İhanet, iftira, gammazlama... Hepsi bu Zaman’da, hepsi Gülen’de!
“Reklâm”ın iyisi-kötüsü olmaz... Reklam, reklamdır... “Reklâm”dan asıl amaç; “ürün ve kişi adının kitlelere duyurulması” olduğuna göre, kabul edelim ki; Fetullah Gülen, kendi reklâmını çok iyi yapmıştır, adının gündeme gelmesini sağlamış, “tartışılıyor” olsa da kendisinden bahsettirmeyi başarmıştır.
Benim yazdığım şu yazı bile, “Fetullah Gülen’in kendini reklâm etme amacına hizmet”tir... Ama, “Reklâmını yapmayalım” diyerek, susmak da, “Fetullah Gülen’in amacına hizmet” olacağından, mecburuz “yalan”larına cevap vermeye!..
Son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim: Zaten hiç susmadı, keşke şimdi konuşmasaydı!.. Zira, konuştukça batıyor, konuştukça alçalıyor, konuştukça saygınlığını kaybediyor.
NE ZAMAN SUSTU Kİ?
Neymiş;
Şimdiye kadar “herkes konuşmuş, o susmuş” ama artık “o konuşacak”mış!.. Zaman gazetesi öyle diyor, Ekrem Dumanlı öyle diyor!..
İyi, hoş da;
BBC’ye, Wall Street Journal ve Financial Times gibi “Siyonist medya organları”na verdiği demeçler “konuşma” sayılmıyor mu ki, “şimdi konuşuyor” olsun!..
Sahi, Fetullah Gülen, niye konuştu Zaman gazetesine?.. Bu, bir “rütbe tenzili” midir, yoksa “kayan Cemaat tabanını tutma” çabası mı?..
Yoksa, “Zaman’ın eriyen tirajını durdurma çabası” mıdır?..
Öyle ya;
Türkiye’nin dört bir yanından “mail”ler alıyorum... Okurlarım diyor ki; “Gazete bayilerine ve marketlere gelen Zaman gazetelerinin sayısı 17 kat arttı!”
Meselâ, “market sahibi” bir okurum, şöyle bir “mail” göndermiş:
“Bana her gün 4 adet Zaman geliyor, onun da üçü iade ediliyordu.
Dün sabah bir baktım;
67 tane Zaman geldi.
Yarım saat sonra birisi telefon etti... Gazeteleri o alacakmış!..
Geldi ve 67 gazeteyi alıp, sordu; ‘Daha var mı?..’
Ben de ona sordum; ‘Bu kadar gazeteyi ne yapacaksınız?’
Dedi ki;
‘Üçyol’da dağıtacağız!’
Anladım ki; bu üçkağıtçılar, kendi gazetelerini kendileri alıp, ‘Fetullah Gülen’in konuşmasını okumak için, herkes Zaman aldı’ deyip, tirajlarını ‘yüksek’ gösterecekler!..”
Olabilir mi?..
Niye olmasın?..
“Yalan” onlarda,
“Entrika” onlarda!..
2 CEKET PALAVRASI!
Alın, milletin dikkatini çeken bir “yalan” daha... Bir okurum, Zaman gazetesindeki mülâkatında, Fetullah Gülen’in; “Hayatımda hiçbir zaman iki ceketim olmadı” sözüne takmış kafayı...
Demiş ki;
“Ben, sadece basına yansıyan fotoğraflarına baktım, birbirinden farklı onlarca takım elbise giydiğini gördüm!..
Hatta, bir tanesi de;
Bana da hediye edilmiş olan F.G. markalı gömleklerdi.
Hem de yüzlerce ve belki de binlerce kişiye dağıtıldı bu gömlekler!”
Ben, hiç kimsenin kılığında-kıyafetinde değilim... Hatta, herkesin konumları gereği giyinmeleri gerektiğini düşünürüm...
Ama, bir insan ki;
“Marka marka elbiseler” giydiği ve “malikanede oturduğu” halde; “Benim dünyalığım yok” diyerek “masum ve mazlum” rollerine bürünüp de, “insanların duygularını sömürmeye” başlarsa, işte orada susamam!..
Bir de şu var:
BBC’deki mülâkatında, hem de “yargılama” devam ederken demişti ki;
“Bir yolsuzluk olduğu muhakkak!”
Peki, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan da kalkıp; “Ortada bir örgüt olduğu muhakkak, Fetullah Gülen de bu örgütün başıdır” dese, ne hissederdi acaba?..
Zaman’daki mülâkatında demiş ki;
“Bugün yaşananlar 28 Şubat’tan 10 kat fazla!”
O zaman biz de sorarız;
“Cemaat medyasının ve Hizmet hareketinin tavırları ve CHP ile ittifak kurup, Müslümanları ötekileştirmeleri, 28 Şubat Cuntası’nın açtığı yaralardan bin kat daha beter değil midir?”
BÖYLE SİNSİLİK GÖRÜLMEDİ!
Evet, bunlar “Akit okurları”nın şahit oldukları olaylar ve düşünceleri... Bunlardan da anlıyoruz ki, ortada “büyük bir oyun” var ve bazıları acayip dolaplar çeviriyor!..
Ne yalan söyleyeyim;
Ben, bu “yalan”ların, bu “entrika”ların, bu “tuzak”ların, bu “iftira”ların, bu “fişleme”lerin, “son dönemlerde” yapıldığını düşünüyordum... “Dershane tartışmaları” ve “Hükümet’i devirme” amaçlı “Kirli 17 Aralık Operasyonu”ndan sonra anladım ki; “Paralel Devlet” kurma çalışmaları “40-42 yıl önceden” başlamış!..
Hem de “sinsi” bir şekilde ve “sistem”li olarak!..
40-42 yıldır kadrolaşmışlar!..
Devlet kademelerine sızmışlar!..
Sızmak ve kadrolaşmakla kalmamışlar, “ileride kendilerine rakip olabilecek” insanları da “gammazlamışlar” ve onları “safdışı” etmişler!..
Hâsılı kelâm;
“5 vakit namaz kılan, her gün Kıble’ye yönelen, oruç tutan ve belki hac ve umreye giden ama Cemaat’e mesafeli duran insanları bile atmışlar devlet dairelerinden!.. Sadece kendi adamları kalmış ve onları da her işlerinde birer robot gibi kullanmışlar!..
“Hakim” ise, hakim!..
“Savcı” ise, savcı!..
“Polis” ise, polis!..
“Asker” ise, asker!..
“Maliyeci” ise, maliyeci!..
“Bürokrat” ise, bürokrat!..
Herkesi yerleşirmişler,
Herkesi kullanmışlar!..
GÜLEN’İN İHANETİ!
Dediğim gibi;
Ben; Elif Çakır’ın yazısını okuyuncaya kadar, bu “kadrolaşma”nın ve dolayısıyla “devleti ele geçirme operasyonu”nu 40-42 yıldır yürütüldüğünü düşünüyordum...
Star’dan Elif Çakır’ın önceki günkü yazısını okuyunca, anladım ki; Fetullah Gülen’in “ispiyonculuk” ve “gammazcılık”ları, daha doğrusu “iftira”ları, “genç yaşlarında” başlamış... Çevresindeki insanlara “iftira”lar atmış ki, onlar “safdışı” olsun da, “kendi önü açılsın!”
Neyse, gelelim Elif Çakır’ın önceki gün yazdıklarına...
Efendim, Fetullah Gülen’in “Küçük Dünyam” adlı kitabının ilk baskısında, “Alvarlı İmam” başlığı altında genişçe bir bahis varmış!..
“Varmış” diyorum, çünkü bende o kitabın “ilk baskıları” yok!..
Fetullah Gülen, işte o kitapta, “Alvarlı Efe Hazretleri”nden övgüyle bahsediyormuş...
Hikâye uzun.. Kestirmeden gidelim...
Elif Çakır, şunları yazmış:
“Alvarlı Efe vefat edince yerine oğlu Seyfettin Mazlumoğlu geçiyor. Seyfettin beyin büyük oğlu Sadi Efendi de Kurşunlu Medresesi’nde hocalık yapmaya başlıyor. Gülen de onun öğrencisi.
Bir gün medresenin önüne jandarmalar geliyor ve Sadi Efendi’nin kollarına kelepçe takarak, ilçedeki Gürcü Kapı Karakolu’na götürüyorlar.
Gözaltına alıyorlar yani.
Sadi Efendi’nin başına gelenler bölgede anında duyuluyor ve halk karakolun önüne yığılıyor. Deyim yerindeyse; o gün kıyamet kopuyor Erzurum’da.
O tarihe kadar böylesi bir hadise yaşanmamış. Hadise kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Meğer, Sadi Efendi’den şikayetçi olan, öğrencisi Fetullah Gülen’den başkası değildir!..
Meğerse bizim Gülen, ‘zaten benden 5-6 yaş büyüktü’ dediği hocasına kızmış ve gitmiş ‘Atatürk aleyhine konuşuyor, bu adam Atatürk düşmanlığı yapıyor medresede’ diyerek karakola şikayette bulunmuş.
1955-56 olmalı diyor Nakip Efendi.
‘Neden böylesi bir iftira attı, yıllarca anlayamadık ve bölge halkı da bu olayı unutmaya çalıştı.
Bugün yaşananlara bakınca; medresede o gün yaşadıklarımızı hatırlıyorum. Hocasının ellerine kelepçe taktıran, Atatürk düşmanlığı yapıyor diyerek şikayette bulunan Fethullah Gülen geliyor aklıma. Ve o gün yaşadıklarımız.’”
Şöyle devam etmiş Elif Çakır:
“Geçen hafta duyduğum bu acı hikayenin tüm taraflarıyla konuştum... Latif Erdoğan’la konuştum, Alvarlı Vakfı kurucusu ve Efe ailesinin damadı Hattat Hüseyin Kutlu ile konuştum... Ve, o günün canlı şahidi Nakip Efendi ile konuştum... Bugün yaşadıklarımızı ve Fethullah Gülen’in ruh halini anlayabilmek için oldukça ibret verici bir hadise.
O zaman çocukmuş demeyin, kızarım... Zira 2-3 yıl sonra askere gitmiş. O olayı küçüklüğünde bırakmamış Gülen... Almış kitabına ve ‘tecrübesizdi, saftı, anlaşamadık’ diyerek yazmış!
O zaman sorarlar değil mi;
Anlaşmazlık neydi, bir anlat bakalım!..”
BU, NE KISKANÇLIK?!?
Fetullah Gülen’in, “rakiplerini safdışı etme” hadisesi, sadece Sadi Efendi ile sınırlı değil... Bir de, Latif Erdoğan’ın yazdıkları var ki, inanılır gibi değil...
Latif Erdoğan, 15 Mart tarihli Akit’te yazdığı yazıda, “Fetullah Gülen’in ruh hali”ni şöyle anlatıyor;
“K.E. onun en samimi dostuydu. Varlıklı bir insandı. Entelektüel donanımı oldukça iyiydi. Bir yönüyle onun çok yönlü önünü açan kişiydi.
Gece gündüz demez, oradan oraya koşturur, onunla ilgili düğüm düğüm problemleri bir bir çözmeye çalışırdı.
K.E. hepimizin sevdiği, hepimizin hürmet gösterdiği bir büyüğümüzdü.
Onu, sadakatiyle, gayretiyle davamızın Ebu Bekir’i bilir, öyle değerlendirirdik.
Rahatsızlandı, kısa bir süre sonra da vefat etti. Kalabalık bir cemaatle cenaze namazını kıldık, defnettik. Hepimiz hüzünlüyüz, hepimiz gözyaşı döküyoruz.
Sonra kaldığımız yere döndük.
Arkadaşlarımız taziye için küçük gruplar halinde (Gülen’in) yanına girip çıkıyorlar. Ben de girdim. Ağlıyordu. Bir ara ağlamayı kesti.
Gayet donuk ve öfkeli bir sesle;
O, dedi, benim ölmemi ve benim yerime geçmeyi bekliyordu; fakat benden önce öldü.
Ayağa kalktı, hızla odadan çıktı ve kendi odasına geçti. Bizlere de alık alık birbirimizin yüzüne bakmak düştü.”
HASTALIK MI, GÖREV Mİ?
Elif Çakır’ın anlattığı Sadi Efendi’ye yaptıklarına ve Latif Erdoğan’ın anlattığı “Hacı Kemal Amca’ya duyduğu kıskançlık” olayına bakınca, Fetullah Gülen’in nasıl bir “ruh hali” yaşadığı, kendiliğinden ortaya çıkıyor!..
Yalnız, benim anlayamadığım şu:
Fetullah Gülen’in bu tavrı bir “ruh hastalığı”ndan mı kaynaklanıyor, bir “patolojik vak’a” ile mi karşı karşıyayız, yoksa; “gençliğinden beri görevli” oluşundan mı kaynaklanıyor?..
İşte, bütün mesele burada!
“Ruhsal bir rahatsızlığı” varsa, yatırılır hastaneye, tedavi ettirilir!..
Ama “görevli” ise;
Derhal “deşifre” edilmelidir!..
Haa, “artık o konuşuyor”muş!..
Bırakın konuşsun!..
Nasıl olsa;
Konuştukça saçmalıyor,
Konuştukça batıyor!..
Konuşsun ki;
“Yalan”larını yüzüne vurabilelim.
***********************************************************************
Özürlülerin talepleri... Devlet, millete hizmet için vardır!
Biliyorsunuz; köşemde, mümkün olduğu kadar “halkın talepleri”ne de yer vermeye, “onların sesini yetkililere duyurmaya” çalışıyorum... İstanbul’dan “mail” atan “özürlü” bir vatandaş, Belediye’nin bazı hizmetlerinde, meselâ “Marmaray”da, “özürlü”lere yönelik bir “eksiklik” olduğunu yazmış... Giderileceğine inanıyorum...
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinden telefon eden Cuma Arık adlı okuyucum da; çocuğunun “fiziksel engelli” olduğunu, “konuşma zorluğu” çektiğini, onu bir “özel okul”a gönderdiğini söyleyip, ekledi: “Çocuğumu özel okula gönderiyorum çünkü devlet okulu var ama, İlçe Milli Eğitim Müdürü pek oralı olmadığından öğretmen ataması yapılmıyor.” Sordum “hangi okul” diye, dedi ki; “Fatih İlköğretim Okulu!”
Öyle umuyorum ki, İlçe Milli Eğitim Müdürü bir an önce halleder bu meseleyi... Yoksa, devreye; “Milli Eğitim Bakanı” veya “Başbakan” girer ki, hiç iyi olmaz!..
Unutmayalım ki, devletin tüm elemanları “millete hizmet” için vardır!..