Kıbrıs’ta En Milli Çözüm, Çözümsüzlüktür!
Seçime kitlenmiş bir Türkiye gündemi içerisinde, yaşanan onca travmatik olayların gölgesinde her türlü müdahaleye açık ne kadar pozisyon ve problem alanı varsa, teker teker uykudan uyanmaya başladı! Bunlardan biride bitmek bilmeyen müzakere süreçleriyle gediklisi olduğumuz ve yeniden ısıtılıp servis edilmeye başlayan ”Kıbrıs” meselesi… Malumunuz iki yıllık aranın ardından, Türk ve Rum tarafının müzakerelerin devamı için hazırlanan ortak açıklama metninde uzlaşmaya varmasıyla birlikte, Şubat ayının ikinci haftası içinde yeni bir süreç başladı.
Fakat bu seferki süreç önceki süreçlerden daha farklı; ABD “bizzat” tüm üstünlük ve öncelikleriyle Kıbrıs’a asılıyor. Bundan sonra izlenecek yol ve yöntemin “tam denetimine” sahip olan ABD, bu konuyla alakalı Başkan Yardımcısı John Biden ve Dışişleri Bakanı John Kerry'yi “bizzat” seferber etmiş durumda. Öyle ki BM'nin bile i’rabda mahalli yok! Girişte bahsettik ya, Türkiye’de ki kaygan zemini fırsat bilenler, çarçabuk müzakereleri başlatıp netice almak istiyor. Müzakerelerin en az bir buçuk sene sürebileceğini öngören Rum tarafı bile, Amerikan tarafının müzakerelerin 'iki ay içerisinde' tamamlanabileceğine dair ‘telaşını’ anlamaya çalışıyor! Zinde güçlerin bu acelelerinin nedeni ise Ada’daki iki halkın sulh ve selameti falan değil, tamamen bölgedeki stratejik talepleriyle ilgili projeler… Yani enerji kaynaklarının değerlendirilmesiyle bağlantılı projeler; lokomotifi Türkiye ve İsrail olacak bir müttefik ülkeler ekseni hedefleyen ABD, Kıbrıs sorununun geçmişte sıkça olduğu gibi havada kalmasını ve hedeflerinin etkilenmesini istemiyor.
İç politikada ki sıkıntı ve huzursuzluklar, Çözüm Süreci’nin doğurduğu özerklik talepleri, Kırım ve Suriye meseleleri gibi problem alanları, Türkiye’nin ve siyasi iktidarın manevra alanını hayli daraltmış durumda. Batılı oyun kurucular hazır Türk tarafının zayıf konumda olduğu bir ortamda çözüm olarak sundukları tek Kıbrıs dayatmasını gündeme taşımaya çalışıyor. AB ise zaten, Kıbrıs Rum yönetimini tüm Kıbrıs'ın temsilcisi olarak kabul ediyor. Şimdi hepsi birden Türk hükümetinin zayıf olduğu bir ortamda ödün koparma amacındalar. Oysa böyle bir ortamda Türkiye'nin lehine adil, kalıcı ve barışçı çözümü içeren bir formül mümkün görünmüyor.
Bu son müzakere sürecinde tarafların önüne konulacak konu başlıklarıyla alakalı detaya girmenin bir anlamı yok. Kıbrıs’la alakalı üzerinde durulması gereken başka soru ve sorunları gündeme getirmek istiyorum:
Balkanlardan Kafkaslara kadar, uzak doğu’dan Orta Doğu’ya kadar bakın; ihtilaflı toplumlara sahip ülkeler birer birer parçalanıp yeni yeni ülkeler peydahlanırken, sorunlar parçalanarak çözülürken, üniter devlet yapıları her ne hikmetse bu tip yerlerde ilkel bulunurken, Türkiye’de bile özerklik ve bölünme talepleri yüksek sesle dillendirilirken, niçin birileri ısrarla “Çözüm” adına Kıbrıs’ı “zorla birleştirmeye” çalışıyor? Bu size manidar gelmiyor mu?
“Barışa hiçbir zaman bu kadar yakın olunmamıştı” edebiyatı yapanlara hasta oluyorum! İyi de kardeşim, mevzu olan iki toplumun arasındaki barış ise şu anda Kıbrıs’ta “tam barış” var… Kıbrıs Adası oradaki Türk askerinin varlığından ötürü, dünyanın en güvenli ülkelerinden biri durumundadır! “Türk askeri adayı terk etsin, BM gözlemci ve barış askerleri adada konuşlansın” diyenlere, bu saatten sonra, tarafsız BM askerinin konuşlandığı yerlerdeki çatışmaları katliamların hacmini mi hatırlatacağız? 60’lı yıllardan beri Rumların her türlü asimilasyon, saldırıları ve cinayetlerine maruz kalan Türkler, 1974’den beri güven içinde yaşamaktadır. Sadece Türkler mi? Rumlarda 1974 Barış Harekâtı sayesinde tam bir güvenlik ve huzur ortamına kavuşmuştur. Şu anda sadece iki kesim arasında bir güven bunalımı vardır. Adanın tümüne hâkim olamayan Rumların ve büyük ağabeylerinin hazımsızlığı vardır! Bu güven bunalımı ve hazımsızlıklar dış müdahaleye açıktır.
Son tahlilde insan sormadan sorgulamadan edemiyor, madem şu anki statüde mesele barış değil, o halde niçin egemenlik haklarımızı ve stratejik avantajlarımızı, hülasa son pozisyonumuzu başkalarıyla müzakere edip paylaşalım? Mesele ihtilafsa, mesele iki toplumluluktan kaynaklanan statü ve egemenlik tartışmalarıysa, dünyanın her kesiminde benzer sorunlar var. Ama hiç biri bu denli dış müdahaleye açık değil! Mesela sık verilen bir örnektir, İngiltere ve İspanya arasında 1713 Utrecht Antlaşması ile İspanyol egemenliğinden Britanya egemenliğine devredilen Cebelitarık konusunda 3 asırdır ihtilaf ve çözümsüzlük yaşıyor! Aynı şekilde yine bu iki ülke 1970’li yıllardan beri Batı Sahra konusunda da ihtilaflı ve çözümsüzlükle devam eden bir süreç yönetiyorlar…
Öte yandan, Türkiye için Kıbrıs'ın stratejik önemini umursamayanlar ve önceliklerine almayanlar, Türkiye'ye sadece 20 dakikalık uçuş mesafesinde olan Kıbrıs’a, binlerce kilometre uzaklıkta ABD veya İngiltere’nin niçin bu kadar önem verdiğini açıklamak zorundadırlar!
Bırakın böyle kalsın! Bizim açımızdan Kıbrıs Sorunu 1974'te kısmen 1983’te ise büyük ölçüde çözülmüştür!
Hülasa,
Kıbrıs, üzerinde bir tek Kıbrıslı Türk yaşamasa da Türkiye için hayati bir kara parçasıdır! Bir büyüğümüzün dediği gibi; Kıbrıs, Türklerin psikolojik kırılma noktasıdır ve emperyalist Batı bunu çok iyi görmektedir. İnanın Kıbrıs başlığı adı altında sorun diye dayatılan şeyler Türkler’e “ait” alanlardır! Zaten sorun diye masaya yatırılanlar iki tarafın da sahiplendiği bir sorun olsaydı çözüm anında gerçekleşirdi.
Şu anda Kıbrıs konusunda çözüm diye önümüze konulanların sonuçları, tıpkı kargaşanın, paradoksun içersinde büyüyen bir üvey evlattan farklı olmayacaktır! Bunu görmek için çözümsüzlük gözlüğü gerek; mümkünse susup yalın, nötr, sakin durmak ve çalının etrafından dolanmak gerek! Zira yukarıda yazdıklarımızın ışığında Kıbrıs için en milli duruş olan çözümsüzlük, çözümün ta kendisidir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.