Kendi Aleyhine Beddua
Rahmetli Ali Parlak hocamdan duymuştum; Kahramanmaraş’ta hamalın biri koca bir aynalı dolabı yüklenmiş kan ter içinde götürüyor. Ulu Camiin altındaki eski halin başında “azıcık soluklanayım” diye durmuş ve yoldan az yüksek yere yükünü sırtından indirmeden koymuş. Cebinden çıkardığı mendili ile bir ark gibi yaşlı yüzünü saran kırışıklıklarından akan teri silerken, bir yandan da saırdanır gibi dua ediyormuş:
“Nedir bu benim çektiğim çile Allah’ım! Canımı al da kurtulayım!”
O esnada karşısına yakışıklı ama heybetli biri dikilmiş ve hamala hafifçe: “Allah duanı kabul etti ben Azrail’i gönderdi. Hazır ol, canını alacağım.”
Hamal korku içinde bakmış adama. Olur ya, hocalardan hep duyarmış, “melek insan suretinde Peygamberimize gelirmiş.” Bu adam da gayet heybetli, vakur ve ciddi birisi. Hiç gülmeden sakin ve huzurlu kendisine bakıyor.
Bütün yorgunluğu gitmiş hamalın ve soğuk soğuk ecel terleri dökmeye başlamış bu sefer. Kara kara düşünmeye başladı. Evet, kendi aleyhine beddua etmişti ama, bunda ciddi değildi ki. Bu bir hayattan bir şikayet idi. Yani basit bir samırdanma. Öylesine bir teselli arama. Yoksa gerçekten ölümü isteme değildi. Hayat tatlı idi. Böyle bile olsa yaşamak isterdi. Allah Teâlâ’nın kalplere vakıf olduğuna inanırdı. Bu duada samimi olmadığını, öylesine dediğini Allah Teâlâ bilmeliydi. Nerden çıktı bu Azrail? Şimdi canını nasıl kurtaracaktı?
Başını kaldırdı mahzunca ve dedi ki:
“Efendi, sen benim dediğime bakma. Ben hem dırdır eder, hem de işimi yaparım.”
Sonra da yükünü sırtlanarak cevap bile beklemeden yürüdü yokuş yukarı Kanlıdere’ye doğru. Adamı görmemek için arkasına bakmıyordu bile…
Adam da hiç cevap vermedi hamala ve peşinden de gitmedi. Bir müddet arkasından baktı acıyarak, o kadar.
Kimdi bu adam?
Dediği gibi gerçekten Azrail mi idi?
Yoksa zavallı hamalın bedduasını duymuş da ona hayatın tatlılığını anlatmak, zorlukların yanında büyük nimetlerin de varlığını göstererek şükretmesini sağlamak, işini sızlanmadan, şikayet etmeden, gönül huzuru içinde yaptırmak, dil terbiyesinin önemini kavratmak isteyen akıllı bir muzip mi idi?
Kim bilir?
Bilinen bir şey varsa o da insanın bu aceleci yanı. Aceleci, şikayetçi, nankör yanı. Varlığa düşünce hoyratlaşan ve kuduran, verene teşekkürü unutan, yokluğa düşünce de umudunu kaybederek ye’se düşen, kahrolup aleyhine beddua eden yanı. Cahil ve zalim yanı yani.