Müslüman kimi idareci seçmez, velayetini kime vermez?
Velayet, müslüman için çok önemli, ancak önemi gerektiği oranda anlaşılamayan kavramlardan biri. “Toplumsal bakış”ta bu kavramın önemi anlaşılamıyor, çünkü müslümanın “inanç” ve “amel”ini, “kimlik” ve “kişilik”ini, “görüş” ve “duruş”unu ifade eden kelimeler ve kavramlar iyice fulûlaştı(rıldı) ve değişti(rildi); böylece uzun ve sistemli bir çalışmayla “algı”lar, “anlam”lar ve “anlamlandırma”lar bozuldu.
İslam’ı bozamayacaklarını bilenler, kafalardaki ve gönüllerdeki “İslam algısı”nı bozdular. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini öğrenenler, insanları bir yandan Kur’an’dan, bir yandan da Kur’an’ın tatbiki olan Sünnet’ten uzaklaştırdılar. “İslami kavramlar”ı unutturmayı ve reddettirmeyi başaramayacaklarını anlayanlar, kavramların mana ve mefhumuna dair “anlam kaymaları”na yol açacak çalışmalarla ciddi mesafeler katettiler.
İşte, “velâyet” kavramı da bunlardan biri. Müslüman; kime, nasıl ve hangi şartlarda itaat etmek zorunda? Müslüman velâyetini kime/kimlere verir, kime/kimlere vermez? “Velâyete bağlı yükümlülükler”imiz nelerdir ve müslümanın hayatında nasıl bir önem taşır? Velayeti yanlış yerlere verirsek sonuç ne olur, ne hale geliriz? İşte, toplumsal/kitlesel olarak, bütün bunlara dair genel “bilgi ve bilinç düzeyi”nden yoksun hale geldik.
Velâyet; “iki şey arasında kendilerinden olmayanın bulunmaması” demek. “Sahip”, “âmir/lider”, “sevgi”, “dostluk” ve “yardımlaşma” demek. “Başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirme” demek. Ümmet içinde “İmamet” sebebiyle zikredilen Velâyet, “başkasının üzerine sözünü geçirme”yi ve “itaat edenle emri veren arasındaki ilişkiler”i, yani “yöneten-yönetilen ilişkileri”ni konu alır. Bu kapsamda, “seçim”le veya “tayin”le gelip gelmediğine bakılmaksızın, insanlar üzerinde âmir olan, yönetim makamında bulunan her şahıs ile onun yönettikleri arasındaki ilişki, “velâyet ilişkisi”dir. Nitekim, müslümanların bey’et ederek yönetime getirdikleri “İmam”a, “Devlet Başkanı”na, “Halife”ye “Veliyyü’l-Emr” denilmesi bu yüzdendir.
Şimdi, içinden geçtiğimiz hassas zemin ve şartlar dahilinde, bir müslümanın gereğince tutum takınması için önceleyeceği kavramlardan birinin “velâyet” olduğu anlaşılmış olmalı.
Öneminden ötürü kavrama dair birkaç kelam etmek istiyorum. Ancak burada, “velâyet” kavramına dair “fıkhi tanım ve gerekler”i sıralayacak değilim. O “ilim adamları”nın işi. Zira, madem ki “İslam alimi” sıfatıyla müslümanların önüne geçip fetva veriyorlar, hangi halde isek, o “hale dair İslami gereklilikler”i izah etmekle de mükellefler. Bu yüzden, ben konunun “stratejik boyut”unu ele almak istiyorum. Bu kapsamda üzerinde duracağım husus, “müslüman, kimlerin velâyetini reddetmeli?” suali. Yani başlıkta sorduğum gibi, “müslüman, velayetini kime vermez?”
Müslüman, velayetini “mü’min olmayan”a vermez. Mü’min olsa bile, gayri İslami hizmetlerde bulunana da vermez. Kelime-i Şehadeti ikrar ve tasdik etmeyene, veya mü’minleri hor ve hakir görüp kâfirleri tasdik ve taltif edene velâyetini vermez.
Müslüman, velayetini tağuta, yani Allah’ın yasaları varken, o yasalara mukabil ve onun yerine geçmek üzere yasa yapan her kim ise, ona vermez. İsterse bizim gibi namaz kılsın, oruç tutsun, dilinden Allah’ı eksik etmesin...
Müslüman, velayetini insanları münkerde tutana, ma’rufa yönlendirmeyene, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışmayana, bütün bunları Allah ve Rasûlü’ne itaat ile yapmayana, Allah ve Rasulü’ne itaat etmeyene vermez. “İyiliklerin hâkim kılınması, kötülüklerin ortadan kaldırılması” demek olan, “insanları dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatleri için çalışma”yı esas alan “İslami siyaset”in hilafına bir siyasetin takipçilerine ve/veya tatbikçilerine velayetini vermez.
Müslüman, velayetini “siyaset-i âdile”yi takip etmeyene, yani “insanların haklarını zâlimden kurtarıp zulüm ve fenalıkları defetmeyen”e, “fitne ve fesat ehlini yaptıklarından men etmeyen”e vermez.
Müslüman, velayetini kendisinden olmayana, kendisi gibi inanıp düşünmeyene, “İslam dışı mihraklar”la müslümanlar aleyhine “işbirliği” ya da “iş ortaklığı” yapana vermez.
Müslüman, velayetini “insanlar arasındaki ilişkileri hak ve adalet ölçüleri içerisinde düzenlemeyi ilke ve icraat edinmeyen”e vermez. “Emanet”e ihanet edene, “adil olmayan”a, “yetkin ve yeterli olmayan”a da vermez.
Müslüman, kesinlikle “tağut”a, “dinsiz”e, “imansız”a, “yahudi”ye, “hıristiyan”a, “müşrik”e, “kâfir”e, “Laik”e, “Kemalist”e veya başka bir “İslam dışı ideoloji veya yol-yordam sahibi”ne; ya da “bunlara hizmet eden”e, “bunların sistemlerini/rejimlerini yürütüp/işletip ayakta tutan”a vermez. Çünkü hiçbir kâfirin, “İslam Şeriatı”nı kabul ve yol-yordam edinmeyen hiç kimsenin müslümanlar üzerinde velâyet hak ve yetkisi yoktur.
Alimler bilir, “mü’minlerin, kâfirleri veli edinmelerinin haram olduğu kat’i nasslarla sabittir.” Ancak alimler, yeri ve zamanı geldiğinde bu bildiklerini hangi mülahazayla ve neden izhar etmezler, bunu anlıyor değilim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.