Cemal Nar

Cemal Nar

Ben O Eski Hocamı Geri İstiyorum 3

Ben O Eski Hocamı Geri İstiyorum 3

17 Aralıkta başlayan “yolsuzlukların soruşturulması olayı” sorunlu başlamıştır. Daha önce yazdığımız için bunları geçiyoruz. Hükümet ve başbakan hem bu sorunları, hem zamanlamasını, hem de kendisine komplo kurulduğunu ifade ederek bu işe karışan yargı ve emniyettekileri eleştiriyor ve gücünü ortaya koyarak engellemeye çalışıyor. Dahası, “bu yolsuzluk suçlamalarının arkası yaman gelecek” diyerek tedbirler alıyor. Ama yine de kör topal dosyalar mahkemeye gidiyor.

Yapılması gereken ne idi?

Madem mahkemeye verilmiş, yargının sonucu beklenmeliydi. Ona göre bir kanaate varmaktı doğru olan. Ama bu da olmadı.

Bizim Gülen Hocadan beklemediğimiz, bu aşamada bu konuda taraflı konuşmamasıydı. Doğru olan, yargının sonucunu beklemekti. “Beraat-i zimmet asıldı”. Fakat o kendisinden beklemediğimiz bir şey yaptı. Yargıdan önce kararını verdi. Ona göre bu yolsuzluklar kesindir. Mahkeme kararı varmış gibi kendisi kesin hükmünü veriyor. İşte şunlar kendi sözlerinden:

“Bir yolsuzluk olduğu muhakkak. Bunu herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas derlerdi. Halktan, okumuş insanlara, elite kadar herkes hemen meselenin mahiyetini görüyor, biliyor. Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez.”(http://www.zaman.com.tr/gundem_fethullah-gulen-hocaefendi-bbcye-konustu_2195926.html )

İşte bu yanlıştır. Sonuç dediği gibi çıksa bile bunu yargılamadan önce erken söylemek dine göre de hukuka göre de yanlıştır. Onun seviyesinde bir insan bu yanlışı bile bile yapmamalıydı. Neden yaptı acaba? Bu mesele önemlidir ve kafa karıştırmaktadır.

Buna rağmen o konuşmaya devam etti, hatta daha da öteye gitti ve o nahoş bedduayı yaptı. Fakat işin garibi, bizzat kendisi beddua sonunda “bu zamana kadar yapmamıştım, ama şimdi yaptım” diyor, fakat sevenleri onu yalanlarcasına “bu beddua değil, mülaane, mübaheledir” diyor. Demek ki çirkinliğin farkına vardılar, örtmeye çalışıyorlar. Ne var ki daha da batıyorlar. Birileri bu kavramları bilmeyebilir, ama halkın cehaletini böyle istismar etmekle savunma yaptıklarını sanmak, “özürü kabahatinden büyük” dedirtir bilenlere. Zaten bu “hoca hata yapmaz. Ne yapmışsa bir kerameti vardır” anlayışı başlı başına bir sorundur.

Biz bu arada barış teklifi yaparak “bir özür ile ortamın yumuşatılmasını” beklerken, bir şaşkınlık daha yaşıyoruz; Hoca Efendi, “The Wall Street Journal”dan Joe Parkinson ve Jay Solomon'la yaptığı söyleşide geri adım atmamaya kararlı gözüküyor. BBC’ye verdiği mülakatta pişman olmadığını, bilakis karşıdan pişmanlık beklediğini söylüyor: “Belki onlar da bir gün nadim olup ağlayacaklar buna, pişmanlıklarını ifade edecekler.”

Bu ifadeler bir belgedir ve biz bu belgeye göre konuşuyoruz.

İtiraf edeyim ki ben de işte burada tam bir sükûtu hayale uğruyorum. Doğrusu bu benim Gülen Hocadan beklediğim tavır değildir.

Sonra peş peşe bazı sözler geliyor. Bu da muhafazakâr seçmenleri ve nispeten kendi tabanını şaşırtan, ama onu daha önceki beyanlarıyla tanıyanlarca normal karşılanan sözlerdir. Ona göre Partiler arasında bir fark yoktur. Bunu açıkça söylüyor. İzahı da basittir. “Söz konusu kişiler değil, ilkelerdir.”   İşte o sözler:

“Bu 2010 yılındaki anayasa referandumunda Avrupa Birliği’ne üyelik şartlarına paralel yapılan demokratik reformları daha önce CHP yapmış olsaydı, onları destekleyeceğimi söylemiştim.”  “Eğer (partilerle) bir ittifaktan bahsedilecekse bu ortak demokratik değerler, evrensel insan hakları ve özgürlükler etrafındaydı. Siyasi partiler ya da adaylar için değil.”

“Hizmet katılımcıları da dâhil Türk halkının büyük kesimi AKP’yi demokratikleşme reformları, ordunun siyasiler üzerindeki vesayetine son verdiği ve Türkiye’yi AB’ye giriş sürecinde ileriye götürdüğü için destekledi. Doğru olduğuna inandığımız ve demokratik ilkeler ile aynı paralelde olan şeyleri her zaman destekledik. Ancak aynı zamanda yanlış olarak gördüğümüz ve bu ilkelere ters olan şeyleri de eleştirdik. Değerlerimiz ve duruşumuz değişmedi. Biz demokrasinin savunucuları olmaya devam edeceğiz.”

“Ancak biz bu demokratikleşme reformlarının devam etmesini isterdik. 2010 yılındaki anayasa değişikliklerini “yetmez ama evet” sloganı ile destekleyen Türk halkı geçen son iki yıl içerisinde demokratik ilerlemenin tersine dönmüş olmasından üzüntü duyuyor. (Bu ve sonraki sözler için bkz. http://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulenle-gazete-roportajlari/1273-the-wall-street-journalda-joe-parkinson-ve-jay-solomonla/31569-the-wall-street-journal-roportaji)

Bu sözler doğru değil. Zira askeri vesayet bu dönemde kırıldı. Yargıya çekidüzen bu dönemdeydi. Barış süreci ve demokratik açılımlar bu dönemdeydi. Başörtüsü kamuda bu dönemde serbest oldu. Meslek liselerine zulum bu dönemde bitti. Okullara Kur’an, siyer, din bilgisi, Arapça dersleri seçmeli de olsa bu dönemde kondu. Anadilde eğitim özel okullarda serbest oldu vs. Hoca Efendi bunları neden görmez acaba?

Yalnız bugün olayların kızıştığı günlerden farklı olarak şunu söylüyor: “Emniyet teşkilatı veya herhangi diğer bir devlet kurumu üyeleri ülkenin kanunlarını ya da kurumların kurallarını ihlal etmişse, kimse bu tarz hareketleri savunmaz ve bunlar yasal ve kurumsal soruşturmaya tabi tutulmalı.”

İyi de, bunlara kim sahip çıktı bu zamana kadar? Siz ve medyanız. Bu yanlış ise neden yaptınız? Bu yanlışlığı yeni fark ettiniz ise neden pişman değilsiniz? Neden özür dilemiyorsunuz? Bunlar çelişkili sözler değil mi?

 

Demeç devam ediyor:  “Ancak bu kişiler yasa dışı bir şey yapmamışsa ve kurumların kurallarını ihlal etmemişse ve sadece sahip oldukları dünya görüşleri veya eğilimleri nedeniyle fişlenmiş ve ayrımcılığa tabi tutulmuşlarsa bu tarz muameleler demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ile bağdaşmaz.”

Fakat arkasından söylediği yapıcı değil:

“Daha birkaç ay öncesine kadar kahraman olarak alkışlanan yargı ve polis gücü üyelerinin soruşturma yapılmaksızın kışın ortasında görev yerlerinin değiştirilmesi de ironik bir durum.”

Bu “ironi” sözünden anlaşıldığına göre, demek hala “paralel yapı” denilen devlet içindeki darbeci cuntaya destek veriyor. Bilmem ki yarın zarar görürse, “bizimle alakaları yok” diyebilecek mi?

Zira bunu cemaat mensupları sık yapıyor. “Van polisinin Kilis’te ne işi var?” veya “Adana savcısının MİT’i durdurma yetkisi olmadığı halde niye durduruyor?” denildiğinde, “bizimle alakası yok” diyorlar. “Basın bildirisi yayınlayan, ağzı mühürlü okunmamış çuvallardan adam tutuklatan savcılar” dendiğinde yine “bizimle ilgisi yok” diyorlar.  “Ama medyanız öyle demiyor” dendiğinde mahcup olup susuyorlar.

Buradan çıkan netice şu: Biz bizzat Hoca Efendi’nin sözleriyle sabit olan iki durumu yanlış buluyoruz ve bundan dönülmesini istiyoruz:

1- Mahkeme kararından önce “Bir yolsuzluk olduğu muhakkak” diye kesin hüküm verilmesi.

2- “Pişman değiliz. Haklıyız. Yolsuzluklarla mücadele edeceğiz. Kadromuzu koruyacağız” tavrı.

Bu “pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” zihniyeti, bizim bildiğimiz Hoca Efendi’nin tavrı değildir. Bu kabadayı tavrı başkasına yakışır, ama ona değil.

Biz, yetmişli yıllarda tanıyıp sevdiğimiz, barışa inanan, kavga istemeyen, kardeşlerine hoşgörülü, hatta Yunus’ça “dövene elsiz, sövene dilsiz, hakarete gönülsüz olmalı” diyen Hoca Efendiyi geri istiyoruz. Biz yetmişli yıllarda bizi coşturan ve ağlatan Hocamızı geri istiyoruz. Evet, bizim sevdiğimiz Hoca, Bediüzzaman Said Nursi (rh. a.) nin izinden giden, ağlayarak Peygamberimizi anlatan, İslam’ın hayata hâkim kılınması için sahabe gibi bir nesil yetiştirme faaliyetlerinde çalışıp didinen, bunun için bir ömür uğraşıp duran, İslam’ın bugünkü garipliğine, mazlumiyetine, mağduriyetine, makhuriyetine ağlayan adamdı. Buna sebep olan gavur âşıklarına “yerlerinde yatamasınlar” diye beddua eden, İslam coğrafyasını kana bulayan Yahudilere ve Hristiyanlara kafa tutan adamdı.

Şimdiki gibi, demokratik değerlerden sanki “imani İslamî değerlermiş” gibi bahseden, laiklikle bir sorunlarının olmadığını söyleyen, laik bir devlette İslam’ın %95 i yaşanabilir diyen, kalan %5i de fertlere havale eden, İslam devletini gereksiz, hatta “İşlam’ın siyasallaştırılması” diyerek zararlı gören, M. Kemal’e “dahi” diyen ve yaptıklarının dine ters düşmediğini söyleyen, Yahudi ve Hristiyanları çok seven ve onları cennete sokma derdine düşen adam değildi bizim sevdiğimiz Hoca Efendi.

Biz o sevdiğimiz Hoca Efendi’yi geri istiyoruz.

Dostlar, sakın Amerika’da bir laboratuvarda Hoca Efendiyi klonlamasınlar? Sakın biz kopyasını görüyor ve dinliyor olmayalım? Bu İslam düşmanı kâfirlerden her kötülük beklenir. Bunu da yaparlar mı yaparlar!

Keşke onu iyi tanıyan bir grup dost ve doktorlar yanına gitseler de bir inceleme yapsalar. Çünkü Yahudi medyasına demeç veren o kişinin fikir ve tavırları doğrusu bize garip geliyor, bizi endişelendiriyor ve kuşkulandırıyor.

(Devam edecek)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi