Tartışmanın galibi yoktur! 1
Toplumun hercümerc içinde oluşu, tartışmaların had safhaya ulaşması, gidişata ‘dur’ diyecek herhangi bir mercinin bulunmayışı, sağduyu sahibi her insanımızı üzmektedir. Siyasilerin, cemaatların, vakıfların, derneklerin, camia ve cemiyetlerin üzerinde ağırlığı olan, yıpranmamış, dünyevileşmemiş, itibar kaybına uğramamış hemen herkes üzerinde nüfuz sahibi, ikazları kaale alınan bir zümrenin olmayışı, herkesi başına buyruk hale getiriyor. Ümmetin Hilafet müessesesinden mahrum oluşu da kanayan yarayı kangrene çevirdi. Ulemaya, sülehaya, arif gönül dostlarına olan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Tuzun koktuğu noktadayız. Bu vurdumduymazlık hali, hayra âlamet değil. Kendisini Nuh’un gemisinde görenler, tuğyanı da tufanı da unutmasınlar. Hz. Nuh, gemiyi yapacak adam bile bulamamıştı belki. Peygamberimiz de öyle buyuruyor: ‘İnsanlar ancak bir araya gelmiş yüz deve gibidirler. Onlardan işine yarayacak bir tane bile bulamayabilirsin.’
Öyle bir uyuşma, donmuşluk hali var ki, âyet de okusan, hadis de nakletsen, Allah dostlarının ikazlarını da iletsen kimse üzerine alınıp Nefs Muhasebesi yapmıyor. Asıl tehlike burada! Herkes kendisini haklı, yolunu en üstün, hocasını en büyük, hizmet usulünü de kusursuz görüyor. Bu yapıya hiçbir şey anlatamazsınız. Hayatta en zor şey, anlamak istemeyene bir şey anlatmaya çalışmaktır. Bir Batılı’nın dediği gibi ‘düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye başlar.’ O zaman düşünceye, fikre değil de, fikir sahiplerine saldırmaya başlanır. Bu hal, gelişen olayları, ihtiyaçları ve çareleri kavramaya engel olur. Hata olan, dava içindeki çalışmaların adeta ne kadar beğenilecekse o kadar yapılır hale gelmesidir. Evet, birbirimizin güzelliklerini övmemiz, (tebrik, takdir, teşvik) yapmamız gereken bir iştir. Ama övmek kadar yermek, iltifat kadar tenkit, muvafakat kadar muhalefet de hak bilinmelidir. Yeter ki iki halde de denge korunsun. Nefisler pay almasın! Övüldükçe temponun artmasına mukabil, hatalar konuşulup, düzeltilmesi istenince kenara çekilme görüntüsü (kırılma, gücenme,vs.) verilmesin.
Sadece alabilen, ama veremeyen, sevilmekten hoşlanan, ama sevemeyen, başkalarını yoran, ama başkaları için yorulmaya razı olamayan bir insanın Müslümanlık iddiasında samimiyeti tartışmalı hale gelir. Özellikle hizmet adına ismi kitlelere mal olmuş kimselerin gösterebilecekleri gevşeklikler, hizmete getirecekleri hantallık bir yandan kendileri için zayiat olmakta, bir yandan da bırakacakları eğri büğrü çizgi yüzünden onu taklit edebileceklere kötü örnek olmanın doğuracağı zayiata sebep olur.
Aşırı tenkit, herkesi hatalı bulma, Dini ve siyasi konularda, en yetkili ağız edasıyla konuşup hüküm verme, dedikodulara itibar etme, en basit konulardan bile tartışma konusu üretme, ürettiği ihtilafları mütemadiyen tartışma, özel menfaatlerini ilk ve temel şart olarak görme,
çevresinde sempati kaybı, ibadetlerde ihmal, kardeşlik hukukuna riayetsizlik gibi haller ‘hizmet erleri’nde bulunmaması gereken zafiyetlerdir.
Dünya, aldanılmaması gereken bir imtihan zemini iken, peşinden koşulan ve kaçırılmaması gereken bir meta halini almaktadır. Dünya, tam bir fitne ve tam bir imtihan yeridir.
Biz İFK afetini Kur’an’da okuyan bir ümmetiz. Peygamberimiz aleyhisselamın evini sarsan, Mescidi Nebi’yi huzursuz eden bir olayla irkilmiş bir ümmetiz. En mübarek, en mücahid, en samimi nesil bile İFK sınavında ağır yaralar aldı. Allah, ebedi bir ders olarak kalacak şekilde o faciayı Kur’an’da önümüze koydu. Asırlardır İFK olayını Kur’an’dan okuyoruz. Okuyor, dinliyoruz. Bir dedikodunun peşinden gidilince nelere mal olduğunu, dedikoduya Peygamber ailesinin bile dayanamadığını okuduk durduk. Okuduk; ama okumamız tarih bilgisi olarak kaldı. Ders olmadı. Sahabi bile olsa insan, bir başka sahabinin kızını, Nebisinin hanımını rencide edebileceğini nasıl anlayamaz, onu anlayamadık.
Ümmetin Kur’an’daki vasfı ‘vasat ümmet’ olduğuna göre, vasat olmayan söz ve davranışlar, Ümmeti Muhammed’in genel karakterinden değildir. Abartmadan konuşmak ve yaşamak makbuldür.
Abdullah bin Mesud (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular ve sözünü üç defa tekrar ettiler: “Abartanlar helak oldular.” (Müslim, İlm, 4)
Abdullah bin Mesud (r.a) diyor ki: “Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki: Abartanlara karşı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha şiddetli birini görmedim. Ebu Bekir’den de daha şiddetli birini görmedim. Ömer’in de onlara karşı tepkisinin veya onlara acımasının çok olduğunu anlıyorum.”
Aşırılığın beraberinde ömür israfı, enerji birikiminin heder edilmesi, bunalımlı bir hayat, umutsuzluk ve kul hakkı getirdiği bir gerçektir. Bölünmeyi ve etkisizliği artırdığı ise gözle görülen bir hakikattır. Bir Müslüman’ın Allah’ın dinine yeni bir insan kazandırması ne kadar mutlu edici ise, aynı insanın bir insanın nefretine vesile olması da o derece üzücüdür.
(Devamı yarın)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.