Hilâfetçilikten Devrimciliğe Evrilen “CHP Makyavelizmin Partisidir”
D. Mehmet Doğan, “Türkendülüsiye” kitabında (Yazar Yayınları) “Chp’nin geçmişinde hilâfet savunuculuğu vardır” diyor:
“Halk Fırkası’nın kurulmazdan evvel yayınlanan bir beyanname ile Mustafa Kemal Paşa kuruluşun 9 umde (ilke) sini açıklıyor. 9 umdeden ikincisinde ‘Dayanağı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan Hilâfet makamı İslâm dünyasının bir yüksek makamıdır / istinatgâhı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan makam-ı hilafet beynelislâm bir makarr-ı mualladır’ deniliyor. (…) 9 umde zamanın resmî düşünürü Ziya Gökalp tarafından yorumlanmış ve bu yorumlar resmî mahiyetteki Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanmıştır. İşte ‘Hilâfet umdesi’nin yorumu: ‘İslâm dininde bütün namazlar cemaatle eda olunur. Cemaatin bir başı vardır ki, cemaatı terkip eden bütün fertler ona bağlanırlar. Bu suretle imam cemaatin timsali olmuştur. Cemaatin fertleri arasındaki tesanüt, imamın şahsında tecelli eder. Her imamın kendi cemaatını namaz esnasında birleştirerek birçok ruhlardan tek bir ruh meydana getirmesinde küçük bir dayanışma oluşur. İslâmiyette bundan başka bir de büyük dayanışma vardır ki bütün ümmeti tek bir ruh hâline getirir. Bunun şekli de, bütün imamların mânevî bir surette bir imam-ı ekbere iktida(tâbi olma, uyma) eylemesidir. İşte bu imamlara ‘Halife’ denir. (…) Yeryüzünde bir Hilâfet makamı bulunmazsa, İslâm âlemi kendisini imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılmış, perişan görür” (a.g.e., sf. 76-77).
CHP’NİN HİLÂFET UMDESİ İSLÂMÎ CUMHURİYET VAAD EDİYOR
Halk Fırkası’nın laikçi-pozitivist yönde değiştirilmeden önce açıkladığı kuruluş beyannamesinin “Hilâfet umdesi” bu minval üzere detaylı bir şekilde uzayıp gidiyor.
Chp, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin birleştirilmesiyle oluşturulan Hilafetçi Halk Fırkası’ndan olma ve ikinci merhalede değişerek milleti aldatan bir partidir. Müslüman milletin cihadını istismar ederek Halk Fırkası’nın kuruluş maksadının İslâm değerler ve hilâfet makamı olduğunu beyan etmiş, fakat sonra tam zıt istikâmette değişerek laikçi pozitivist bir partiye dönüşmüştür.
Öyle ki Chp’yi kuranlar milletin İstiklâl Savaşı’ndaki mücadelesinin üzerine oturmuş, hilâfet müessesesi mâna ve maksadıyla Millet Meclis’inde korunan İslâmî bir Türkiye Cumhuriyet vaad eden Halk Fırkası beyannamesine ihânet etmiştir. Millet, Millî Mücadele’yi Chp’nin laikçi pozitivist programına göre değil, İslâmî gayeye göre yaptığını, mücadelesini haksız olarak tek başına sahiplenen Chp’yi hiçbir zaman iktidar etmeyerek göstermiştir.
Kemalistlerin, Millî Mücadele’nin sonuna doğru takiyyelerini sürdürerek yahut sûret-i haktan görünmeye devam ederek beyan ettikleri hilâfetçi ve İslâmî Cumhuriyetçi programa sahip Chp’nin, ilk adıyla Halk Fırkası’nın, Makyavel’i bile kıskandıracak bir kıvraklıkla (!) pozitivist laikçi bir partiye evrilişini şu satırlardan okumak gerek: “Damarları kesilse kan yerine Atatürkçülük akacağını ifade eden bir ihtiyar tarihçi (Cemal Kutay) bir günlük gazetede yayınlanan konuşmada ‘Makyavel mezarından kalksa Mustafa Kemal’i alnından öperdi’ diyor. (…) Chp Makyavelizmin partisidir. Her şey olabilir (a.g.e.,sf.70-77).
CHP: “DEVLET PARTİSİ-PARTİ DEVLETİDİR”
Chp’nin “Devlet Partisi-Parti Devleti ”, yâni jandarma ve vali partisi olarak tecessüm ettiğini ve İslâm karşıtlığı üzerine kurulduğunu adı geçen kitap sarsıcı bilgiler vererek anlatıyor:
“Chp, ‘Türkiye’yi kurtaran parti’ olarak resmî tarih kitaplarıyla anlatıldı. Asker ve sivil bürokrasi Chp zihniyetinin kalesi olmaya ediyordu. Chp’nin 1935 Kurultayı, Türkiye Cumhuriyetinin bir Parti Devleti olduğu görüşünün pekiştirilmesi sonucunu vermiştir. Cumhurbaşkanı (M. Kemal) ‘Değişmez Genel Başkan’ olurken, Genel Sekreter İç İşleri Bakanı, valiler il başkanı olarak kabul edilmiştir. (…) Bu gün dahi ‘Devleti Kuran Parti’ deyimine sarılan Chp’li yöneticilerin bulunması netice olarak bu vazgeçmeyişin ifadesinden veya yansımalarından başka bir şey değildir” (a.g.e.,sf.68-69-74).
“Araştırılması gereken, Millî Mücadele’den sonra Halk Fırkası/Partisi zihniyetinin dışa karşı bir savunma tavrı sonucu mu ortaya çıktığı, yoksa içe karşı bir ceberrutlukla mı kendini belirlediğidir. Halk Fırkası bütün ‘milliyetçilik’ iddialarına rağmen, Batı’ya karşı boyun eğici, bütün halkçılık iddialarına rağmen de halka karşı her zaman ceberrut bir tutum takınmıştır (a.g.e.,sf.69).
CHP İKTİDARINDA İSLÂMÎ ÖĞRETİM KALDIRILDI, HIRİSTİYANLARIN EĞİTİMLERİNE İZİN VERİLDİ
Chp iktidarlarında “En çok din yok edilmeye, etkisiz kılınmaya çalışılmıştır” (a.g.e.,sf. 71). Türkiye’de din karşıtlığı Chp iktidarlarında resmî politika hâline getirilmiş, İslâm karşıtı propaganda Cumhuriyet döneminde en üst seviyede seyretmiştir. Bir taraftan dinî öğretim ortadan kaldırılır ve resmî okullarda dinî bilgilerin öğretilmesi yasaklanırken, misyoner okulları hıristiyanlık çerçeveli eğitimlerini sürdürmüşlerdir.
“Chp geleneği her zaman oligarşik bir azınlığa dayanmıştır. Başlangıçta asker ve sivil yönetici kadro oluşturmuşlardır. Asker-sivil bürokrasinin tek başına yönetici elit olmak gücünü kaybetmesinden sonra, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun hassasiyetlerini temsil etmek yerine, başka azlıklara dayanmaya yönelmiş, radikal öğrenci ve işçi hareketleri ile bütünleşmeyi denemiştir. Chp bunların hâkimiyeti altında halka rağmen bir yönetim tarzı tutturmuştur (a.g.e.,sf.75).
“Chp’nin 40. yılı dolayısıyla 1963’de yayımlanan ‘Millet Hizmetinde 40 Yıl Chp’ kitapçığında partinin ‘Başbuğ Atatürk’ tarafından kurulduğu iftiharla ilan ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki, Chp’liler ‘başbuğ’ kelimesine kırkıncı yıldan bir hayli sonra düşman olmuşlardır!” (a.g.e.,sf.76).
CHP’NİN “DİNE KARŞI LÂ-DİNÎ VE LÂ-AHLÂKÎ KLÜPLER AÇMASI
“Kazım Karabekir, Halk Fırkası İzmir İdare Heyeti’nin 4.6. 1340 (1924) tarihli bir yazışmasını naklediyor. Bu metinde ‘Lâ-dinî’ ve ‘lâ-ahlâkî’ mahfel (klüp) yapılacağı ifade edilmektedir. Karabekir bu uygulamayı şöyle yorumluyor: Yeni Anayasaya göre, devletin dini ‘İslâm’ olarak tescil edildiği halde Halk Partisi’nin Anayasaya aykırı olarak dine karşı klüpler açması, kanuna ve mantığa uyar bir şey olmadığı, bu klüplere lâ-dinî ve Lâ-ahlâkî denilmesi kamuoyunu ve halkı hiçe saymaktı” (a.g.e.,sf. 47).
Demek ki iktidar yüzü göremeyen Chp ettiğini buluyor, millete karşı zulme dönüştürdüğü Makyavelist tavrının cezasını çekiyor.
-------------------------------------
İLÂVE YAZI:
MUARIZLARIM ÖMAY VE CEMAY TEKRAR ORTAYA ÇIKTI
Ey azizan! Malûmunuzdur ki, muarızımlarım Hunu, Ömay ve Cemay bu mazlum ve mazrur muharrire olmadık iftiralar attılar. Şükür ki iftiraları tutmadı, sesleri kesildi ve hakikat karşısında susmak mecburiyetinde kaldılar. Son zamanlarda muarızlarımın “kondisyonu” iyice düşmüş olacak ki muarızlıklarını yerine getiremiyorlardı. Hattâ “Kondisyonu yüksek, fikirli muarızlar arıyorum” diye tirajı yüksek gazetelere ilân vermeyi bile düşünüyordum.
Hal böyleyken, elimde kitap, hasta yatağımda tefekkür hâlindeyken telefonum acı acı çaldı. Zar zor duyabildiğim gizemli tok bir ses, “Ben muarızınız Ömay’ım. Patronum Cemay size iki soru sormamı istedi” diyerek örgüt edasıyla konuşmaya başladı ki, paralelcilerden biri sandım. Allah var biraz da çekindim. Malûmdur ki paralelciler çeşitli kisve altında hâlâ icra-yı faaliyet içindeler. Muarızım Cemay, aşağıda açıkladığım iki konuda fakirin açıklama yapması için, fikren ve kalben en yakinlerim arasında olan şair-yazar Memduh Atalay dostumu dahi telefonla arayıp rahatsız etmiş. Demek ki bunlar telefon numaralarını dahi bulabiliyorlar.
Hemen belirteyim ki muarızlarım paralelci zihniyette değillerdir. Onların muarızlıkları, zemini tam olarak İslâm olmayan ve ümmet dâvasını tâli olarak olarak gören Türkçü-Turancı ve sentezci milliyetçilik istikâmetindedir. Bu mazlum ve mazrur muharririn Türkiye İslâm Cumhuriyeti dâvasını idrak edemedikleri için “Hükümetçi”, “Okyanus ötesi yanlısı”, “İslâmcı”, “Siz Müslümanlar” gibi insafsız iftiralar kurgulayarak muarızlık ediyorlar. Romantik, hamasî bir milliyetçilik duygusu taşıyorlar. “Sonra idrak eder, pişman olurlar” diye sesimi çıkarmadım. Bütün mesele budur. Sadede geleyim:
Muarızm Cemay’ın sorduğu ilk soru: “Milliyetçi Partinin Başkanı bir zaman önce ‘Fethullah Bey’ifadesini kullanınca, ‘Âlim bir kişiye bey diye hitap edilir mi?’ diyerek azarlayıcı ifadeyle yazı yazmıştınız. Şimdi yandaşı olduğunuz Hükümetin Başbakanı o zâta hâin ve haşhaşîlerin başı diyor”
İkinci soru da şu: “Ergenekon dâvasından içeride yatan generaller hakkında ne düşünüyorsunuz? ‘Onları yanlış yere yargılamışız, tekrar mahkeme edilmesininin önünü açıyoruz’ diyen hükümetin tavrına ne diyorsunuz?”
Ey azizan! Bir hadise ve ifadeyi bağlamından kopararak nakledenlere çok dikkat ediniz. Bir şeyin daima bir bağlamlı, bir bağlamsız tarafı var. Tarihte de böyle olmuş. O günde “Âlim” sıfatını haiz olarak gördüğümüz ve görünen zâta, “Bey” diye hitap eden parti başkanının üslûbu hatalı ve maksatlıydı. Bin yıllık İslâm medeniyet geleneğimizde âlim kişilere resmî ve bürokratik bir hitap olan “Bey” ifadesi kullanılmazdı. “Hocaefendi, zât-ı muhterem, fâzıl kişi…” şeklinde hitap edilirdi. Kaderin tecellisi o kişiyi yanlış cepheye düşürdü. Allah müstehakını versin. Meseleyi böyle anlamak gerek.
Ergenekoncu generaller millet iradesinde darbe yapmak istedikleri için suçludurlar. Cezaları neyse ona müstehaktırlar. Hükümetin ve yargının bu husustaki esnetilmiş tavrı fakiri hiç mi hiç alâkadar etmez. Fakir, hadisenin müessirlerinin millet iradesine karşı olup olmadığına göre tavır alır. Siyasî partilerin reel politiği fakiri bağlamaz. Türkiye’nin çıkarı için hükümet sürecinin baltalanmaması gerektiği fikrini şimdilik doğru buluyorum.
2. İLÂVE YAZI:
HAYIRLI BİR VAK’A: “ALİ HOCAM ÜNİVERSİYETE GELDİ”
Ey azizan! Şair ve hikâye yazarı Hasan Ejderha, Fikir Dükkânı dilinden gönlümün inşirah bulduğu güzel bir vak’a yaşamış ki inanınız baş ve kalp ağrılarıma şifa oldu. Kendisini dinleyelim:
“Evet, Ali hocam üniversiteye geldi. Efendim Memduh Göktürk geldi önce odama. ‘Babamla Ali amcam da gelmişti. Üniversite'de bir yere gittiler ama kaybettim’ Dedi. ‘Ali Yurtgezen amcan mı dedim?’ ‘Evet’ dedi. Çalıştığım binanın kapısının önüne Ali hocam gelmiş. “Şimdi neredeler” diyorum Memduh'a...”Bilmiyorum” diyor. Tam o anda telefonum çalıyor ve İsmail hoca kutlu haberi veriyor: “Hocamla çay içmek istersen kütüphanenin kapısının önüne gel" diyor. Hemen çaycıya tembihliyorum: “Aslanım ben kapı önüne çıkıyorum hızlıca çay getir!” diye. “Ben kapının önüne çıktıktan bir kaç dakika sonra çaylarımız geliyor. Kapının önünde merdivende karşılaşıyoruz misafirlerimle. Ali Hocam, İsmail Hoca ve Hocamın okulundan genç öğretmen Uğur... Uğur'un yüksek lisans işi için gelmişler hocamla. (Bazıları hocamı nasıl da acımadan israf ediyor). “Gardaşım biz aynı ortamda otururken doya doya bile bakmıyoruz. Vicdan merhamet mi bu …? Üniversiteye gidiyorsun Yüksek lisans işin var, hocam beni götürür müsün? diyerek hocamın arabasıyla gel... Gerçi iyi olmuş, hocamın üniversiteye gelmesine ve onunla çay içmemize vesile olmuş.
Ali Hocam’la merhabalaştıktan sonra şöyle dedi:
“Ahmet bey gelmedi mi bu gün?”
“Gelmedi hocam” diyorum tebessümle.
“Üniversitede çıkan yemek mi iyi değildi bu gün? Ne vardı yemekte?”
“Arap tava vardı hocam” diyorum.
Hocam bir yandan tütün sararken… “Ahmet bey Arapları sevmez.”
“...”
“Üniversitenin sitesinde sizin yemek listesi yayınlanıyormuş değil mi?”
“Evet hocam yayınlanıyor.”
“Demek ki oradan bakıyor hangi gün ne yemek çıktığına”
“Gülüşmeler...”
Çaylarımızı alıyoruz. Bu arada İsmail hoca, Ali Hocam’ın elinde sorun olan çantayı alıp, “tutayım hocam” diyor ve çantayı kaptığı gibi koltuğunun altına alıyor. (Kalbinin üstüne mi bastırdı koltuğunun altına mı aldı dikkat edemedim)
Hocam çayını karıştırırken:
“Ahmet Bey'i yemek saatinde geliyor derken buraya gelmez edeceksiniz”
Çaylar içildikten sonra hocam ayrılıyor...
Hayırlı vak’a böyle bitiyor. Ali Hocam’ın nükteli gönderme ve zarflarına ve de bu hayırlı vak’aya vesile olduğu için Hasan beye bir gömlek veya kitap hediye etmek vacip oldu.
--------------------------------
3. İLÂVE YAZI:
İstanbul’un Fatih ilçesinde, görmeyen gözleriyle bu dünyada her bakımdan masum ve mahzunluğu hak etmiş Osman Bilgin adlı korumasız bir garip ihtiyarı sokak ortasında zâlim İsrailoğullarından daha beter bir gaddarlıkla yere yıkıp darp eden, dakikalarca vurmaya devam ederek parasını gasp eden insanlık vasıflarını kaybetmiş iki çapulcunun fiili idamdır. Eğer o çapulcular müftüler ve mürşid-i kâmiller huzurunda kırk kere ağlayarak ve nedamet göstererek tevbe edip af dilemezler ise derhal bir meydanda ibret-i âlem için asılmalıdırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.