Vatan, Millet, Sakarya, gool!
Bir taraf “yolsuzluk-rüşvet”, öteki taraf “operasyon-paralel devlet” diyor, bu arada “İkisine birden bakalım” diyenler ise iki taraftan da “ambargo” yiyor…
Böyle bir “sert” ortamda “mert duruş” sergilemek, git gide daha da zorlaşıyor.
“İsnat” ve “iftira” havalarda uçuşuyor!
Devlet zarar görüyor…
Millet zarar görüyor…
Ekonomi zarar görüyor…
İstikrar zarar görüyor…
Kişiler zarar görüyor.
Kimsenin umurunda değil. Zira herkes “öteki”ni vurma derdinde! “Karşı taraf”a ne kadar zarar verebilirse kendisini o kadar “başarılı” buluyor.
Böyle ortamlar, ortalığı karıştırmak için pusuda bekleyip fırsat kollayanların arayıp da bulamadığı fırsatlar için en elverişli ortamlardır…
İnlerinden çıkıp suları daha da bulandırmaya, ortalığı daha da karıştırmaya başlıyorlar.
Pek kimse farkında değil, ama konu, “siyaset” ve “cemaat” konusu olmaktan çoktan çıktı: Artık konu “Türkiye’nin varlığı” konusu!
Taraflar bir adım geriye çekilip, “İsabet buyurdunuz efendim”cileri de aşarak olaya bir kez de insaflarıyla baksınlar…
Kırıp döktüklerini, yakıp yıktıklarını eminim göreceklerdir…
O kadar da “isabet” buyurmadıklarını anlayacaklardır.
Artık kimin “haklı”, kimin “haksız” olduğunun bile önemi kalmadı: Çünkü devletin varlığının, birliğinin, bütünlüğünün tehlikeye düştüğü yerde, her şey teferruattır.
Her yumruk, “siyaset”ten, “cemaat”ten önce “devlet”e iniyor. Kurumlar bile yoruldu çoktandır. Hep birlikte, telafisi zor bir noktaya doğru kayıyoruz.
“Zıtlaşma” inatlaşmaya, inatlaşma “yıkım”a dönüştü: Salvolar hepimizin yüreğini düşüp berhava ediyor.
Herkes tek “haklı taraf” olarak kendini görüyor…
Herkes “iyi niyet”li olduğunu iddia ediyor…
Gazeteler, televizyonlar, sosyal ağlar “taraftar”dan geçilmiyor. “Körü körüne destek”çiler “iftira”ya varan silahları bir birlerine karşı ateşliyorlar.
Başından beri söylediğim şu ki, böyle bir kavgadan hayır çıkmaz! Böyle ölçüsüz ve sınırsız bir kavganın kimseye faydası dokunmaz.
“Çevre”, kendi konumunu ve pozisyonunu pekiştirmek için havayı sertleştirmekten medet umabilir, ama “merkez şahsiyet”lerin daha “makul”, daha “mantıklı” olmak zorunluluğu var…
Sırtlarında “yumurta küfesi” taşıyanların, Kitlelerin sorumluluğunu vicdanlarında hissedenlerin öfkelenme lüksleri olamaz.
İstirham ediyorum: Durup herkes kendine bir daha baksın!
¥
Zaman zaman duyarsınız: Önder isme kıyamayanlar, suçu-günahı “çevre”sine yüklerler:
“O iyi, ama çevresi kötü” derler.
Ben buna hiç inanmadım. Kendisi iyi olanın çevresi de iyi olur. Çünkü çevresini “evet efendim”cilerle doldurmak yerine, gerektiğinde itiraz edebilen “doğru insan”larla çalışırlar.
Yoksa “dalkavuk” çoktur. Osmanlı padişahlarının da dalkavukları vardı. Ancak dalkavuğun dalkavuk olduğu bilinir ve ciddiye alınmazdı. Gülünüp geçilirdi. Bazıları o kadar liderine bağlıydı ki, meselâ Fransa kralının dalkavukları, kral hastalanınca hastalanır, savaşta hangi uzvunu kaybetmişse, o uzvu kestirirlerdi.
O devirler geride kaldı, ama çevreye yönelik eleştiriler her zaman gündemdeki yerini korudu. Bendeniz bu tür eleştirileri, her zaman temkinle karşılarım: Çünkü çevreyi dağıtıp merkezi daha rahat vurma amacına yönelik olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.