Ali Osman Aydın

Ali Osman Aydın

Müstehcen Bir İmgelem Olarak Eiffel Kulesi ve Matrix

Müstehcen Bir İmgelem Olarak Eiffel Kulesi ve Matrix

Önce, kapkara bir gökyüzü altında bestelenmiş hissi veren ve kalbin üzerinde ağır ağır ilerleyen bir jileti andıran, Eleni Karaindrou’nun ( Ulysess Gaze- Ulis’in Bakışı/1995) bestesi çöreklenir içinize… Ardından gövdesinde Lenin heykeli ile nehir boyunca ilerleyen bir vapur girer kadraja… Ve vapuru görmek için kıyılara koşuşan, istavroz çıkaran, ansızın iki büklüm diz çöküp kalan, Çehov’un kara urbalı köylüleriyle birlikte matem manzarası tamamlanıverir… Yönetmen Theo Angelopoulos, sekansa eldiven gibi geçen bir müzik marifetiyle Lenin heykeli üzerinden bir devrin hüzünlü sonunu öyle görselleştirir ki boğazınız düğümlenir.

Angelopoulos’un altını çizdiği “Sembol” meselesi yabana atılır gibi değildir. Tarih bize insanoğlunun öteden beri belli bir deneyimi tekrar etmek veya bir “değer”i temsil etmek üzere sembollere başvurduğuna dair hayli kanıt sunar. Semboller;  şuuraltında yaşayan çatışma ve arzuların, ertelenmiş haz ve bastırılmış inançların büyük, evrensel bir doyum nesnesine dönüşerek, kitle tabiatının subabı haline gelirler. Tabiatları gereği semboller herhangi bir açıklama içermezler ve bir İbn Haldun, Shakespeare veya Freud çıkana kadar da giz olarak kalırlar.

Edirne’de kubbealtı vezirlerinin toplandığı mekanın hemen yanında ki seng-i ibret taşı politik imajın kalıcılığıyla ilgili harika bir örnek oluşturur. Osmanlı bürokratik oligarşisi için tahsis edilmiş bu taş, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa da dâhil nice başarısız ismin kesilen başını sergilemiştir. Ve bu yalın, beyaz taş,  idraklerimize müsamahasız, uzun ömürlü bir devlet sistemin nemenem bir şey olduğunu bir çırpıda nakşediverir.

1.-to-vlemma-tou-odyssea-(1995).jpg

Tıpkı bunun gibi yakın, hatta çok yakın tarihimizde ne çok örneğe tanık olduk. “Berlin Duvarı”nın yıkılışı bunlardan biriydi. Ya alelade bir Afrikalı ayakkabısı altında Kaddafi heykelinin kopuk başı… Elbette Saddam Hüseyin’in işgal sonrası belleklere kazınan Iraklılar tarafından alaşağı edilen anıtı.

Pek tabii semboller her zaman geçmişe veya bugüne ait değerleri temsil etmek için kurgulanmazlar. Bazen de Eiffel örneğinde olduğu gibi onları yıkıcı bir gelecek tasavvuru meydana getirir ve onlar geçmişin yitip gittiğini ilan ederek karşı konulamaz bir gelecek perspektifini sembolleştirirler.

Eiffel gibi bir kulenin köklü Avrupa kültürünün tam kalbinde, Paris’te inşa edilmiş olması enteresandır. Eiffel’in reformcu yönü, sadece muhteşem ölçülerdeki klasik mimariye bütünüyle zıt bir felsefeyle meydana getirilmiş olması değildir kuşkusuz. Yenilikçi tarafıyla temayüz etmiş pek çok mimari sembol sayılabilir elbette. Eiffel’i onlardan ayıran, tam da post-modern mit’lere uygun bir biçimde, yenilikçi mimarisine karşın herhangi bir işlevselliğe sahip olmamasıdır.

Paris adasının tam merkezinde arzı endam eden bu sathi sembol, oluşturduğu çağrışımlarla sinemada bir başka örneğe sürükler bizi. Popüler mitolojinin milenyum fenomeni olarak lanse edilen “Matrix” filmine... “What İs The Matrix” sorusuyla görsel cazibesinden fazlasını vadettiğini ispat eden film, Hollywood denilen Apollon tapınağının tüm kültürel mirasını yağmaladığı halde nerdeyse tek bir özgün plana bile yer vermemesiyle dikkatleri üzerine toplamıştır. Üstelik vadettiğini öne sürdüğü çetrefilli bağlamlarda, sinemanın muhtelif tür ve filmlerinden devşirilmiştir. 

2-(2).jpg         

Gelgelelim, Matrix’te tıpkı Eiffel gibi öncü ve futüristik bir milattır. Onunla birlikte sinema sanatında “özgün”lük takıntısı ehemmiyetini kaybetmiştir denilebilir. Çünkü o, dikkatleri dercedilen malzemeye değil, birbiriyle ilintisiz enstrümanlara estetik bir form kazandırma noktasında “yönetmen”liğe çekmiştir.  

Eifell ise insanlığın istikbaliyle ilgili bir umutsuzluk imajı olarak, Charles Dickens ve Jack London’un, ürkütücü hikâyesini tasvir ettikleri sanayi devrimi yıkımının, geldiği noktada kalmayacağını, ilerleyeceğini ilan eder. O, gri renkli izbe işçi lojmanlarının, gayri insani çalışma şartlarının, tabiata yabancılaşmanın, nihilist gökdelenlerin, tüketim kültürünün kaçınılmaz olarak devam edeceğini ve gövdesi gibi renksiz, monoton, ahlakdışı bir yaşamdan başka insanlığın alternatifi olmadığını simgeler. Eiffel’in gölgesinin düştüğü bir çağda mesele özgür olup olmamak değil, robotlaşıp robotlaşmamak olacak ve seçimler ancak, kötü ile daha kötü arasında yapılacaktır.

facebook.com/ ali osman aydın

twitter@AydnAliosman      

      

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Osman Aydın Arşivi