Anadolu’dan üç roman
2. Erciyes Yazarlar Zirvesi’nin ana konusu “Anadolu’da roman ve romanda Anadolu” idi. Geçen sene kaybettiğimiz değerli romancımız Kayserili Mustafa Miyasoğlu’nun ruhunu şad edecek bir seçim. Konu iki oturumda ele alındı, tartışıldı.
Türkiye’de son yıllarda her sene bin civarında roman yayınlanıyor. Bu romanlar içinde çoğu İstanbul, Ankara gibi şehirlerde yaşayan yazarlar yanında, ülkemizin muhtelif şehirlerinde hayatını sürdüren bir hayli yazarın eserleri de var.
Edebiyatımızda şiirin ağır bastığı dönem geride kalmış gibi görünüyor. Romana yöneliş sanki umumi bir temayül gibi. İşe 1960’larda şiirle başlayan Muhsin İlyas Subaşı, son yıllarda daha çok “roman” yazıyor. Bir hayli romanı yayınlanmış. Bunlar ekseriya biyografik tarihî romanlar. Son olarak Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’in genç yaşta vefat eden bacısı Gevher Nesibe’nin hayatını yazmış. Kayseri’de adına meşhur Şifahiye/hastane bina edilen Gevher hanım, umutsuz bir aşk sonucu, genç yaşta amansız bir hastalığa tutularak hayata veda etmiş.
“Ben Onurumu Çiğnetmem”de ise Muhsin İlyas, hocası eski müftülerden Abdullah Saraçoğlu’nun hayatını anlatıyor. Saraçoğlu Türkiye’de dinî tahsilin tamamen yasaklandığı 1930’lu yıllarda zor şartlar altında gizli dini öğretim görmüş, 1950’den sonra da Diyanet teşkilatında görev alarak çalışmaya başlamış. Hoca, dürüst, özü sözü bir, bükülmez bir şahsiyet olarak tanınıyor. Din adamlarının ağır baskılar altında kaldığı bir zaman diliminde görev yaptığı için Abdullah Hoca’nın başından geçen de bir sürü ibretlik hadise var. Buna rağmen dinî hassasiyetini, meslek onurunu yüksek tutmuş örnek bir şahsiyet olan Abdullah hocanın hayat hikâyesi Subaşı’nın kaleminden okunmaya değer.
“Son Direnişçi”, Vedat Sağlam’ın Sultan 2. Abdülhamid’in hayatını anlatan romanı. Aynı zamanda araştırma-inceleme eserleri de olan Vedat Sağlam, araştırmacı titizliği ile Osmanlı’nın son büyük padişahı Abdülhamid Han’ın hayatını ele alıyor. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı bugünleri hazırlayan olaylarla dolu. Abdülhamid, 33. yıllık saltanatında ülkeyi imar etmiş, devleti güçlendirmeye çalışmış, Dünya siyasetinde Müslümanların ümidi olarak görünür bir rol oynamış. Elbette kitabın sonunda yararlanılan kaynakların listesi de var. “Son Direnişçi” için de söyleyeceğimiz, bir roman gibi değil, hakikatlere sadık bir yazarın hazırladığı bir hayat hikâyesi gibi okunmasının daha doğru olacağı.
“Diyar-ı Aşk” edebiyat âlemine bir hayli geç adım atmış Melahat Ürkmez hanımın Şems-i Tebrizî’nin hayatı üzerine kurduğu bir “roman”. Kahraman Tebrizli Şems ve mevzu aşk olunca, muhayillenin genişliği sonucu tayin eder. Tabii Melahat hanımın daha önce Şems-i Tebrizî hakkında bir araştırma inceleme kitabı olduğu dikkate alınırsa, kuru bir biyografik eserle karşı karşıya kalma ihtimali hayli kuvvetlidir. Melahat Ürkmez, hem geniş bilgisini konuşturuyor, hem de zaman zaman romana varan atılımlar yapıyor. Bilhassa Samira karakteri üzerinden yaptığı çıkışlar ilgi çekici.
Melahat hanımın dili ve üslubu sağlam. Romancılık kumaşı da var. Bunun tarihî bir şahsiyetin anlatılmasında değerlendirilmesi elbette zor. Buna rağmen, Diyar-ı Aşk’ın yazarın roman arayışında güzel bir başlangıç olduğunu söyleyebiliriz.
Son yıllarda bir hayli Mevlâna Yunus romanı yazıldı. Şöhretli yazarlar bir taraftan, büyük isimleri yazarak ilgi çekmeye çalışan yazarlar diğer taraftan bu iki büyük şahsiyetle ilgili kitaplarla yayın alanımızda göründüler. Yarına ne kalacak bu eserlerden? Doğrusu şimdiden bir şey söylemek güç. Hâlâ ne Mevlâna’nın ne de Yunus Emre’nin şanına yakışır eserler yok elimizde. Diyar-ı Aşk Şems’ten Mevlana’ya giden yapısıyla bu bakımdan cüretkâr bir çıkış olarak kabul edilebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.