Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Müslümanın ‘dünya sevgisi ve ölümden nefret’ imtihanı

Müslümanın ‘dünya sevgisi ve ölümden nefret’ imtihanı

Yaşadığımız toplumların kuş bakışı görüntüsü ve toplumlarımızı oluşturan ailelerimizin içeriden izlenen hâli, yoruma gerek bıraktırmayacak bir seviyede üzücü manzaraları yansıtmaktadır. Kimsenin ‘Öyle değildir’ diyemeyeceği kadar açık bir gerileme sürecini yaşıyoruz. İnsanlığa saadet getirmek için gelmiş bir nizamın iman edenleri, onu ihya etme iddiasında olanları olarak bizim saadeti gizliden gizliye arar durumda olmamız düşündürücüdür. Kur’an-ı Kerim, ailelerimizi huzur kaynağımız olarak önümüze koyarken biz, huzuru psikologlarda arıyorsak, çok söze gerek yoktur. Toplumumuz, göklere yükselen yüz binlerce ezana rağmen adına medya veya dış güçler dediğimiz şu ya da bu düşmana yükleme yaparak, uçuruma doğru sürükleniyorsa bir kere daha düşünmeye mecbur kalıyoruz demektir. İşin aslını inandırıcı bir şekilde izah edecek bir düşünceye mecburuz. Tevil edilebilecek yönü olmayan bir kayış sürecindeyiz.

Düşünen herkesin ortaya koyabileceği bir yığın gerekçe vardır elbette. Globalleşmeden dış güçlere kadar gerekçe üstüne gerekçe üretebiliriz. Bunlar kendi çaplarında da doğru olabilir. Bir de asıl sebebi yakalamamız gerekir ki tek tek sinek avında görüntüsü vermiş olmayalım.

Ebu Davud’un rivayet ettiği meşhur bir hadis-i şerifi muhakkak duymuşuzdur. Resûlullah Efendimiz, o hadisinde, ümmetinin geleceğine dair bir bilgiyi bize aktarmaktadır. Dünya milletlerinin açların bir sofradaki taşa üşüştüğü gibi Müslümanların üzerine üşüşeceğini ama bu üşüşmenin Müslümanların azınlıkta olmalarından kaynaklanmayacağını bilakis Müslümanların kalabalık olacaklarını bildirmekteydi. Müslümanlar kalabalık olacaklar ama Allah, bir yandan düşmanlarının kalbinden Müslümanlardan korkmayı çıkaracağını bir yandan da Müslümanların kalbine Vehn atacağını bildirmektedir. Efendimiz ‘Vehn nedir?’ sorusuna da ‘dünyayı sevmek ölümden nefret etmek’ diye cevap vermiştir.

İki noktada mevcut durumumuzun izahı özetlenmektedir: Düşmanlarımızın bizden çekinmemeleri ve bizim ahiret için yaşaması gereken bir toplum olmamız gerekirken, dünyadan kopmak istemeyen bu sebeple de ölüme hazırlanması uygun olduğu halde onu iten, onu yok sayan yani dünyaya kök salmaya çalışan bir kitle hâline gelmemiz! Mesele buradadır. Bu meseleyi bir yerde internetin yayılması, medyanın seviyesizleşmesi, dış güçlerin şusu busu diye tevil edebiliriz. Bu, bir bütünü parçalarından biri veya birkaçı ile tanımlamaktan başka bir şey değildir. Adını değiştirmemiz çözüm değildir. Bilakis görmeyip kurtulduğunu zannetmektir. Önce evlerimizi sonra da toplumlarımızı tarayarak bir çıkış yapabiliriz. O zaman göreceğiz ki, bütün din ve takva iddialarımıza rağmen dünyadan küçük bir tavize bile yanaşmayacak kadar dünyevileşme yahut dünyayı esas alan, ondan kopmayı kabullenemeyen bir anlayış kapitalistler kadar bizi de kuşatmıştır. Dünya nimetlerinden faydalanmak adı altında dünya nimetlerine esir olmak bize bulaşmıştır. Bunu hissedip tedaviye başvuranlar ayakta kalmakta daha başarılı olmuşlar, sorunu umursamayanlar veya tedaviyi geciktirenler ise hızlı bir kayış içinde kaybolmaya yüz tutmuşlardır.

Vehn, herkesi bir köşeden kapmıştır. Fertler olarak da Müslüman toplumlar olarak da bir vehn süreci yaşadığımız ciddi bir gerçektir. Zira vehn ile alakalı belirtiler ve sonuçlar önümüzdedir. Camilerimiz bile dünya sevgisinden kopamadığımızı gösteren izlerle doludur. İbadet maksatlı yapılar olmasına rağmen camilerin tezyinatı, oraların ibadetle imar edilmelerinden daha öncelikli hâl almıştır. Evlerimiz için de benzer bir durum söylenebilir. Başımızı sokup huzur bulacağımız mekânlar olması gereken evlerimizde mobilyadan ayağımızı sokacak bir yer bile bulamıyoruz. Perdelerimiz bizim mahremimizi örtmesi gerekirken evlerimizin duvarlarını örtmesi için kullanılıyor.

Bunların birincisi, fakirlikle adı eş değer hâle gelmiş olan coğrafyalarda yani, çocukların bir deri bir kemik ve çıplak gezindiği yerlerde bile vehnin izleri gayet bariz bir şekilde görülebilmektedir. Aç ama internetli, çıplak ama lüks telefonlu insanlar görüp de hayret etmemek mümkün değildir.

İkinci husus ise şudur:

Avrupa ile Asya’yı birleştiren ve Avrupa menşeli projelerin hedefi olan İstanbul’da vehnin izlerini görmek, İstanbul’daki insanların ‘dünya sevgisi ve ölümden nefret’ kapsamında kalmalarını anlamak bir nebze kolaydır. Ama aynı illetin Mekke-Medine sokaklarında, otellerinde belki de İstanbul’dan daha bariz bir şekilde izlenebilmesini anlamak çok kolay değildir. Müslümanın ‘dünya sevgisi ve ölümden nefret’ imtihanı altında olması, yüzeysel anlaşılmamalıdır. Müslümanın dünyayı sevmesi mesela yaşadığı yörenin toprağına tapınması, o topraktan put yapıp önünde secde etmesi değildir. Ölümden nefret de ölümün aleyhine propaganda yapma, ölümü inkâr etme gibi bir durum elbette değildir. Gerek dünya sevgisi ve gerekse ölümden nefret etme, aynı hastalığın adıdır. Bu hastalık da mücerret bir kavram olarak görülmemelidir.

Dünya sevgisinin kalbe atılması ve orada kök salması, dünya nimetlerine takılıp kalma, ahireti ihmal etme, ahiret için yapılacak hazırlıklarda eksik kalma olarak göze çarpar. Yoksa bir mü’min, ‘Dünyayı seviyorum’ şeklinde bir beyanda hiçbir zaman bulunmaz. ‘Dünyayı seviyorum, ahiret önemli değil!’ demediği hâlde, dünya eksenli yaşayıp, ahireti ikinci plana itmek ise bu hastalığın belirtisidir. Ölümden korkup ölüm için hazırlanmamak, hem bu korkuda samimi olmamak hem de hastalığa yakalanmış olmak belirtisidir. Ebedî kalınacak bir yer hâline getirilen dünya, artık bir sorundur. Ebedîliği kazanma yerinin kendisinin ebedîymiş gibi düşünülerek hareket edilmesi mü’min için zarardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi