Her daim başkalarını kurtarıyoruz!
Sosyal faaliyetleri yoğun genç bir baba, tam da benim “Babalar Eve Dönsün” adıyla kitaplaştırdığım düşüncelerimin somut örneğini veriyor…
Mektubunda özetle şöyle diyor: “Son dönemlerde gerek ticarî faaliyetlerimden, gerekse ‘sosyal hizmet’lerimden dolayı evimi ihmal ettiğimin farkına vardım, ama maalesef bu ‘farkındalık’ eyleme dönüşmedi. Eşimin de göreve başlaması üzerine, iki yaşındaki kızımız olumsuz etkilenmeye başladı…
“Bunu telafi açısından eve erken dönmeye başladım. Fakat bedenim evde, ruhum başka yerlerde geziyor, elimde telefon, gençlerin mesajlarına cevap veriyordum. Bu sırada eşim de öğrencilerin derdine düşmüştü.
“Ansızın bir akşam, yeni konuşmaya başlayan kızım, hiç beklemediğim bir anda, ‘Babacığım seni çok özledim’ diyerek sarılıp öptü. Hem sevindim, hem de içime bir sızı düştü: Kendimi kızıma ihanet etmiş gibi hissettim.
Bunun üzerine yaptığım araştırma sonucunda, sizin, ‘Babalar Eve Dönsün’ isimli kitabınıza ulaştım. Okuduğumda, ‘Babalar Eve Dönsün’ başlıklı bir projenin, benim gibi vaktinin çoğunu ev dışında geçiren ‘hizmet ehli’ insanlara en güzel hizmet olacağını düşündüm.
Bölgemde pek çok insan, hizmet yaptığını zannederek ailelerini, eşlerini, çocuklarını, hatta kendilerini ihmal ediyor. Bunun sonucunda da kendi aileleri ve çocukları kurtarılmaya muhtaç hale geliyor. Faturası da çok ağır oluyor.”
Genç baba haklı: Çünkü ihmalimiz yüzünden bazen telafi edilemez zararlar oluşuyor, bazen çocuklarımızı tümden kaybediyoruz.
Bu yüzden herkes işe, kendi çocuklarından başlamalı.
Malum: Anne-baba ve çocuklar arasında, zaman zaman soğuk savaşa dönüşebilen bir iletişimsizlik, bir kopukluk yaşıyoruz. En iyi aileler bile çocuklarına sadece öğüt vererek görevini yaptığını düşünüyor. Çoğunlukla da işin kolayına kaçıp bağırıyorlar. Böylece onları terbiye ettiklerini sanıyorlar. Oysa bağırıp- çağırmayla terbiye arasında bir bağlantı yok. Çocuk ham altın: Ham altını “sanat eseri”ne dönüştürmek için sarraf mahareti, kuyumcu titizliği lâzım…
Hele bu zamanda, şu fitne-fesat çağında; şu adım başı tuzakların kurulu bulunduğu ortamda: Bir yanda çevre baskısı, bir yanda bildik televizyon programları, gazeteler, dergiler, internet, cep telefonu...
Bunların dengeli kullanımını çocuklar anne-babalarına bakarak öğrenirler. İkisinin elinde de sürekli kurcaladıkları telefonlar varsa bu durumu “yetişkin olmanın gereği” gibi görmeye başlarlar ve anne-babayı ölçü alıp taklit ederler.
Bir de dostumun bahsettiği gibi, kendileri evde, ruhları dışarıda babalar var. Sorsanız dünyayı kurtarıyorlar. Dünya, Yaradan’a emanet… Biz öncelikle kendimizi ve ailemizi kurtarmakla yükümlüyüz.
Bu yüzden “babalar eve dönsün” diyorum! Çünkü çocuklarının babaya ihtiyacı var!
Tabii gerçek anlamda eve dönmekten söz ediyorum. Gerçek anlamda eve dönmek, eve iş getirmemek, televizyon karşısında uyuklamamak, telefon ve internetle boğuşmamak, aile bireyleriyle aktif iletişim kurmak, yani muhabbeti (sevgi, ilgi ve bilgi katkılı sohbeti) aile hayatına hâkim kılmak anlamına geliyor.
Unutmayalım ki, hiçbir mazeret, bir şekilde kaybedilmiş çocuğu geri getiremez! Çocuklarını uyuşturucu denilen “Nemrut Ateşi”ne kurban veren anne-babalar ne demek istediğimizi eminim çok iyi anlamışlardır.
Babanın ev dışı ortamlarda kalma arzusunu, psikiyatrlar, yükümlülüklerden ve sorumluluklardan “kaçış dürtüsü” olarak görüyor. Erkeklerin çoğu, evlerini bir “huzur yumağı”, bir “dinlenme merkezi”, bir “sevgi havuzu” gibi değil de, adeta sorunlar karmaşası olarak görme eğiliminde. Dolayısıyla baba, eve geç gelmenin yollarını arıyor. Kâh “hizmet”e, kâh “sohbet”e, kâh kahvehaneye kaçıyor. Bazen de işe yahut televizyona sığınıyor.
Sanırım artık babaları, ruhsal ve bedensel olarak eve döndürmenin bir yolunu bulmamız lâzım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.