Ermeniler ve İslam Devleti
İSLAM devletinde Ehl-i Kitap azınlıklar İslam’a, Devlet’e, Ümmet’e zimmetli idi, koruma altında idi.
Bu zimmetten, bu korumadan, bu güvenden yaralanmaları için, İslam devleti ile ahidleşmiş olmaları, ona itaat etmeleri, ona hıyanet etmemeleri gerekiyordu.
Ermeniler uzun müddet Osmanlı devletine sâdık kaldılar ve korundular.
19’uncu asırda Avrupada milliyetçilik cereyanları çıktı, emperyalist ve sömürgeci devletler, misyonerler bir kısım Ermenileri Osmanlı devleti aleyhinde kışkırttı.
Eskiden tebaa-i sâdıka olan Ermeni milleti, tamamen olmasa bile gayr-i sâdık bir unsur ve millet haline geldi.
Devlete sâdık iken Ermeniler ülkeyi Müslümanlarla paylaşıyordu. Sadakat gidince, çoğunluktaki Müslümanlar gasıp, işgalci ve hain oldu.
Ermenileri Katolikler, Protestanlar, İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD kışkırttı.
Ermeni komitaları kuruldu, silahlı isyanlar başladı.
Bütün Ermeniler devlete başkaldırmamıştı, hâlâ sadık kalanlar vardı ama teröristler ve komitacılar icabında onları katl ettiler.
Birinci dünya savaşında Rus orduları doğu Anadolu vilayetlerimizin bir kısmını bu arada Van’ı ele geçirince ihtilalci ve isyankar Ermeniler düşman ordularını kurtarıcı gibi karşıladı.
Halbuki, Osmanlı devletinin tebaası olarak onların menfaati kendi devletlerini tutmak ve savunmaktaydı.
Osmanlı devleti Ermeni nüfusun bir kısmını hudut boylarından Suriye tarafında sürmek zorunda kaldı.
Bu sevkiyat veya tehcir esnasında büyük facialar yaşandı.
Açlıktan, meşakkatten ölümler oldu.
Birtakım vahşi unsurlar sürgün kafilelerine saldırarak cana kıydı, paralarına el koydu.
Bu faciaların asıl sorumluları komitacı, isyankar, terörist Ermeni çeteleriydi. Devlete sadık kalsalardı, Müslümanlarla sulh içinde yaşamış olsalardı, emperyalist düşman devletlerin kışkırtmalarına ve oyunlarına gelmeselerdi devlet onlara ilişmeyecekti.
Onların var olabilmek, hayatta kalabilmek için Osmanlı devletini Türklerden ve Müslümanlardan daha fazla korumaları gerekiyordu ama bunu yapamadılar.
Yanlış ata oynadılar ve kaybettiler.
Ermeniler Sultan Abdülhamide Kızıl Sultan diyorlar… Kesinlikle hata ve nankörlük ediyorlar. Sultan Abdülhamid zamanında var idiler. Ondan sonra yok oldular.
Bir an için, Ermenilik açısından Osmanlı milletler sisteminin kötü olduğunu, şer olduğunu düşünelim. Böyle olsa bile Osmanlı ehven-i şerreyn idi ve tercih edilmesi gerekirdi.
Sultan Abdülhamid’ten sonra hakikî Hilafet ve Şeriat rejimi bitti. Jön Türklerin başını Selanikli Dönmeler, Yahudiler çekiyordu. Halife AIbdülhamid’i beğenmeyen, onu kötüleyen ihtilalci Ermeniler Jön Türklerden öldürücü darbe yedi.
Halkının çoğunluğu Müslüman olan Anadoluda, Hıristiyan Ermeniler ancak teokratik bir Hilafet rejiminde var olabilirlerdi. Hilafet ve Şeriat düzeni bitince yok oldular.
Anadolu Rumları da aynı âkıbete duçar oldu.
1919’da Yunan ordusu İzmire çıkınca şehrin Rum Ortodoks metropoliti Hrisostomos düşman ordusunu dinî bir merasimle takdis etmiş, kutsamıştı.
Bu kutsama, bu hıyanet Anadolu Rumluğunun sonu olmuştur.
Yunan ordunu protesto etmiş ve bizim devletimiz Osmanlı devletidir, burada devletimize sadık kalarak Müslüman vatandaşlarımızla birlikte kardeşçe yaşamak istiyoruz denmiş olsaydı, bugün Türkiyede en az dört beş milyon Rum olacaktı.
1915’in yüzüncü yıldönümü bir yıldan az bin zaman içinde gelip çatacak.
Türkiye düşmanları, emperyalist ve sömürgeci güçler, Haçlılar bu yıldönümünü vesile ederek tarihi çarpıtan yayınlar yapacaklar, nice devletin Ermeni Soykırımını kabul etmesini isteyeceklerdir.
Bu konuda Türkiye ne yapıyor?
Maalesef bir şey yapamıyor.
Biz Müslümanların, birbirimizi yemekten Ermeni meselesini düşünmeye vaktimiz ve mecalimiz yok.
Sultan Abdülhamid yıkılınca Müslümanlar da perişan oldu.
* (İkinci yazı)
Meşreb Farklılıkları
İSLAM dünyasında meşreb farklılıkları her zaman olagelmiştir. Asr-ı Saadet’te de vardı. Aşere-i mübeşşereden Abdurrahman ibn Avf ile yine Ashabın büyüklerinden Ebu Zer Gıfarî’nin meşrebleri değişikti ama ikisi da büyüktü, ikisi de hidayet yolunu gösteren yıldızlardı. İkisi de Kur’an, Sünnet, Ümmet dairesi içindeydi.
Meşru daire içinde olan bir meşreb dine ve sahibine zarar vermez ama aşağıdaki şartlar oluşursa zararlı olur:
1. Meşreb, meşreb olmaktan çıkar din’leşirse, hattâ dinden daha önemli görülür, gösterilir, dinin yerine geçmeye kalkarsa.
2. Meşreb kurucusunun, mezhebin bugünkü liderinin, şeyhinin veya hocasının; Peygamberler (aleyhimüsselam) gibi günah işlemez, ismet sıfatıyla muttasıf mâsum kimseler olduklarına inanılır ve inandırılırsa.
3. Meşrebler, bir Ümmet çatısı altında toplanıp ve Ümmetin reisi (İmamı, Emîri) ve sorumluları tarafından denetlenmezse.
4. Bazı meşrebler bir tür devlet, holding, iktisadî sistem ve banka haline gelirse.
5. Yine bazı meşrebler Kur’anda, Sünnette, fıkıhta, Şeriatta; kimselere verileceği açıkça beyan edilmiş olan zekatlara göz diker, halktan zekat toplar ve bunları dine aykırı şekilde keyfe mâ yeşa sarf ederlerse.
6. Ehl-i Sünnet dairesi içindeki bütün mezheplerin birbirini sevmesi, desteklemesi gerekirken, meşrebler arası savaşlar, kavgalar, husumet ve rekabetler çıkarsa.
7. Bazı meşrebler birbirlerini, Müslümanları ötekileştirirse.
8. Bazı meşreblerin içine Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı bid’at ve bozuk inanç, fikir ve metodlar girerse.
İslam tevhid dinidir. İslam ittihad ve vifak dinidir.
Ehl-i Sünnet dairesi içindeki bütün mesleklerin, meşreblerin, mezheblerin; Tevhidi, birliği, ittihad ve vifakı,Ümmeti, İmameti korumak için çalışmaları gerekir.
İslam dünyasının en önemli ülkesi olan Türkiye Müslümanları, yakın tarihin vahim ve öldürücü ârıza ve kazalarından dolayı Ümmet birliğini ve Ümmet riyasetini kaybetmişler ve korkunç bir bölünme, parçalanma, dağılma sürecine girmişlerdir.
Ülkemizde islamî faaliyetleri Kur’an ve Sünnete göre tanzim eden, denetleyen, yönlendiren hiçbir müşterek kurum ve denetim yoktur.
Bu denetimsizlik, bu frensizlik yüzünden dünya çapında devleşen bir meşreb veya cemaat, sivil darbe teşebbüsüne girişebilmiş ve bugünkü tehlikeli duruma yol açmıştır.
Afrikanın istikrarlı ülkelerinden Senegal’da iki güçlü tarikat, iki meşreb vardır, Muridizm ve Ticanilik. Bir değil, iki olmaları orada yapıcı bir çeşitlilik ve denge sağlamaktadır.
Meşrebler arasında istişare olmazsa, bunlardan biri 14’üncü Louis gibi devlet benim diyebilir.
Ehl-i Sünnet inancı ve dairesi içinde kalan, çeşitliliği ve çoğulculuğu kabul eden meşrebler faydalı olur; kendilerini İslamla özdeşleştiren hattâ İslamdan üstün gören, “öteki Müslümanları” hesaba katmayan, Ümmet birliğini ve İmam-ı Kebire biat ve itaati inkar edenler ise zarara sebebiyet verir.
Türkiyenin Ehl-i Sünnet çoğunluğu, en kısa zamanda bir Ümmet çatısı ve teşkilatı altında birleşmezler, râşid bir İmam’a biat ve itaat etmezler, Ümmet çapında kurumlar tesis etmezler, yine Ümmet çapında plan ve programlar yapmazlarsa azmanlaşan, kontrolden çıkan, frensiz ve denetimsiz “hizmet eden” bazı meşrebler yüzünden korkunç zararlara maruz kalacaktır.