Kanda oryantalizm
Oryantalizm Batı’nın Doğu’ya ki burada Doğu İslam ve dünyası olarak sınırlandırılmıştır bakışını anlatır bize. Bu kuralsız bir bakış açısı değildir. Bilakis katı kurallarla çerçevesi çizilmiş bir yaklaşım anlamına gelir bu. Müslümanları belli bir mesafeden, belli bir ölçekle incelemeyi beraberinde getirir Oryantalizm prosedürü. Amaç anlamak değildir. Amaç anlayarak çözmektir. Bir bilmecedir İslam ve Müslümanlar Oryantalist için. Kapalı bir kutudur. Sorular kümesidir. İncelendikçe anlaşılacak, anlaşıldıkça çözülecek, böylece de kontrol edilecektir. Bir müstemleke projesidir yani. Anlayalım, işgal edelim, sahip olalım. Topraklarına, ruhlarına, bedenlerine…diyen bir projedir.
Projenin Batılı oryantalist açısından başarısı aradaki mesafenin korunması ile doğru orantılıdır. Oryantalist yukarıdadır Müslüman doğulu aşağıda, bu düzenlemede. Birinci üstün, ikinci düşkündür. Birinci tepeden bakma hakkına sahiptir ama ikincisi kendini savunma hakkına bile sahip değildir. Birinci ikinci adına, ikinci için karar verme merciidir de. Birinci ikinciyi “konuşturur” çünkü, der Oryantalizmin en ciddi eleştirmeni, Edward Said. Düşününüz, Müslüman’ın konuşmaya hakkı bile olmadığı bir ortam….bunun tek sebebi olarak da Müslüman kimliğinin gösterilmesi…Irkçı ve bir o kadar da bundan gocunmayan küstah bir duruş bahsettiğimiz.
Oryantalizmin arkasındaki itici güç olarak karşımıza dikilen müstemleke oluşturma süreci geride kalmış gibi gözükse de neo-kolonyal uygulamalar eskisinden daha canlı zamanımızda da varlığını sürdürmektedir. Biz bunu, siyasette de görüyoruz, ekonomide de. Amerika’nın durdurulamaz işgal iştahı da bundandır, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi transnasyonel organizasyonların kaşıkla verip sapıyla göz çıkartma projeleri de bundandır. BM Güvenlik Konseyi gibi kurumlar da siyaset ile ekonomi arasındaki çıkar çizgisini kendilerince muhafaza eder, ikisi arasındaki geçişi sağlarlar.
Onun içindir ki dönemin ABD başkanı Bush, “ben şimdi gidip Irak’ı işgal edeceğim, böylece oradaki doğal kaynak rezervlerini elime geçireceğim, yakıp yıkıp mahvedeceğim Irak’ın yeniden inşasını da kendime yakın Amerikan şirketlerine vereceğim ki zenginliklerine zenginlik katsınlar” demedi. Şunu dedi ama: Saddam Hüseyin acil bir tehdittir dünyamıza. Hemen işi görülmelidir. Bunun için de en güvenilir adamım Dış İşleri bakanı Colin Powell, BM Güvenlik Konseyi’nde dünyayı bu işgale razı etmelidir. Nitekim de öyle oldu. BM, Powell’a inandı. Irak işgal edildi, Powell sonra özür diledi ‘yanlış yönlendirildim, Saddam’ın nükleer silahı yoktu.’ İş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti bile. Dönemin ABD Milli Savunma Bakanı “şahin” Donald Rumsfeld, bir soru üzerine “ölen Iraklıların sayısını mı soruyorsunuz, bilmem, onları saymıyoruz” diyebildi. Tam bir Oryantalistti çünkü. Müslüman’ın kıymeti mi olacaktı onun gözünde…İnsan yerine koymuyordu ki üst üste yığdığı cesetleri saysın…
Buraya nereden geldim. Kızıl Haç’ın Avusturya şubesi Müslümanların hayır için vermek istediği kanı reddetmiş. Linz İslam Cemaati adlı kuruluşun üyeleri, bir faaliyetin parçası olarak kan vermeye gitmişler. Geri çevrilmişler. Sebep de Müslüman ve Türk kanının Kızıl Haç örgütü nezdinde makbul kabul edilmeyişiymiş. Düşününüz, hem Müslüman hem Türk…Viyana kapılarına dayananların kalplere saldığı korkuyu göz önüne alınca, çok da şaşırmamak lazım, değil mi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.