Tartısmanın galibi yoktur!
Kine götüren sebepler de kinden arınma yolları da önemlidir. Zamanaşımına terk edilebilmiş bir kin bulmak zordur. Her geçen gün kalpteki kin için biraz daha derinleşme, intikam hırsını çoğaltmaktadır. Mü’minlerin aralarında kin üreten meselelere karşı müteyakkız olmaları imanlarının gereğidir. Nemimenin, gıybetin büyük günahlardan sayılması, gıybetin mal çalmak gibi kul hakkı olarak öne çıkarılması oldukça düşündürücüdür. Allah için yaşayıp, imanlarıyla ve amelleriyle bilinen Müslümanların, kâfirler nezdinde tehlikeli görülmüş mü’minlerin, onca İslam düşmanına karşı -adeta başka kimse kalmamış gibi- düşman bilinmesi, onlara kin kusulması nereden kaynaklanıyor? Kâfire reva görülmeyen tarzın onlara uygun görülmesi Allah için olabilir mi? Kâfirlere bile açık bir kapı bıraktıkları halde onları, dinleri için en tehlikeliler olarak görenler, hesabını Allah’a verecek vebali taşıyanlardır. Sadi Şirazi, Müslümanlara habire dil uzatan, derviş geçinen adama: ‘Sen hiç kâfirle cihad ettin mi?’ diye sorar. Adam cevap verir: Hayır, halvet-i hanemde zikirle meşgulüm.’ Sadi dayanamaz: ‘Yahu! Kâfirler senin kılıcından emin oluyor da, Müslümanlar dilinden kurtulamıyor.’
Ölçü ve dengeyi kaybedenler; hedefe ulaşmakta her yolu mübah görenler, kâfirlere kullanılan tarzı kullananlar, kinin neyi ne hale getirebileceğinin tabii bir örneğidirler. Bu kin, sonunda bu insanları, öyle bir kör anlayışa sürüklemektedir ki Allah’ın ve meleklerin lanetine müstahak bir milletin tankları altında şehit olanlar dahi neredeyse, boşu boşuna ölmüş sayılacak hale gelmektedir. Mescidi Aksa’yı müdafaa etmek dahi, bu anlayışa göre sapıklıkta olmak olarak gösterilecektir. Bu sakat düşünce ve inanış onları; Rusya’nın zulmü altındaki bazı Müslümanlara ‘onlar vahhabi veya şii’ diyerek neredeyse ölmelerine cevaz verir hale getirecek, Kâbe ve Mescidi Nebevi imamlarına uymayıp kendi cemaatıyla namaz kılacak duruma düşürecek, sonuçta ‘Ümmet Şuuru’ndan uzaklaşıp, kendi ilkelerini imanın şartı olarak görecek perişanlıktan kurtaramayacaktır. Mahşerin Provası olarak vasıflandırılan Hac’da bile birlik beraberlik, kardeşlik ruhu sağlanmazsa nerede sağlanır? Giyilen ihramlar bizi melekleştirmezse, hangi amelimiz bize ölümü, mahşeri, hesabı, kitabı hatırlatır?
İlk ve ana gaye, Allah’ın dinini yaşamak, yaymak ve desteklemek olmalıdır. Ve bu anlayış dine bir bütün olarak bakan anlayışla desteklenmelidir. İslam, sadece namaz, sadece zikir, sadece cihad, sadece nafile oruç, sadece sakal, sadece kılık kıyafet, sadece zekât, değildir. Sadece Kur’an okumak, Arapça bilmek de değildir. İslam bunların tamamı ve daha fazlasıdır. İslam, hayatı kuşatan bir din olup hayat nizamıdır. Müslümanın davası da İslam’ı hayata hâkim kılmaktır. İbadetten sadece namaz, oruç ve Kur’an tilavetini anlayan bir insanın, İslam idraki kıttır, sakattır. Emanete riayet, sılayı rahim, emri bilmaruf ve nehyi anilmünker, cihad, yetime ilgi gibi hayatın içinden, ama Allah için yapıldığında İslam’ın özü olan amelleri ibadet olarak görememek İslam’ı yanlış anlamaktır. Mü’min, kapsamlı ve dengeli bir hayat yaşamak zorundadır. Müslümanın hizmet adı altında yaptığı işler ibadettir. İbadet, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan ve sevabı Allah’tan beklenen işler olduğuna göre, çeşidi ne olursa olsun, camide veya cami dışında İslam’a hizmet maksadıyla yapılan işlerin namazdan, oruçtan ayrı tutulması doğru değildir.
İmam-ı Gazali Hazretleri, İhya’sında, ‘Dil Afetleri’nden biri olarak tartışmayı saymaktadır. Allah için ve davayı yükseltmek için şeklinde kılıflandırılmış olsa bile, mü’minin mü’minle tartışmasının afete dönüşmemesi çok hassas çizgilerin aşılmamasına bağlıdır.
Ebu Ümame el-Bahilî (r.a) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Bir kavim hidayete erdikten sonra, tartışmaya girmeden dalalete düşmez.” (Tirmizi) Yorum götürebilecek söz ve tavırları, ayete ve hadise karşı net bir tavır haline getirmek, sonra da ‘işte böyle’ mantığını devreye sokmak, kinden üretilmiş tavırlardır. Hakka göre değil de adamına göre tavır sergilemek bir kin ürünüdür. Mü’minlerin ve cemaatlerin birbirleri hakkındaki söylentilere, söylenildiği ve duyulduğu şekilde kulak vermeleri şeytanın arayıp da bulamadığı bir zemindir. Cemaat kendisini, İslamî çalışmanın nihai noktası görmemeli, vasıta ile gaye karıştırılmamalıdır. Aynı ortamı paylaştıklarımızın etkisinde kalmaya karşı bir teminatımız yoktur. Çevre seçmek, salihlerle beraber olmak için gayret sarf etmek zorundayız. Aksi durumda, faizle mücadele için başladığımız bir süreçte, faiz müptelası olabiliriz. Küfre ve zalimlere destek anlamına gelecek tavırlar içinde bulunma, onların bankasına, şirketine, basınına zımni destek verme, hatalarından âcilen dönülmelidir. İnsanın ‘çevrenin mahsulü’ olduğunu unutmayacağız. Eteği tutuşmuş itfaiyeci yangın söndüremez. Pisliğe bulaşmış adamı kim dinler? Tartışırken nefsimizi değil, davamızı haklı çıkarmaya çalışmalıyız. Düşünce farklılıkları naslarla sınırlı kaldığı sürece mahzurlu değildir. Allah, tek sesli olmamızı murat etmediğini Kur’an-ı Kerim’de haber vermiştir. O’nun dilemesi sonucu çok sesli düşünüp, ihtilaf eden bir ümmet olduk. Tek kalıp düşünceye sahip olmak fıtrata aykırıdır. İhtilaf, edep dahilinde olduğu sürece, insan hayatının tekâmülü için gereken maya, nitelikli değerlerden biri olarak bilinmelidir. İslam dâhilindeki mezhepleri, mezheplerin içindeki rengarenk farklılıkları bu ölçülerle ele aldığımızda, varlığıyla övünebileceğimiz bir ihtilaftan söz edebiliriz. Sakıncalı olan iki şeydir: Birincisi: İhtilafın Allah’ın ayetlerine ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerine karşı üretilmesidir. Müslüman, Allah’ın Kitab’ına, Peygamberinin sünnetine rağmen düşünce üretemez. Üretirse batıla kaymış olur. İkincisi: İhtilafın insanlığımıza zarar verecek seviyeye ulaşmasıdır. Selefimizin bu alandaki örnekleri oldukça muhteşemdir. Sadece İmam Azam Hazretlerinin talebeleriyle olan münasebetlerinden yola çıkılsa bile doyurucu misaller buluruz. Farklı görüş beyan etmek tahammülsüzlüğe yol açmamalıdır. Tartışacaksan ikaz edersin. Hakaret etmeden, kalp kırmadan, incitmeden, suizanda bulunmadan…
Her tartışan iki Müslüman, küsüp bir kenara çekilecek olsa, İslam kardeşliği diye bir şey kalır mı? Müslümanların iki büyüğü Ebu Bekir ve Ömer bile tartıştılar! Şahısların sözlerinin, ayet ve hadis gibi alınıp tartışma konusu yapılması fahiş bir hatadır. Müslümanlar arasındaki tartışmalar, birbirlerinin ayıplarının teşhirine asla dönüşmemelidir. Buna göre, iki mü’minin tartışması, tartışılan konudan daha ağır zararlara zemin hazırlayacaksa o tartışmayı yapmak fitnedir. Tartışmalardan kimlerin faydalanıp kimlerin sevindiğinin mutlaka hesabı yapılmalı, el ovuşturanların, Müslümanların birbirine düşmesini zevkle seyredenlerin hevesleri kursağında bırakılmalı. Unutmayalım ki, tartışmanın galibi yoktur!
Çekilen fotoğrafta kimlerin bulunduğu, daha önce din düşmanlığı yapanların şimdi bazılarına methiyeler düzmesine dikkat edilmeli. Dostluk ve düşmanlık ölçülerini Kur’an ve sünnet belirlemeli.
Fitne ateşinin sönmesi için su taşıyanlardan olalım, o ateşe benzin dökenlerden değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.