışmada kuralsızlık, yaralayıcı tenkit, bu tür davranışlar kardeşliği olumsuz yönde etkiler.
Resûlullah Efendimiz’in, cehenneme en çok sürükleyen şeylerden söz ederken, iki dudak arasındaki dili işaret edişindeki hikmet tefekkür edilmelidir. Bir çift söz, asla bir çift söz hacminde değildir. Mü’min, şahsi hayatında bile kaba değildir, cemaat ortamında nasıl kaba bir kimlik sahibi olabilir? Tahammülsüzlük, aşırı kınama, üçüncü şahısların nakillerini önemseme, özür kabul etmeme, zor zamanlarında ilgisiz kalma da kardeşliği zedeler, bünyede yara açar. Peygamber Efendimiz’in şu hadisini unutmamak gerekir:
“Mü’min geçinir ve geçinilir kimsedir. Geçinmeyen ve geçinilemeyende hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.”
Dinden taviz vermemeyi gerekçe gösterip, kardeşlerine acımasız davranma, şefkatten merhametten uzak her türlü hal ve hareket, din kardeşliğine uygun değildir. Beraber olmak, ortak isteklere karşı uyumlu olmaktır. Yönetici konumunda olanlar için bile geçerli olan bu kuralı, Resûlullah Efendimiz, hayırlı mü’min olmak veya olmamakla aynı görmüştür. Bu da uyumluluğu ve uyumluluğun gereklerini imanla ilgili konular arasına koymaktadır.
‘Aramızdaki tartışma dinimizle ilgili değildi’
Halid bin Velid ve Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anhuma arasında bir tartışma konusu olmuştu. Bir gün Halid’in bulunduğu bir yerde Sa’d’ı övüyorlardı. Halid de söze karıştı ve Sa’d’ı övdü. Aralarındaki tartışma kendisine hatırlatılmak istendiğinde onlara şu cevabı verdi: “Aramızdaki tartışma dinimizle ilgili değildi.” Sahabi olmak, onları insan olmaktan çıkarmamıştı. Gerek sevgi ve gerekse buğz asla ölçüsüz olmamalıdır. Severken ve buğz ederken belli bir mesafeyi kollamak gerekir.
Her biri Müslüman ahlâkının gerektirdikleri olan vefa, sadakat, itidal ve benzeri değerlerin, şahsi hayatımızda önemsenirken, fertlerden müteşekkil cemaat ortamında ikinci konulardan görülmesi veya o neticeye varan tavırlara göz yumulması hatadır. Böyle bir hatanın bedeli de bir yolla cemaate ve cemaatten beklenen çalışmaya ödetilecektir. Bizim için ahlâk, imanî kimliğimizle bulunduğumuz her yerde bizi bağlayıcıdır.
İslâm terbiyesinde övgü, aşırı olmamalı, övgü ile övülenin işinin arasında denge bulunmalı.
Övülen, övgü ile beraber fitneye düşürülecekse, övmekten imtina edilmelidir.
Hizmetlere dönük yapılan faaliyetlerde, davanın özüne ve mantığına aykırı hareketlerden uzak durulmalıdır. Nasihat edilmesinden alınmamalı. Başkalarının eksikliklerini araştırma, onların eksiklikleriyle tatmin olma hastalığına düşülmemelidir.
Yürüyüşten konuşmaya, karşısındakini dinlemeye kadar, ikinci insanlara karşı üstten bakışlar, İslâm ahlâkından uzaklaşıldığının delilidir.
Hizmet etmeyi, yüzde yüz teşkilat, yönetme ve faaliyet olarak daraltmak, her şeyden önce, hayatı bir bütün olarak kuşatan İslâm’ın özüne terstir.
‘AYRICALIKLI OLMAKTAN ALLAH’A SIĞINIRIM’
‘Üstünlüğün takvada’ olduğu anlayış, imanın gereği olarak bilinmelidir. Mü’minler arasında ayrıcalık yoktur. Peygamberimizin, ‘İmtiyazlı (ayrıcalıklı) olmaktan Allah’a sığınırım’ sözü üzerinde düşünülmelidir. Mü’min, davasına hizmet eder, yaptığı hizmetin bedelini de insanlardan beklemez. En büyük mükâfat Allah katındadır.
Saygı ve ihtiramda aşırılık bir zaman sonra, saygı görenin beklentilerini bu noktaya taşıyabilmektedir. Peygamberimizin şu hadisi, özellikle başkalarından üstün bir konumda olanların dikkatinden kaçmamalıdır: “İnsanların kendisi için ayağa kalkmasını isteyen ateşteki yerini hazırlasın.” Şüphesiz bu hadisi şeriften sadece ayağa kalkmaya ait bir sonuç çıkarmıyoruz. Kendini üstün görme, beğenme, başkalarını basit görme sonucu çıkarılabilecek her tavır ve anlayış bu açıdan düşünülmelidir.
Önde duranlar, geriden gelenlere örnek olma durumunda olanlar en basit sözden resmi bir açıklamaya kadar bütün söz ve davranışlarına dikkat etmek zorundadırlar. Küçük olarak başlayan bir hata, bir nesil sonra büyük bir bid’ate ağır bir hataya dönüşmüş olabilmektedir.
Muhasebe edilemez, hesap sorulamaz (La yüs’el) kimse yoktur. Yönetici durumunda olanlar veya bir görevi uhdesinde tutanlar, bilgi vermeyi gurur sebebi yapamazlar. Çok özel durumlar hariç, stratejik mazeretlere de sığınmamalıdırlar. Hatası belirtilemez kimselerin bulunması cemaat için her zaman mesele üretebilir.
Ashabı kiram Peygamber Efendimiz’e karşı en güzel edep örneklerini sundukları halde ‘Neden? Niçin?’ manasına gelen çıkışlar da yapmışlardır. Peygamberimizden sonra ümmeti yöneten halifeler ise mescidde sorguya tutulmuş, tenkit edilmişlerdir. Tenkit ve muhasebe haktır. Edep sınırları içinde sorgulanamaz kimse olmamalıdır. Davasını dert edinmiş insanların, gidişat hakkında endişelerini cevaplandıracak bir merci aramaları gayet tabiidir.
Devamı yarın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.