Al-i Kutup
Geçmiş zamanda bazı aileler ve ocaklar hayırla birlikte yâd edilmişlerdir. Bunlar hayır odağı ve ocağı olmuşlardır. Bunlara ‘al’ denilmiştir. Al-i İbrahim, Al-i Davud, Al-i İmran. Bunlardan bir kısmının siyasi kimlikleri varken diğer kısmının siyasi kimliği yoktur. Kur’an ifadesiyle Hazreti İbrahim ulu’l azm peygamberdir ve ulu’l azm peygamberler şeceresinin de ana gövdesidir. Musa, Muhammed ve İsa gibi peygamberler bu ulu şecerenin dalları mesabesindedir. Başka bir ifadeyle Hazreti İbrahim peygamberlerin ser çeşmesidir. Nuh’tan sonra ikinci büyük gövdedir. Al-i Davud peygamber ocağı olduğu gibi aynı zamanda saltanat ocağıdır. Kral Peygamber Süleyman ‘isami/otodidakt’ olan Davud’un (Aleyhimasselam) oğludur. Al-i Muhammed de Al-i İbrahim gibidir. Evliya ve esfiya ocağı olduğu gibi aynı zamanda Mehdi gibi cihangirlerin de dayandığı ulu ağaç ve soy kütüğüdür. Soysuzluk olan ebteriyeti değil, soyluluk ve sonsuzluk çeşmesi olan kevseriyeti temsil eder. Maddi olarak nesli kesik olmadığı gibi manevi olarak daima tefeyyüz eder. Bereketle çoğalır, taşar. Bazen de şecere-i tayyibenin karşılığında şecere-i mel’une vardır. Al-i Firavun aynı zamanda bir şer odağı ve ocağıdır. Bazı ocaklar da Al-i İmran gibi karmaşıktır hem siyasi hem de manevi ocağı temsil ederler. Ali İmran, Hz. Musa (a.s.) ile kardeşi Hz. Harun (a.s.)’un babaları İmrân’ın adına nispet edilen ailedir. Aynı zamanda Hz. Meryem’in babasının da adının İmrân olmasından dolayı İmrân ailesi denince hangisinin kastedildiği hakkında iki görüş ortaya çıkmıştır. Ayet-i Kerime’de bu konuda açıklık yoktur. “Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini (Âl-i İmrân’ı) birbirlerinin soyundan olarak âlemlerden üstün kılmıştır. Allah hakkıyla işiten ve her şeyi çok iyi bilendir.” (Âli İmrân, 3/33-34). Kur’an sıkça bazıları bazılarındandır diyerekten iyilerin ve iyiliğin geçişli olduğuna parmak basar.
*
Kohenler bir dönem Al-i İmran’ı temsil etmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an, Hazreti Meryem’e ‘ya ühte Harun/Harun’un bacısı!’ diye hitap eder. İslam dairesinde de seyyitler Al-i Muhammed ocağını tüttürür ve temsil ederler. İslam tarihi aynı zamanda ilmi ve siyasi hanedanlıklarla doludur. Subki’ler, İbni Rüşd’ler ve benzeri aileler gibi. 20’inci yüzyılın bu soylu davetçi ve ilim ehli ailelerinden veya ocaklardan birisi de Al-i Kutup’dur. Kutup’lar bir kişiden veya Seyyid Kutup’tan öte bir ilim ve davet ocağıdır. Elbette Seyyid Kutup ailenin ser çeşmesidir. Cam-ı Cem’dir. Bununla birlikte aile hem irşat ocağı hem de şehitler kervanıdır. Ulu bir ağaç haline gelmiştir. Keza eniştesi ve Emine Kutup’un eşi Kemal Senaniri de şehitler kervanına katılan isimlerdendir. Bundan dolayı da Al-i Kutup olarak anılmayı hak etmişlerdir. Al-i Kutup yirminci yüzyılın iyilik odaklarından ve ocaklarından birisidir. Seyyid Kutup 60 yaşında (1906-1966) darağacına çekilmiştir. Kız kardeşler Hamide ve Emine Kutuplar da Seyyid ve Muhammed gibi kalemle dost olmuşlardır. Muhammed Kutup da Seyyid Kutup idam edildiği sırada cadı avı furyası sonucu içeridedir. Ardından Sedat döneminde hapisten kurtulunca seleflerinden Mahmut Şakir’in yaptığı gibi soluğu Hicaz’da peygamber yurdunda alır. Kendini Hicaz’a sevgililerin sevgilisinin yanına sürgüne gönderir. Oraya sığınır. Hazreti İsmail’den beri sürgünler evi olan Kabe’nin civarını mesken edinir ve oraya mücavir olur. Ali Tantavi gibi diğer sürgünlerin komşusudur. Uzun yıllar Mekke’de bir nevi inzivada yaşarken; 95 yaşında iken 4 Nisan 2014 günü Cidde’de bir hastanede Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
*
Muhammed Kutup çileli ama seçilmiş ailenin Seyyid Kutup’tan sonra en önemli ikinci teorisyenidir. Aile gerçekten de mübarek bir ailedir. Seyyid Kutup’un şahadetinden 20 yıl sonra yine bir ağustos ayında Abdullah Azzam, Afganistan’da Logar’da Serhap Nehrinin kıyısında Seyyid Kutup’u hatırlar ve bazı hatıratını paylaşır. Kahire Üniversitesinde eğitim görürken 50 bin kişilik kız öğrenci kitlesi içinde tek bir kapalıya rastladığını, bunun da edep timsali Seyyid Kutup’un bacısının kızı olduğunu ifade eder (İslam Düşüncesinin Devi Şehit Seyyid Kutup, Abdullah Azzam, Birinci Baskı 1990, s: 74, Mektebetü Hidemat Yayınları). Faslı Abdusselam Yasin, ulemanın etinin ve kanının zehirli olduğunu hatırlatarak, Nasır’ın Seyyid Kutup’u idam etmesinden (1966) bir yıl sonra Yahudiler karşısında en büyük yenilgisini tadarak tarih ve Mısırlıların önünde rezil olduğunu hatırlatır. Ser veren ama başını eğmeyen Seyyid Kutup yıllar önce rüyasında kızıl bir yılanın boynuna dolandığını görür. Yanındakilere rüyasını anlatır. Yanındakiler bunun karmaşık (edgasu ahlam) rüyalardan olduğunu söyleyerek teselli ederler. Ehemmiyet vermemesini telkin ederler. O ise kızıl yılanı darağacı olarak yorumlar ve kızılların yani komünistlerin kendisini idam edeceklerine hükmeder. Kırmızı rüyada olumsuz işarettir ve bazen de ölüme işaret eder. Seyyid Kutup kızılı komünistler olarak tabir etmiştir. Kanaatime göre, burada kızıl ölümdür yılan da düşmandır. Nasır Marksist olmamakla birlikte Seyyid Kutup’un düşmanıdır. Gördüğü rüya ayniyle vaki olmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.