Şehzade katlinin dinî mantığı
Fatih Sultan Mehmed, kendisine kadar gelen zaman kesitinde meydana gelen şehzade isyanlarını değerlendirerek meşhur “Kanunname”sine şehzade katlini koydu: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların ‘Nizâm-ı âlem’ içün katl itmek münâsibdur. Ekser ulemâ (âlimlerin çoğu) dahi tecviz etmişlerdur. Anınla âmil olalar.”
Fatih’in dikkatlere sunduğu nokta önemlidir: Buna göre âlimlerinin pek çoğu şehzadelerin “Nizam-ı âlem için” katline rıza göstermiştir.
“Padişah’tan korkup seslerini çıkarmadılar” diyemezsiniz, çünkü bazı âlimlerin buna muhalif kaldığını kendisi söylüyor. Demek oluyor ki, devrin âlimleri için, fikirlerini rahatça söyleyebildikleri “özgür” bir ortam mevcut. Ne var ki, muhalifler azınlıkta kalmış, “ekser ulemâ (çoğunluk) dahi tecviz (cevaz-izin etmişlerdur.”
Tabii bunun referanslarının olması gerekiyor…
Ben İslâm hukukçusu değilim. Ama İslâm Hukuku ve Medeni Hukuk Profesörü Ahmet Akgündüz, bu konuda Kur’an, Hadis ve Fıkıhta dayanaklar bulunduğunu yazıyor…
“İslâm hukukunda kanunsuz suç ve ceza olmayacağı gibi, ileride suç işlemesi ihtimaline binaen kimseye ceza verilemez; ne var ki, İslâm hukuku, hükümdara bir takım suçlar ihdas edebilme ve bunlara cezalar koyabilme salâhiyetini tanımıştır, buna “ta’zir” denir” dedikten sonra, şöyle devam ediyor:
“Padişah bir kimseyi bu çerçevede cezalandırabilir ve bu İslâm hukukuna aykırı değildir. Siyaseten katl, yani devlet başkanının, devletin birliği ve milletin dirliği için yaşaması zararlı görülen kimseleri öldürtmesi de ta’zir cezalarındandır.
“Bütün monarşilerde olduğu gibi, İslâm hukukuna göre de devlet başkanı yani padişah, yargı gücünü elinde tutar. Bir başka deyişle padişah başhâkim mevkiindedir. Kadılar, ona vekâleten dâvâ dinler ve onun nâmına hüküm verirler. Böyle olunca padişahın dâvâ dinleyip, gerekirse suçluları cezalandırması, hatta idamına hükmetmesi mümkün ve meşrudur.
Sonra “ta’zir” cezasının kaynağını son devir Osmanlı hukukçularının önde gelenlerinden İbn Âbidîn’le (1836) açıklıyor: “Nesefî’nin (1310) Ahkâmü’s-Siyâse risâlesinde zikredilmiştir ki; Şeyhülislâm Hâherzâde’ye (1253), fetret zamanında fesatçıların öldürülmelerinden sorulmuş, o da, “Onlar yeryüzünde bozgunculukla hareket ettikleri için öldürülmeleri mübah olur” diye cevap vermiştir.
“Kendisine, onlar fetret zamanında fesatçılığı bırakıp gizlenirler, denildiğinde, ‘Zarureten böyle yapıyorlar. Geri gönderilseler bile kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir’ meâlindeki âyet-i kerime (En’âm: 28) gereğince, biz böyle görmekteyiz” demiştir (İbn Âbidîn, III/186).
Bu isyan eden şehzadelerle ilgili bir konudur. Ama bir de çocuklar var: Onlar neden öldürülüyor? Suçsuz ceza olur mu?
Akgündüz bu soruya şöyle cevap veriyor: “Bunların cezalandırılması için suç işlemelerini beklemek çoğu zaman cezalandırma imkânını ortadan kaldırdığı gibi, bazen çok ağır ve telâfisi imkânsız neticeler doğurur. Tarihî tecrübelerin de gösterdiği gibi, bir şehzâdenin cezalandırılması için ayaklanmasını beklemek, düşman ülkelerle anlaşıp, arkasına silâhlı binlerce kişi alarak, âsâyişi esaslı tehdit eden bir kimseyle karşı karşıya kalmak demektir. Böyle bir vaziyette artık cezalandırmaktan söz etmek abestir. Çünkü iş işten geçmiştir.
“Kaldı ki, bu şehzadeler öldürülmedikleri zaman, bunların da diğerlerini öldürmesi söz konusu olacaktır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.